قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ تَكُونُ لَنَا ع۪يداً لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | عِيسَى | Îsa |
|
3 | ابْنُ | oğlu |
|
4 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
5 | اللَّهُمَّ | Allah’ım |
|
6 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
7 | أَنْزِلْ | indir |
|
8 | عَلَيْنَا | bizim üzerimize |
|
9 | مَائِدَةً | bir sofra |
|
10 | مِنَ | -ten |
|
11 | السَّمَاءِ | gök- |
|
12 | تَكُونُ | olsun |
|
13 | لَنَا | bizim için |
|
14 | عِيدًا | bir bayram |
|
15 | لِأَوَّلِنَا | öncemiz için |
|
16 | وَاخِرِنَا | ve sonramız için |
|
17 | وَايَةً | ve bir mu’cize (olsun) |
|
18 | مِنْكَ | Senden |
|
19 | وَارْزُقْنَا | bizi rızıklandır |
|
20 | وَأَنْتَ | ve sen |
|
21 | خَيْرُ | en hayırlısısın |
|
22 | الرَّازِقِينَ | rızık verenlerin |
|
İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre Hz. Îsâ’nın bu duası üzerine gökten bir sofra indirilmiştir. Tefsir kitaplarında bu sofrada hangi yiyeceklerin yer aldığı, bu ziyafetin ne kadar bir süre devam ettiği ve kimlere nasip olduğu hususunda ayrıntılı açıklamalar yer almıştır. Fakat bu bilgileri destekleyen sahih rivayetler bulunmamaktadır. Bazı tâbiîn bilginlerinden gelen bir rivayeti esas alan müfessirlere göre yüce Allah’ın “Kuşkunuz olmasın, ben onu size indireceğim; fakat bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, varlıklar âleminde hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim” buyurması üzerine, sofra indirilmesini isteyenler bu taleplerinden vazgeçmişler ve sofra indirilmemiştir. Reşîd Rızâ, hıristiyanların kutsal kitabı olan İnciller’de bu konuda bir bilginin bulunmamasını ve bunun hıristiyanlar arasında bilinegelen bir olay olmamasını bu yorumu destekler nitelikte bulur, İnciller’deki Hz. Îsâ’nın yiyecekleri bereketlendirmesiyle ilgili bilgilerin gökten sofra indirilmesi mûcizesiyle ilgisinin bulunmadığını açıklar. Şu var ki İnciller’de bu konuda bilgi bulunmamasını bu görüşe destek kılmak isabetli görünmemektedir. Zira sofranın indirilip indirilmediği bir yana –Kur’an’ın haber verdiği– havârilerin bu isteği ve Hz. Îsâ’nın bu duası da İnciller’de zikredilmemektedir. Taberî, Resûlullah’tan, ashabından ve Selef bilginlerinden nakledilen rivayetleri dikkate alarak ve Allah Teâlâ’nın vaadini mutlaka yerine getirmiş olduğunu düşünerek sofranın indiği görüşünü tercih etmek gerektiğini savunur. Ancak Taberî’ye göre, neler içerdiğini belirleme cihetine gitmeksizin üzerinde yiyecekler bulunan bir sofra indiğini kabul etmekle yetinilmelidir; zaten bunları bilmenin bir yararı olmadığı gibi, bilmemenin de bir zararı yoktur.
