Nisâ Sûresi 173. Ayet

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً  ...

İman edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir. Allah’a kulluk etmekten çekinenlere ve büyüklük taslayanlara gelince; (Allah) onları elem dolu bir azaba uğratacaktır ve onlar kendilerine Allah’tan başka bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا gelince
2 الَّذِينَ kimselere
3 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlara ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 فَيُوَفِّيهِمْ eksiksiz ödeyecektir و ف ي
7 أُجُورَهُمْ mükafatlarını ا ج ر
8 وَيَزِيدُهُمْ ve daha fazlasını da verecektir ز ي د
9 مِنْ
10 فَضْلِهِ lutfundan ف ض ل
11 وَأَمَّا gelince
12 الَّذِينَ kimselere
13 اسْتَنْكَفُوا çekinen(lere) ن ك ف
14 وَاسْتَكْبَرُوا ve büyüklük taslayanlara ك ب ر
15 فَيُعَذِّبُهُمْ azabedecektir ع ذ ب
16 عَذَابًا bir azapla ع ذ ب
17 أَلِيمًا acıklı ا ل م
18 وَلَا
19 يَجِدُونَ ve onlar bulamayacaklardır و ج د
20 لَهُمْ kendilerine
21 مِنْ
22 دُونِ başka د و ن
23 اللَّهِ Allah’tan
24 وَلِيًّا bir dost و ل ي
25 وَلَا
26 نَصِيرًا ve bir yardımcı ن ص ر
 

Müşrikler, “melekler Allah’ın kızlarıdır” diyorlar (Nahl 16/57), hıristiyanlar da Îsâ Mesîh’in Allah’ın oğlu olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu iki iddianın reddinde kullanılan delil, meleklerin ve Îsâ’nın davranışlarından hareket eden vâkıa delilidir; çünkü gerçekte olan, fiilen gerçekleşen şey, gerek meleklerin ve gerekse Hz. Îsâ’nın Allah’a kulluk ve ibadet ettikleridir. Melekler bunun için var edilmişlerdir, Hz. Îsâ’nın Allah’a kulluk ve ibadetle ömrünü geçirdiği ise yalnızca Kur’ân’ın nakli ile değil, İncil’deki açıklamalarıyla da sabittir (meselâ bk. Matta, 4/8-10). Allah ibadet eden değil, kendisine ibadet edilendir; melekler ve Hz. Îsâ da Allah’a ibadet ettiklerine göre bunların ne tanrı ne de O’nun oğlu veya kızı olmaları mümkündür.

  Allah’a ibadetten geri duranlar ikiye ayrılır;

 Bir kısmı bilgisizlik, tembellik, imkânsızlık gibi sebeplerle ibadet edemeyenler, diğerleri ise bildikleri ve imkân buldukları halde büyüklendikleri, Allah’a kulluğu içlerine sindiremedikleri için ibadetten geri duranlar. Birinci gruba girenler, ya iyilikleri kötülüklerine, sevapları ibadet eksiklerine ve günahlarına galip geldiğinden veya Allah’ın lutfundan affedilebilirler.

İkinci gruba girenler ise –kendileri bunu istemedikleri halde– zorla Allah’ın huzuruna getirilecekler, elleri kelepçeli sanık ve tutukluların mahkeme huzuruna celbedildikleri gibi Allah’ın huzuruna çıkarılınca âcizliklerini anlayacaklar, büyüklenmelerinin anlamsızlığı ortaya çıkacaktır. Ceza ve mükâfat konusundaki ilâhî kural ise şudur: Birinci kısım olarak tanımlanan kusurlular affedilmedikleri takdirde yalnızca günahları kadar ve ağır olmayan bir ceza göreceklerdir; bunlar için, Allah izin verdiği takdirde, şefaat kapısı da açık olacaktır. İkinci gruba girenlerin cezası –günahları ölçüsünde– ağır ve şiddetli olacak, ayrıca Allah’tan başka ne bir dost ne de yardımcı bulabileceklerdir. Sığınabilecekleri yegâne merci olarak, sadece Allah kalacak, ancak dünya hayatında O’na karşı büyüklendikleri ve kendisine kul olmayı reddettikleri için O’ndan yardım beklemeye de yüzleri olmayacaktır. Dünyada Allah’a kulluktan geri durmayan, ömrünü Allah’a kulluk, ibadet ve güzel işler, iyi davranışlarla geçiren müminlere gelince Allah, onlara ibadetlerinin ve güzel davranışlarının karşılığını verdikten sonra lutfundan bir de fazlasını ihsan edecek, onları hak ettiklerinin üstünde ödüllendirecektir. Cezada denge adalet gereği olup bunun bozulması haksızlıktır. Hak edilenin üstünde ödüllendirme ise adalete aykırı olmayıp ödüllendirenin lutuf, cömertlik ve kereminin eseridir. (Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 188-194)

