Âl-i İmrân Sûresi 99. Ayet

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ  ...

De ki: “Ey kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَهْلَ ehli ا ه ل
3 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
4 لِمَ niçin?
5 تَصُدُّونَ çevirmeğe çalışıyorsunuz ص د د
6 عَنْ -ndan
7 سَبِيلِ yolu- س ب ل
8 اللَّهِ Allah
9 مَنْ kimseleri
10 امَنَ inanan ا م ن
11 تَبْغُونَهَا göstermeğe yeltenerek ب غ ي
12 عِوَجًا eğri ع و ج
13 وَأَنْتُمْ ve siz
14 شُهَدَاءُ (gerçeğe) tanık olduğunuz halde ش ه د
15 وَمَا değildir
16 اللَّهُ Allah
17 بِغَافِلٍ habersiz غ ف ل
18 عَمَّا -dan
19 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız- ع م ل
 

Beğaye بغي :

  بَغْيٌ kelimesi aranan şeyde orta yolu aşmayı istemektir, gerçekten aşılıp aşılmaması farketmez.

  بَغْيٌ iki çeşittir: Birincisi iyidir, bu da adaletten ihsana, farzdan nafileye geçmektir. İkincisi kötüdür, bu da haktan batıla, şüpheye geçmektir.

  إبتغاء ise özellikle istemede tüm gücünü ortaya koymak için kullanılır. Bu maddenin fesad, zina, zulüm yada düşmanlık manasında olmadığı, bilakis kelimedeki hakiki anlamın şiddetle istemek olduğu ortaya çıkmıştır. Ve bu anlam çeşitli karinelerle muhtelif mefhumlar için kullanılır. (Müfredat-Tahqiq) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda olmak üzere 96 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir şekli bulunmamasına rağmen boğa sözcüğü işari olarak bu kökü hatırlatmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Mekulü’l-kavli  يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ ’dir.

يَٓا  nida harfidir.  اَهْلَ  münadadır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Nidanın cevabı  لِمَ تَصُدُّونَ’dir.  مَا  şeklindeki istifham isminin elifi, ism-i mevsûlden ayırt edilmesi için hazfedilmiştir,  لِ  harf-i ceriyle  تَصُدُّونَ  fiiline müteallıktır. 

تَصُدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَنْ سَب۪يلِ  car mecruru  تَصُدُّونَ  fiiline müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

تَبْغُونَهَا  cümlesi  تَصُدُّونَ  filinin failinin hali olarak mahallen mansubtur.  تَبْغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

عِوَجًا  hal olup fetha ile mansubtur.  وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُ  cümlesi  تَبْغُونَهَا  fiilinin failinin hali olarak mahallen mansubtur.  وَ  haliyyedir.  Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  شُهَدَٓاءُ  haberdir. Gayrı munsarif olduğu için tenvin almamıştır.

   

 وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  مَا ’nın ismidir. بِغَافِلٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir.  غَافِلٍ  lafzen mecrur mahallen  مَا ’nın haberi olarak mansubtur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعْمَلُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ  cümlesidir.  تَعْمَلُونَ  fiili, sülâsî mücerred olan  عمل  fiilinin muzarisidir.

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için zaid olarak gelmiştir. Olumlu cümlelerde  ل  harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا’nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, II, 142)

Kur’an-ı Kerim’de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’nin, 19 yerde de  مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmla Yönüyle Arapçada Zaidlik)


 
 

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette muhatap, Hz Peygamberdir. Bu ayetle, başlangıcı aynı olan önceki ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede mekulü’l-kavl, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın  cevabı …لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve taaccüb ifade etmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Soru, cevap beklemek kastı taşımadığı için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  için şan ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

Nasb mahallindeki  مَنْ müşterek ism-i mevsûl olup  تَصُدُّونَ  fiilinin mef’ûlüdür. Müspet mazi fiil sıygasında gelen ve faide-i haber ibtidaî kelam olan  اٰمَنَ cümlesi, mevsûlün sılasıdır. 

