Zümer Sûresi 69. Ayet

وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  ...

Yeryüzü, Rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitap (amel defterleri) ortaya konur. Peygamberler ve şahitler getirilir ve haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adaletle hüküm verilir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَشْرَقَتِ ve parlar ش ر ق
2 الْأَرْضُ yer ا ر ض
3 بِنُورِ nuru ile ن و ر
4 رَبِّهَا Rabbinin ر ب ب
5 وَوُضِعَ ve (ortaya) konur و ض ع
6 الْكِتَابُ Kitap ك ت ب
7 وَجِيءَ ve getirilir ج ي ا
8 بِالنَّبِيِّينَ peygamberler ن ب ا
9 وَالشُّهَدَاءِ ve şahidler ش ه د
10 وَقُضِيَ ve hükmedilir ق ض ي
11 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
12 بِالْحَقِّ adaletle ح ق ق
13 وَهُمْ ve onlara
14 لَا asla
15 يُظْلَمُونَ haksızlık edilmez ظ ل م
 

Zemahşerî (III, 357), Râzî (XXVII, 19) gibi müfessirler, “Allah’ın nuru ile aydınlanma” ifadesini “Allah’ın âdil yargılaması” şeklinde yorumlamışlardır. Her iki âyette âhiretteki ilâhî yargılamanın özetlenmesi ve hiç kimseye haksızlık yapılmadan herkese hakkının verileceğine vurgu yapılması bu yorumu destekler görünmektedir. Burada ilâhî adaletin âhirette nasıl işleyeceğine dair özlü bilgi verilmesi yanında, dolaylı olarak yönetim ve yargılamada şeffaflık ve adaleti gözetmenin önemine, âdil yönetim ve yargının ülkeyi topyekün aydınlatan bir ışık kadar değerli olduğuna da işaret edilmiştir. Özetle yönetim ve yargıda adalet bir ışık gibi herkese ulaşmalı, yargıyla alâkalı bilgi ve belgeler ortaya konmalı, şahitler dinlenmeli, kimsenin kimseye hakkı geçirilmeden herkesle ilgili doğru ve adaletli hüküm verilmeli ve nihayet herkes kendi seçimiyle yapıp ettiğinin karşılığını bulmalıdır. Aksi halde buyruklar ve yasaklar yani kanunlar anlamını ve işlevini yitirir. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 634-635
 

  Şehede شهد :

  شُهُودٌ ve شَهادَةٌ göz veya basiretle görerek hazır olmaktır. Kimi zaman sadece hazır bulunma anlamında kullanılır. Ancak en uygun olanı شُهُودٌ formunun sadece hazır olmak; شَهادَةٌ formunun ise sadece görmek anlamında olmasıdır.

  Şehadet شَهادَةٌ ise gözle ya da basiretle gerçekleştirilen müşahede sonucunda elde edilen bir bilgiden sâdır sözdür.

  شَهِدَ fiili iki anlamda kullanılır: Birincisi: İlim kelimesi gibi kullanılır. İkincisi: Qasem (yemin) kelimesi gibi kullanılır.

  شَهِيدٌ  sözcüğü bir şeye şahid olan ve hazır bulunan kişiyle ilgili kullanılır. الشَّهِيدُ ölmekte olan kişidir, çoğulu شُهَداء 'dır. Böyle adlandırılmasının nedeni a) Ya meleklerin o kimsenin yanında hazır bulunmaları, b) Ya onların bu hâlet içinde kendilerine hazırlanmış olan nimetleri müşahede etmeleri, c) Ya da ruhların Yüce Allah'ın yanında, huzurda bulunmalarıdır.

  Kur'an-ı Kerim'de de geçen مَشْهُودٌ kavramı bazılarına göre cuma, bazılarına göre arefe, bazılarına göre de kıyamet günüdür. شاهِدٌ de o günde hazır olan herkestir.

  Son olarak tefe'ul babı formundaki teşehhüd تَشَهُّدٌ kullanımı, kişinin şehadet getirmesidir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok türeviyle 160 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri şâhit, şehid, şehadet, müşâhit, meşhut, müşahede ve teşehhüddür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  هُمْ قِيَامٌ  cümlesine matuftur.

Fiil cümlesidir.  اَشْرَقَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. الْاَرْضُ  fail olup lafzen merfûdur. 

بِنُورِ  car mecruru  اَشْرَقَتِ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّهَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وُضِعَ  atıf harfi وَ ‘la  اَشْرَقَتِ ‘e matuftur. وُضِعَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  الْكِتَابُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  ج۪ٓيءَ  atıf harfi وَ ‘la  اَشْرَقَتِ ‘e matuftur.  

