قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ ۩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Davud) dedi ki |
|
2 | لَقَدْ | andolsun |
|
3 | ظَلَمَكَ | sana zulmetmiştir |
|
4 | بِسُؤَالِ | istemekle |
|
5 | نَعْجَتِكَ | senin koyununu |
|
6 | إِلَىٰ |
|
|
7 | نِعَاجِهِ | kendi koyunlarına |
|
8 | وَإِنَّ | ve zaten |
|
9 | كَثِيرًا | çoğu |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الْخُلَطَاءِ | karıştıran(ortak)ların |
|
12 | لَيَبْغِي | zulmederler |
|
13 | بَعْضُهُمْ | biri |
|
14 | عَلَىٰ | üzerine |
|
15 | بَعْضٍ | diğeri |
|
16 | إِلَّا | yalnız bunun dışındadır |
|
17 | الَّذِينَ | kimseler |
|
18 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
19 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
20 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
21 | وَقَلِيلٌ | ve azdır |
|
22 | مَا | ne kadar |
|
23 | هُمْ | onlar |
|
24 | وَظَنَّ | ve sandı |
|
25 | دَاوُودُ | Davud |
|
26 | أَنَّمَا |
|
|
27 | فَتَنَّاهُ | kendisini denediğimizi |
|
28 | فَاسْتَغْفَرَ | mağfiret diledi |
|
29 | رَبَّهُ | Rabbinden |
|
30 | وَخَرَّ | ve kapandı |
|
31 | رَاكِعًا | eğilerek (secdeye) |
|
32 | وَأَنَابَ | ve (bize) döndü |
|
Yukarıda bu davanın taraflarından birinin iddiası özetlenirken diğerinin savunmasına yer verilmemiştir. Muhtemelen Kur’an, olayın ders almaya değer yönünü anlatmakla yetinmiştir. Bununla birlikte Dâvûd’un, “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle...” şeklindeki ifadesinden, muhtemelen davalının ikrarıyla davacının iddiasının sübût bulmuş olduğu ve buna dayalı olarak da Dâvûd’un hükmünü verdiği anlaşılmaktadır.
Aralarında mal ilişkisi bulunanların bu tür ihtilâflara düşmelerine sık rastlandığını, ancak inanmış, erdemli ve iyi işler yapmaya kendilerini adamış olanların böylesi anlaşmazlıklara düşmekten kendilerini koruyabileceklerini belirten ifade, âyetin bize verdiği diğer bir önemli derstir. “Ama onlar da o kadar az ki!” şeklindeki ifade, nefsin bencil isteklerinden korunarak, kendi aleyhine bile olsa adalette kararlı olmanın hem çok önemli hem de çok güç olduğuna işaret eden veciz bir uyarıdır.
Tefsirlerde Dâvûd’un neden kendisinin sınandığı düşüncesine kapıldığı ve rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandığı, O’na yönelip tövbe ettiği konusunu aydınlatmak üzere aslında İslâm’ın peygamberlik öğretisiyle uyuşmayan İsrâiliyat türü bazı rivayetler aktarılmaktadır. Aslı Kitâb-ı Mukaddes’e dayanan (II. Samuel, 11/1-27; 12/1-10) bu rivayetlerin özeti şöyledir: Dâvûd, tesadüfen açık vaziyette gördüğü bir kadının güzelliğinden çok etkilenmiş; onun Uhriya (Uriya) isimli bir askerin eşi olduğunu öğrenince kadınla evlenebilmek için kocasını öldürtmeyi planlamış; Dâvûd’un emriyle savaşa katılıp ön safta çarpışan adam ölünce Dâvûd da karısıyla evlenmiş. İşte Dâvûd, muhtemelen mâbedde o iki adamın ansızın karşısına çıkmasının bu hatasıyla bir ilgisi bulunduğunu, böylece Allah tarafından sınandığını düşünerek yaptıklarından dolayı pişmanlığını dile getirip tövbe etmiştir.
Yine aslı Kitâb-ı Mukaddes’te geçen (II. Samuel, 12/7 vd.) bir rivayete göre bu olayda söz konusu edilen iki melekten, şikâyet eden taraf kadının kocasını, şikâyet edilen de Dâvûd’u temsil etmektedir. Şikâyetçi olan, doksan dokuz koyunu olan kardeşinin, kendisinin tek koyununa da göz diktiğini söylerken aslında Dâvûd’un yaptıklarını ima ediyor; onun çok sayıda eşi olmasına rağmen askerin tek eşini de kendisine almasının, üstelik bu emelini gerçekleştirebilmek için adamı bile bile ölüme göndermesinin haksızlığını bizzat kendisine onaylatmak istiyordu. Bu suretle Dâvûd Allah tarafından sınandığını farketti ve suçunu anlayarak pişman olup tövbe etti. Dâvûd’un hatasını bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibadet, tövbe ve istiğfar ettiği de anlatılır (bu rivayetler için bk. Taberî, XXIII, 146-151).