Kuran Yolu/Diyanet Tefsiri
ماد yerin sallanması gibi büyük nesnelerin sallanması ve çalkalanmasıdır. مَائِدَة ise üzerinde yemek bulunan tabak, tepsi veya sofradır. Bazı âlimler bu ayetteki mâide kelimesini ilim olarakta yorumlamışlardır; çünkü nasıl yiyecek bedenlerin gıdasıysa, ilim de kalplerin gıdasıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mâide ve meydandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
عود avede: عَوْدٌ Bir şeyden döndükten veya ayrıldıktan sonra ona, ya bizzat ya da sözle ve azim (kararlılık) itibarıyle geri dönmektir. إعَادَة ; bilgi, haber veya başka bir şeyin tekarlanmasıdır. عَادَة fiil ve infialin, bir huy gibi insanın kolay yapabileceği bir duruma gelinceye kadar tekrar edilmeleridir. Bundan dolayı âdet ikinci bir tabiattır denmiştir. ألْعِيد belli aralıklarla tekrarlanan şeydir. Yine ألْعِيد insan üzerinde dönüp duran /tekrarlayan her türlü şeydir. عَائِدَة insana dönen herhangi bir faydadır. مَعَاد Dönüş ve dönüşün yapıldığı zaman ve mekanla ilgili kullanılır. Yolculuk yapmayı ve çalışmayı itiyat haline getirmesi ya da yılların peşpeşe üzerinden geçip gitmesi sebebiyle yaşlı deveye عَوْدٌ denir. عُود asıl anlamı kesildiği zaman tekrar yeşerme özelliğine sahip olan ağaçtır. Daha sonra bu kelime ut çalgısına ve kendisiyle tütsü yapılan öd ağacına tahsis edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 63 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri âdet, âid, âidat, (alel)âde, âdi, avdet (etmek), (fevkal)âde, iâde, itiyat, mutat, miat, muâyededir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ع۪يسَى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
ابْنُ ise ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Mekulü’l-kavli, اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا’dir. اللّٰهُمَّ münadadır. Nida harfi mahzuftur. اللّٰهُمَّ ifadesindeki مَّ, nida harfi olan يَا ’nın yerine gelmiştir; dolayısıyla bu iki harf birlikte kullanılmaz. Bu, Allah lafzının hususiyetlerinden biridir. (Keşşâf - Âşûr)
رَبَّنَٓا lafza-i celâlin sıfatıdır. Muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı اَنْزِلْ عَلَيْنَا ’dır. اَنْزِلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup, takdiri أنت’dir.
عَلَيْنَا car mecruru اَنْزِلْ fiiline müteallıktır. مَٓائِدَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزِلْ fiiline müteallıktır.
تَكُونُ لَنَا ع۪يداً لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ
Cümle مَٓائِدَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.
تَكُونُ nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَكُونُ ’nun ismi müstetir هي zamiridir. لَنَا car mecruru ع۪يدًا’in mahzuf haline müteallıktır.
ع۪يدًا kelimesi تَكُونُ ’nun haberi olup lafzen mansubtur. لِاَوَّلِنَا car mecruru لَنَا’nın bedelidir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰخِرِنَا kelimesi atıf harfi وَ’la لِاَوَّلِنَا ’ya matuftur.
اٰيَةً kelimesi atıf harfi وَ’la ع۪يدًا ’e matuftur. مِنْكَ car mecruru اٰيَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. ارْزُقْنَا sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ haber olup lafzen merfûdur.
الرَّازِق۪ينَ kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الرَّازِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan رزق fiilinin ism-i failidir.قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli …رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi münadanın nida edilene yakın olma isteğine işarettir.
اللّٰهُمَّ’nin aslı يا الله ’tır. Nida harfi hazfedilip, nida harfinden ivaz olarak مَّ, gelmiştir. Bu kullanım sadece bu isme mahsustur. رَبَّنَٓا ikinci nida veya lafza-i celâl için sıfattır.
Dikkat edilirse önce اللّٰهُمَّ, sonra رَبَّنَٓا şeklinde ikinci bir nida gelmiştir. Bu nida ilkinden bedel veya atf-ı beyan değildir. Bu iki nidadan amaç tevazu içinde olmak veya yakarışta mübalağa etmektir. Kur’an’da sadece burada vardır. Mübalağalı bir nidadır. Duanın ne kadar içten olduğunun bir göstergesidir.
Nidanın cevabı اَنْزِلْ عَلَيْنَا, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
رَبَّنَٓا izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.