 

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ


فَ  atıf harfidir. اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bihtir. Aslında  أعمالا (Ameller) şeklindeki mahzuf mef'ûlün bihinin sıfatıdır. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  يُوَفّ۪يهِمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يُوَفّ۪يهِمْ  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  اُجُورَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  يَز۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْ فَضْلِه۪  car mecruru  يَز۪يدُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

 وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ 


وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَنْكَفُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اسْتَنْكَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اسْتَكْبَرُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  يُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يُعَذِّبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَذَابًا  mef’ûlu mutlak olup lafzen mansubtur.  اَل۪يمًا  kelimesi  عَذَابًا ’in sıfatıdır.

اسْتَنْكَفُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi  نكف ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

يُعَذِّبُهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَجِدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  يَجِدُونَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ دُونِ  car mecruru  وَلِيًّا’in mahzuf haline müteallıktır.  للّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَلِيًّا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir. Nefy harfi  لَا  olumsuzluğu tekid eder.  نَص۪يرًا  lafzı  وَلِيًّا  kelimesine matuftur.

 

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ 


فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır.  فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ  cümlesi  فَ  karinesiyle  اَمَّا ’nın cevabı, aynı zamanda mübtedanın haberidir. 

اَمَّا  tafsil harfidir. Tekid ifade eder. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tazim ifade eder. İsm-i  mevsûl olan  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır.

Sılası  اٰمَنُوا, müspet mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi sılaya tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki müteakip cümle  وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ, makabline tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

يُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ  [Onlara ücretleri tastamam ödenecektir.] cümlesinde istiare vardır. İman edip salih amel işleyen kimseler ücret karşılığı çalışan kişilere benzetilmiştir.

الصَّالِحَاتِ  kelimesindeki elif-lam ahd-i harici, cins ve hakiki istiğrak içindir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Bu kelam, daha önceki icmâli ifadede maksûd olan fırkanın halini beyan eder.

Bu fırkanın, makabline ve mâba’dine (sonrasına) münasip olan adem-i istinkâf vasfıyla zikredilmeyip iman ve salih amel vasfıyla zikredilmesi, akabinde zikredilen sevabı gerektiren unsurların bunlar olduğuna dikkat çekmek içindir.

Allah Teâlâ, iman ve salih amel sahiplerinin mükâfatlarını kat kat artıracak ve onlara, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir insan aklının hayal edemediği büyük mükâfatlar bahşedecektir. (Ebüssuûd)


وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ


Önceki cümleye matuf olan bu cümledeki,  اَمَّا  tekid ve şart edatıdır. Cümle şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda olan  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اسْتَنْكَفُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki müteakip cümle  وَاسْتَكْبَرُوا, sıla cümlesine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

Şart cümlesinde müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

فَ  karinesiyle gelen  اَمَّا ’nın cevap cümlesi فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًاۙ şeklinde müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اسْتَنْكَفُوا - اسْتَكْبَرُوا  arasında mürâât-ı nazir ve muvazene sanatları vardır.

يُعَذِّبُهُمْ - عَذَابًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَذَابًا ’deki tenvin nev ve kesret içindir. Tahayyül  edemeyeceğimiz evsafta bir azap olduğunu ifade eder. 

اسْتَكْبَرُوا - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪  cümlesiyle,  وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اسْتَنْكَفُوا  fiili Kur’an’da sadece bu iki ayette 3 kere geçmiştir. Bu tekrarda  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً

 

فَيُعَذِّبُهُمْ  cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfi olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır. Car-mecrurun mef’ûle takdimi söz konusudur.

وَلِيًّا - نَص۪يرًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin nev ve kıllet ifade eder. “Hiçbir” anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celalin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, muzâfın tahkiri içindir.

Cenab-ı Hakk müminlerin mükâfatını, istinkâf edip büyüklenenlerin cezasından önce zikretmiştir. Çünkü onlar, önce Allah’a itaat edenlerin mükâfatını görüp bundan sonra da kendilerinin ikab ve cezalarını görünce, bu onlar için son derece şiddetli bir acı ve hasret sebebi olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)