Yahudi kültüründe Dâvûd kral olarak bilindiği için Kitâb-ı Mukaddes yazarının onun hakkında belirtildiği türden çirkin olaylar yakıştırması veya nakletmesi, üstelik onun daha kocası sağ iken kadınla yattığını ve kadının hamile kaldığını dahi ileri sürmesi (bk. II. Samuel, 11/4-5) yahudi geleneği açısından normal görülebilir. Ancak Kur’an’da Dâvûd aleyhisselâm, peygamberler arasında zikredilmiş; İslâmî öğretide peygamberler birer iman ve erdem âbideleri olarak gösterilmiş ve bu türden büyük günahlar işlemeleri mümkün görülmemiştir. Bu sebeple yukarıda özeti verilen rivayetlerin gerçeği yansıttığı kesinlikle kabul edilemez.
Sonuç olarak, bu açıklamalar doğrultusunda Hz. Dâvûd, güzelliğinden etkilendiği bu kadınla evlenmeyi gerçekten düşünmüş ve kendisinin bir planı olmadan kocası savaşta ölmüş, bunun üzerine onunla meşrû usulle evlenmiş, bu olay halkın ağzında yukarıdaki hayalî kurguya dönüşmüş olabilir. Kuşkusuz burada sıradan insan için ciddi bir günah söz konusu olmamakla birlikte bir peygamberin, nefsinin bayağı arzusuna kapılarak güzelliğine vâkıf olduğu evli bir kadından etkilenmesi onun kişiliğiyle bağdaşmadığı için olay onun hakkında bir sınama (fitne) kabul edilmiş; Hz. Dâvûd da olayın kendisi için bir sınav olduğunu anlayarak, pişman olup tövbe etmiştir. Kur’an’da Allah’tan başkasının yanılgılardan uzak kalamayacağı, peygamberlerin de birer insan olarak hatasız olmadıkları, yüksek özelliklerine rağmen nâdiren de olsa –sonradan telâfi ettikleri– bazı hatalar işledikleri örnekleriyle zikredilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 575-576
Rake'a ركع :
رُكُوعٌ eğilmek ve bükülmektir. a) Bazen namazdaki belirli bir biçimi ifade etmek için, b) Bazen de ya ibadette ya da başka bir şeyde tevazu gösterme, alçak gönüllü ve itaatkar olma, ve kendini alçaltma veya kendi kibrini/gururunu kırma anlamında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil bir de isim formunda olmak üzere 13 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri rukû etmek ve rekattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, kasem ve cevabı olup mahallen mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
ظَلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِسُؤَالِ car mecruru ظَلَمَكَ ‘ye mütealliktir. Aynı zamanda muzâfdır. نَعْجَتِكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى نِعَاجِه۪ car mecrurun muzâfı mahzuf olup نَعْجَتِكَ ‘ye mütealliktir. Takdiri, سؤال ضمّ نعجتك (Koyunlarına katmak istedi.) şeklindedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَث۪يراً kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. مِنَ الْخُلَطَٓاءِ car mecruru كَث۪يراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
يَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْغ۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. بَعْضُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى بَعْضٍ car mecruru يَبْغ۪ي fiiline mütealliktir.
اِلَّا istisna edatıdır. İstisna-i muttasıldır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna minh; a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الصَّالِحَاتِ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ
وَ itiraziyyedir. İsim cümlesidir. قَل۪يلٌ mukaddem haber olup lafzen merfûdur. مَا zaid harftir. مَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
Munfasıl zamir هُمْۜ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ
وَ atıf harfidir. ظَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. دَاوُ۫دُ fail olup lafzen merfûdur. اَنَّمَا فَتَنَّاهُ cümlesi ظَنَّ ‘nin iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur.
ظَنَّ kalp fiillerinden olup, sanmak anlamındadır. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اَنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اَنَّمَا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اَنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اَنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre اَنَّمَا hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
فَتَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَبَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَرَّ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
خَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَاكِعاً kelimesi خَرَّ ‘nın failinin hali olup fetha ile mansubdur. اَنَابَ atıf harfi وَ ‘la خَرَّ fiiline matuftur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اسْتَغْفَرَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غفر ‘dır.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اَنَابَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Fiil ve mef’ûlünden müteşekkil ilk cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Cümlede icazı hazif vardır. Kasem fiili ve muksemun bih mahzuftur. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelam olan لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ cümlesi, kasemin cevabıdır. لَ , mukadder kasemin cevabına dahil olan muvattiedir. لَقَدْ ظَلَمَكَ (sana zulmetmiş) cümlesi, hazf edilmiş bir kasemin cevabıdır. Burada bir arada yaşadığı kimsenin davranışından hoşlanmama ve onun tamahkarlığını ayıplama söz konusudur. (Keşşâf)
قَدْ tahkik içindir. Tekid ifade eder.