مَٓائِدَةً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
İsa (a.s.) görüldüğü gibi niyazının başında Allah Teâlâ’ya iki kere nida eder: Birincisinde bütün kemalâtı kapsayan ulûhiyet vasfıyla ikincisinde de terbiye ifade eden rubûbiyet vasfıyla. Bu iki nidadan amaç, tevazu içinde olmak ve yakarışta mübalağa etmektir. (Ebüssuûd)
تَكُونُ لَنَا ع۪يداً لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا
مَٓائِدَةً için sıfat olan cümle fasılla gelmiştir. كانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede كانَ ,ع۪يداً ’nin haberidir. Car-mecrur لَنَا, önemine binaen amili olan ع۪يداً ’e takdim edilmiştir.
Nidanın cevabına matuf olan وَارْزُقْنَا cümlesi duanın devamıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
وَارْزُقْنَا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
لِاَوَّلِنَا - اٰخِرِنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَارْزُقْنَا - ع۪يداً - مَٓائِدَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ne kadar dikkate şayandır ki havariler sofrayı isteyip maksatlarını anlatırken yemeği öne almışlar ve diğer dinî ve ruhanî maksatlarını geriye bırakmışlardı. Halbuki Hz. İsa dinî maksatları öne almış ve yeme maksadını hem geriye bırakmış hem de rızık olmakla ifade etmiş ve sonra rızıkta kalmayıp rızkı veren Allah’a geçmiş ve onu ululamış ve onu yüceltmekle şükrünü de arz etmiştir. Bunlar düşünülünce ruhların derecelerindeki mertebeler ne büyük bir fark ile ortaya çıkmış oluyor. (Elmalılı)
Ayetteki bu tertip hakkında bir düşün. Zira havariler, gökten gelecek bir sofra isterlerken onu isteme hususunda birçok sebep zikretmişler, bunun başında da önce “yeme” sebebini getirerek “İstiyoruz ki biz de ondan yiyelim.” (Maide Suresi, 113) demişler, dinî ve manevî sebepleri geriye bırakmışlardır. Ama Hz. İsa, bu sofrayı isteyip sebeplerini sıralarken önce dinî sebepleri söyleyip yeme sebebini sonraya almıştır. Çünkü o, sözünün sonunda “Bizi rızıklandır.” demiştir. İşte bunu iyice düşündüğünde bir kısmının ruhanî bir kısmının da maddeye mütemayil olmaları bakımından ruhların derece derece oluşları gözünün önüne serilir. Sonra Hz. İsa’nın dini son derece saf, ruhu da alabildiğine aydınlık olduğu için “Bizi rızıklandır.” diyerek rızıktan bahsedince o sözle kalmamış, rızıktan rızık verene geçerek “Sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” demiştir. Buna göre ayetteki (Ey Rabbimiz) ifadesi, Hakk Teâlâ’nın ismi ile başlama; “Üstümüze gökten bir sofra indir.” ifadesi, zattan sıfatlara geçiş; “Bizim hem evvelkilerimiz hem sonrakilerimiz için bir bayram olsun.” ifadesi, birer nimet olmaları bakımından değil, nimeti veren Allah’tan südur etmeleri bakımından ruhun nimetlerden dolayı sevinmesine bir işaret; “Senden bir ayet (mucize) olsun.” ifadesi, bu sofranın, istidlal ve tefekkür edebilecek kimselere bir delil olmasına bir işaret; “Bizi rızıklandır.” ifadesi de nefse düşen paya bir işarettir. Bunların hepsi, Allah Teâlâ’dan inen şeylerdir. O halde bir bak, Hz. İsa, önce en şerefli olandan başlayıp nasıl kademe kademe daha aşağı doğru inmiştir. Daha sonra o, “Sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” demiştir ki bu da yaratılmıştan yaratana, Allah olmayandan Allah’a; daha aşağıda olandan daha yukarıda şerefli olana doğru yeniden bir yükseliştir. İşte bunu düşündüğünde nurânî, ilahî ve aydınlık ruhların nasıl çıkıp indikleri hususunda bir işaret belirir. (Fahreddin-er Râzî)
وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i faile muzâf olan خَيْرُ cümlenin müsnedidir. Müsnedin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الرَّازِق۪ينَ - وَارْزُقْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nida cümlesi Allah ismiyle başlayıp onun ismiyle bittiği için cümlede teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.