ج۪ٓيءَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  بِالنَّبِيّ۪نَ  car mecruru  ج۪ٓيءَ  filine müteallik olup naib-i faildir. الشُّهَدَٓاءِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  قُضِيَ  atıf harfi وَ ‘la  اَشْرَقَتِ ‘e matuftur. 

قُضِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  بَيْنَ  mekân zarfı,  قُضِيَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْحَقِّ  car mecruru naib-i faildir. 

اَشْرَقَتِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

 

 هُمْ لَا يُظْلَمُونَ  hal cümlesidir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يُظْلَمُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ 

 

Bu ayet atıf harfi  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Aynı üslupta gelen  وَوُضِعَ الْكِتَابُ  ve  وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ  ve  وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ  cümleleri, atıf harfi وَ ‘la  وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا  cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Üç cümle de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.   

وُضِعَ  ile  ج۪ٓيءَ  ve  قُضِيَ  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

الْاَرْضُ ’daki marifelik ahd içindir. (Âşûr)

بِنُورِ رَبِّهَا  izafeti, muzâfun ileyh olan  هَا  ve muzâf olan نُورِ  için tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

بِنُورِ رَبِّهَا (Rabbinin nuru9 ifadesinde istiare vardır. Nur, Kur’an ve burhan manasında müsteardır. (Mahmud Sâfî) 

الْكِتَابُ ’daki marifelik cins içindir. Kitaplar, kulların amellerinin sahifeleridir. İçindeki hayır ve şer ile hesaba çekilmek için gelmiştir. بَيْنَهُمْ ‘daki zamir, مَن في السَّماواتِ ومَن في الأرْضِ  ifadesine aiddir. (Âşûr)

وَوُضِعَ الْكِتَابُ [Kitap konuldu] Hesap ve ceza için, muhasibin hesap defterini önüne koymasından gelir. Ya da görevlilerin ellerindeki amel defterleri konulmuştur. Cins ile cemiden iktifa edilmiştir (الْكِتَابُ). (Beyzâvî)

Peygamberler ve şahitler kastedilen ümmetlerin leh ve aleyhlerine şahitlik eden melekler ve müminlerdir. Şehitler de denilmiştir. (Beyzâvî)

Burada adalet yerine istiare sanatı ile  بِنُورِ   ifadesi kullanılmıştır. Çünkü yeryüzünün her tarafını aydınlatan ve hakları ortaya çıkaran adalettir. Bu tıpkı zulme karanlık anlamına gelen zulmet isminin verilmesi gibidir. Bir hadisi şerifte: ”Zulüm kıyamet günü karanlıklardır," buyurulmaktadır. Yani zulmün şiddeti, onu işleyenin uğrayacağı şiddete ve sıkıntıya sebeptir. Ya da zulüm gerçekten zalimin karanlıklarda kalmasına sebeptir. Böylece müminlerin nurları önlerinde ve sağlarında giderken zalim yolunu bulamaz. Ayetteki بِنُورِ  kelimesinden maksat adalet olduğu için Allah'ın ismi ”yeryüzü" kelimesi yerine kullanılan zamire muzâf olmuştur. Yani  بِنُورِ رَبِّهَا (Rabbinin nuru) ifadesi الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا (yeryüzünün Rabbinin nuru) şeklindedir. Çünkü yapılan bu izafet ancak yeryüzünde yayılan hüküm ve adalet sayesinde oranın aydınlanması kastedildiğinde güzel olur. Ya da ayetin manası, yeryüzü kıyamet günü, Allah'ın oradaki nuru ile aydınlanır. Dünyada olduğu gibi aydınlatıcı bir takım araç ve gerecin vasıtalık etmesine ihtiyaç yoktur, demek olur. Buna göre böyle bir nur ile değişmiş olan yeryüzünün çehresi güneş, ay ve bunların dışında başka aydınlatıcı cisimler olmaksızın aydınlanır. Bu sebeple yani bu mana dolayısı ile nur, Allah'ın adına izafe edilmiş olur. (Ruhu’l Beyan)

 

وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

Ayetin son cümlesine dahil olan  وَ , haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Müsnedin menfî muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَا يُظْلَمُونَ  fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

يُظْلَمُونَ  ve  بِالْحَقِّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Bu cümle birçok surede tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri,  Ahkaf/28, S. 314) Dolayısıyla bu cümlede tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.