Fasılla  gelen  تَبْغُونَهَا عِوَجًا  cümlesi  تَصُدُّونَ  fiilinin failinden veya  سَب۪يلِ’den haldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَ’la makabline atfedilmiş,  تَبْغُونَهَا’nin failinden hal olan  اَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müfessirler şöyle demişlerdir: "Ehl-i Kitabın, inananları Allah yolundan saptırmak istemeleri, zayıf müslümanların kalplerine şek ve şüphe sokmak suretiyle oluyordu ve onlar Hazret-i Muhammed (as)'in sıfatlarının kendi kitaplarında anlatıldığını da inkâr ediyorlardı." (Fahreddin er-Râzî)

Bundan önce Allah (cc), Resulüne; Ehl-i Kitabın dalaletinden dolayı onları kınamayı emir buyurmuştu. Burada onların insanları dalalete düşürme (idlâl) gayretlerinden dolayı onları kınamayı emir buyurmaktadır.

قُلْ [De ki] emrinin tekrarı, Peygamber’i onları tevbih ve takbihe ziyadesiyle sevk etmek içindir.

Bundan önceki ayette "لِمَ تَكْفُرُونَ / niçin inkâr ediyorsunuz?" dendiği halde burada "لِمَ تَصُدُّونَ / niçin çeviriyorsunuz veya alıkoyuyorsunuz ?" buyurulması, onların inkâr ve alıkoymalarının her birinin, başlı başına tevbih ve takbihi gerektirdiğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Âşûr)

98. ayette de bu ayette de nida edatı uzaklık içindir.

لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰه [Niçin Allah yolundan alıkoyarsınız?] tecessüm sanatıdır. 

َتَبْغُونَهَا عِوَجًا çarpıklığını istemek, doğru yolun zıddına eğri yolu arayıp bulmaktır. Teşbihi tenasidir. Doğru yol hazırken bozuk yol arama kaygısına düşme hilekârlığına ve boşa çaba harcama eblehliğine remz ve tarizdir. 

[Sizler şahitler olduğunuz halde] hal cümlesi, zımnî delalet ile bile bile yapılan kötülüklerin Allah katında sorumuluğunun daha fazla olduğunu bildirmektedir.


وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîl olan müstenefe veya haldir. 

Öncesi için bir zeyl mahiyetinde olan bu cümle, onlar için pek ağır bir tehdit anlamı taşır. (Ebüssuûd) 

Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.  مَا  nefiy harfidir.  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  مَاnin haberi olan  بِغَافِلٍ’e dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. 

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  مَا’nın sılası olan تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَاnin isminin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrar edilmesi, haşyet duyguları uyandırmak ve ikazı artırmak içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, zamir makamında zahir isim gelmesi ıtnâb sanatıdır.

Farklı manalardaki  مَا’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ [Allah yaptığınız şeylerden gafil değildir.] fasılası değişik şekillerde gelmiştir. Bu cümlenin olumsuz cümle olması, zaid  بِ  harfinin gelmesi ve isim cümlesi olması dolayısıyla diğerlerine göre daha fazla vurgu vardır. 

وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ [Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.] cümlesi bileni bilmeyen yerine koymak suretiyle muktezâ-i zâhirin hilafına kelamdır. Bile bile kötülük yapmak ve bunun cezasız kalacağını sanmak, Allah’tan gafil olmayı daha da ilerisi Allah’ın kendilerinden gafil olduğunu sanmaktır ki bir önceki ayette sorulan “Neden inkâr ediyorsunuz?” ifadesini pekiştirir. 

ُ َما تَعْمَلُونََ [Yaptıklarınız] sıfatlı kinayedir, ism-i mevsûl zem içindir. 

عَمَّا تَعْمَلُونَ َifadesindeki  عن َharf-i ceri buud ve uzaklaşma manasıyla amellerinin kötü ve cezaya müstehak olmasına işaret eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 Allahu Teâlâ bir önceki ayeti, "Allah yaptığınız her şeye şahittir" tabiriyle; bu ayeti de, "Allah, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" tabiriyle bitirmiştir. Çünkü, onlar Hz Peygamber'in nübüvvetini açıkça inkâr ediyorlar, ama müslümanların kalplerine şüphe atma işini açıkça yapmıyorlar, aksine bu hususta çok çeşitli hilelere başvuruyorlardı. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, açıkça yaptıkları işler hususunda "Allah şahittir"; gizli yaptıkları şeyler hususunda ise, "Allah, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" buyurmuştur. Hak Teâlâ, her iki ayette de, "De ki: Ey Ehl-i Kitap!.." hitabını tekrar etmiştir. Çünkü gaye, onları en güzel bir şekilde kınamaktır. Bundan dolayı, bu hoş hitabın tekrar etmesi, onları sapma ve saptırma hususundaki yollarından çevirme konusunda yumuşak davranma gayesine daha uygundur ve din hususunda onlara nasihat edip sakındırmaya daha güzel delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)