Zamir yerine zahir olarak نِعَاجِه۪ۜ kelimesinin tekrar edilmesinde, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. نَعْجَتِ kelimesinin zikredilmesi ıtnâb sanatıdır.
Müfessir, Sâd suresinde Davud’un yemininin yadırgama (istinkâr) anlamı içerdiğini belirtir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Meydânî’nin tazmin konusunda zikrettiği örneklerden bir tanesi de bu ayet-i kerimedir. Ayetteki istemek manasındaki سُؤَالِ ُkelimesi اِلٰى harf-i cerri ile müteaddî yapılmaz. Ancak istemek fiiline birleştirmek (cem) ve katmak (damme) kelimelerinin anlamlarının tazmin edilebilmesi için bu iki kelimenin müteallikı olan اِلٰى harf-i ceri eklenmiştir. Sözün takdiri ise şöyledir: لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ ضمّ إياّها اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ [Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık etmiştir.] (İbrahim Kara, Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydani Ve Belâgat İlmine Katkıları)
بِسُؤالِ نَعْجَتِكَ sözündeki izafet, tarif (belirlilik) içindir. Yani bu isteme fiili, iki taraf için de bilinen bir koyun için kullanılmıştır ve bu talep başlı başına bir haksızlık ve zulüm içerir. سُؤالٍ kelimesinin izafeti, masdarın mef’ûlüne izafeti kabilindendir. (Âşûr)
وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
Cümle وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkarî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi كَث۪يراً , haberi لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesidir. اِنَّ ’nin haberinin muzari fiil oluşu hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
بَعْضُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِلَّا istisna harfi, الَّذ۪ينَ müstesnadır. Ayetteki muttasıl istisna, haksızlık edenlere dahil olmayanları bildirmiştir.
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اٰمَنُوا fiilinin mef’ûlünün hazfi, îcâzı hazif sanatıdır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir.
لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ cümlesiyle, وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وإنَّ كَثِيرًا مِنَ الخُلَطاءِ لَيَبْغِي بَعْضُهم عَلى بَعْضٍ إلّا الَّذِينَ آمَنُوا وعَمِلُوا الصّالِحاتِ cümlesiyle kastedilen, insanlar arasında, yaygın olan dostların birbirlerine haksızlık yapması durumudur. Salih müminler bu durumun dışındadır. Bu ifade, bu kişilerin mümin ve salih amel sahibi olmaları manasında kinayedir. Bu fiillerden sadece birini yapan salihlerden olmaz. (Âşûr)
وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ
وَ , itiraziyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. قَل۪يلٌ mukaddem haber, هُمْۜ muahhar mübtedadır. مَا , tekid ifade eden zaid harftir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ ifadesindeki مَا kapalılık bildirir. Bununla salihlerin azlığına duyulan hayret dile getirilmektedir. (Keşşâf, Âşûr)
Ayet-i kerîme’de geçen مَا azlık manasını tekid etmek içindir. (Celâleyn Tefsiri)
بَعْضٍ - قَل۪يلٌ - كَث۪يراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, كَث۪يراً - قَل۪يلٌ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
۩ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ
Cümle, hükümde ortaklık nedeniyle … قَالَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ظَنَّ , zıt iki anlamı olan fiillerdendir. Hem zannetti hem de kesin olarak bildi demektir. Burada ‘kesin bildi’ anlamındadır.
Hasr edatı اَنَّمَا ’nın dahil olduğu اَنَّمَا فَتَنَّاهُ cümlesi, masdar teviliyle ظَنَّ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
فَتَنَّاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümledeki kasr, fiille mef’ûlü arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s sıfat olması da caizdir. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle … وَظَنَّ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبَّهُ izafeti, muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade eder. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
Aynı üslupta gelerek فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ cümlesine atfedilen وَخَرَّ رَاكِعاً ve وَاَنَابَ cümlelerinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اسْتَغْفَرَ - اَنَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette farklı anlamdaki مَا ’lar arasında tam cinas ve اِنَّ - اَنَّ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَبَّهُ - فَتَنَّاهُ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Zann-ı galip kesin bilgiye yakın olduğundan, zan kelimesi ayette isti‘âre yoluyla bilgi yerine kullanılmıştır; ظَنَّ (Davud kesin olarak anladı; bildi.) demektir. (Keşşâf)
Bu ayette imtihanda temsilî yol tercih edilmiş, çünkü uyarıda daha etkilidir. Zira bundaki tefekkür, gaye şuuruna götürdüğü zaman, nefsinde ve kalbinde çok daha büyük tesir bırakır ve hatasından uyanmaya daha fazla etkili olur. (Ebüssuûd)