Muhammed Sûresi 2. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ  ...

İnanıp salih ameller işleyenlerin ve Muhammed’e indirilene -ki o Rablerinden gelen haktır- inananların ise Allah günahlarını örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimselerin
2 امَنُوا inanan(ların) ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanların ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
5 وَامَنُوا ve inananların ا م ن
6 بِمَا
7 نُزِّلَ indirilene ن ز ل
8 عَلَىٰ
9 مُحَمَّدٍ Muhammed’e
10 وَهُوَ ki o
11 الْحَقُّ gerçektir ح ق ق
12 مِنْ tarafından
13 رَبِّهِمْ Rableri ر ب ب
14 كَفَّرَ örtmüştür ك ف ر
15 عَنْهُمْ onlardan
16 سَيِّئَاتِهِمْ günahlarını س و ا
17 وَأَصْلَحَ ve düzeltmiştir ص ل ح
18 بَالَهُمْ hallerini ب و ل
 
Gelecek birkaç âyette daha müminler ile kâfirler, çeşitli yönlerden karşılaştırılmaktadır; buradaki mukayese ise düşünce modelleri ve işlerde başarı bakımından yapılmaktadır. İnsanlar düşünürken fıtrî düşünme yetenekleri yanında ön yargılar, inançlar ve kabullerden de yararlanırlar. Allah’ı, peygamberi ve âhireti inkâr edenlerin, düşüncede ve pratikte her şeyi yerli yerine koymaları mümkün değildir. Ömürlerini uğrunda harcadıkları şeyler fânidir, değerleri izâfîdir, hedefleri güdüktür; yaratılış amacı ve ebedî hayat göz önüne alındığında, geçici başarıları aslında başarısızlıktır.
 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ

 

İsim cümlesidir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ismi mevsul mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  آمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

وَ  atıf harfidir.  اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اٰمَنُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  نُزِّلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

نُزِّلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَلٰى مُحَمَّدٍ  car mecruru  نُزِّلَ  fiiline mütealliktir. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُزِّلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ 

 

هُوَ الْحَقُّ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْحَقُّ  haber olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّهِمْ  mübtedanın mahzuf ikinci haberine mütealliktir.

 

كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ

 

Fiil cümlesidir.  كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ   cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَفَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَنْهُمْ  car mecruru كَفَّرَ fiiline mütealliktir. 

سَيِّـَٔاتِهِمْ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur. 

اَصْلَحَ بَالَهُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  اَصْلَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بَالَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

كَفَّرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَصْلَحَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صلح ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  ve  وَاٰمَنُوا  cümleleri, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

Burada  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

Birinci ayetle bu ayet arasında, mukabele sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  اٰمَنُوا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Umum bildiren  اٰمَنُوا  ifadesinden sonra  وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ  cümlesinin zikri, Kur’an'a verilen önemi ve saygıyı göstermek amacıyla yapılan, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

نُزِّلَ  fiili mef'ûle dikkat çekmek kastıyla meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Fasılla gelen  وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ  cümlesi, mübteda ile haberi arasında mübtedayı açıklamak için gelen itiraz cümlesidir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

İtirâziyye cümlesi Muhammed (sav)’e indirilen şeyin büyüklüğüne işaret etmektedir. Bu işaret Kur’an’ın özelliğidir. Çünkü Kur’an olmadan iman doğru olmaz ve tamamlanmaz. İtiraziyye cümlesinin işaret ettiği başka bir işaret ise umumi olarak Muhammedî şeriattır. Çünkü Allah tarafından gönderilen şeriatı hiçbir şey nesh edemez, şeriat başka şeyleri nesheder (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize Ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler)

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi içindir.  مِنْ رَبِّهِمْۙ  car mecruru, mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.

رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb isminin iman edenlere ait zamire muzâf olmasıyla onlar şan ve şeref kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Allah’ın bahsi geçen kişilerin özelliklerini saymasında ve sonra onların günahlarını örttüğünü ve hallerini düzelttiğini bildirmesinde taksim sanatı vardır. 

Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani Hakk olma vasfı ondan başkasında bulunmaz.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Allah’ı tasdik edip iman eden ve onun razı olacağı amelleri yapan, Peygamber’i Hz Muhammed’e indirdiği Kur’an’a inananların geçmiş günahlarının silineceğinin müjdelendiği bu ayette, umum bildiren [iman edenler] ifadesinden sonra [Muhammed'e indirilene iman edenler] şeklinde hususi bir ifade gelmesi, Kur’an'a verilen önemi ve saygıyı göstermek, imanın onsuz tam olamayacağını bildirmek ve onun asıl olduğuna işaret etmek içindir. Bundan dolayı Yüce Allah,  وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ  sözüyle onu vurgulamıştır. Yani Onun, Allah kelamı ve onun katından indirilmiş vahyi olduğu sabit ve kesindir. Bu ifade kasr maksadıyla getirilmiş ara cümledir. Zira haber harf-i tarifli olursa kasr ifade eder. Buradaki kasr, kasr-ı izafi olup sıfatın mevsufa kasrı kabilindendir. Yani hak olma vasfı Kur’an’ın dışındakilere nispetle sadece ona tahsis edilmiştir. Bu takdirde  وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ  cümlesindeki hasrın anlamı şudur: “Lafız ve mana itibariyle her türlü tahriften korunup kemâl derecesine ulaşan kitap, diğer kitaplar değil sadece Kur’an’dır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nun haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ cümlesine atfedilmiştir. 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

اٰمَنُوا - كَفَّرَ  ve  الصَّالِحَاتِ - سَيِّـَٔاتِهِمْ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَصْلَحَ - الصَّالِحَاتِ  kelimeleri arasında iştikak cinası,  اٰمَنُوا  fiilinin tekrarında ıtnab ve bu kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَالَ , mana olarak  القَلْبِ  yani kişiye küfrü hatırına getirmeyen  العَقْلُ  akıl demektir. Ayrıca ‘kişinin hali’ anlamında da kullanılmıştır. Şu hadisi şerif delilidir:

«كُلُّ أمْرٍ ذِي بالٍ لا يُبْدَأُ فِيهِ بِحَمْدِ اللَّهِ فَهو أبْتَرُ» Allah’a hamd ile başlamayan her bâl sahibi kişinin işi, ebterdir (sonuçsuzdur). (Âşûr) 

بَالَهُمْ ; hallerini demektir. Mücahid ve başkalarından nakledildiğine göre durumlarını ıslah eder. Katade, hallerini diye açıklarken, İbn Abbâs, işlerini diye açıklamıştır ki; bu üç açıklama birbirine yakındır. Bunlar dünyaları ile ilgili olan hususların düzeltileceği ve ıslah edileceği şeklinde tevil edilir. (Kurtubî)

Peygamberimize (sav) indirilene iman da, makabline dahil olduğu halde onun ayrıca zikre tahsis edilmesi, bunun şânını tazim etmek, iman edilmesi zorunlu olan hususlar içinde bunun yerinin önemine ve hepsinde asıl olduğuna dikkat çekmek içindir. İşte bundan dolayıdır ki, yegâne hak olmakla vasıflandırılmıştır. 

Diğer bir görüşe göre ise, onun yegâne hak olması, başka ilâhî kitaplar tarafından nesih edilmemesi, fakat kendisinin, başkalarını nesih edici olması itibarıyladır. Bu görüşe göre hak, zâil'in mukabilidir. Birinci görüşe göre ise hak, bâtılın mukabilidir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hak "(Allah) iman eden kimselerin de günahlarını örtmüş, affetmiş ve hallerini iyileştirmiştir" buyurmuştur. Bu ifadede,  كَفَّرَ (yok etti, sildi) kelimeleriyle meydana gelen müjdeye bir işaret vardır. Çünkü bir şeyi silip-yok etmek, başka birşeyin onun yerine konulduğunu ifade etmez. Ama örtme (setr), bunu ifade eder. Çünkü eskimiş yahut kirlenmiş bir elbiseyi örtmek isteyen kimse, onu aynısıyla örtmez. Onu, ancak temiz ve güzel bir elbiseyle örter. Hele hele, cömert bir padişah, herhangi bir kulunun, eskimiş elbiselerini örtmek istediğinde, ancak pek pahalı olan, yüksek kaliteli bir elbisenin getirilmesini emreder. Mağfiret de böyledir. Çünkü mağfiret ve tekfir mana bakımından aynıdırlar. Binaenaleyh bu, ["İşte bunlar, Allah'ın, kötülüklerini iyiliklere değiştirdiği kimselerdir"] (Furkan, 70) ayetinde anlatılan şeyin aynısıdır. Ayetteki, "hallerini iyileştirmiştir" ifadesi de, biraz önce bahsettiğimiz günahların hasenelere (iyiliklere) dönüştürülmesine bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)