اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لَوْ | eğer |
|
5 | أَنَّ | şüphesiz |
|
6 | لَهُمْ | kendilerinin olsa |
|
7 | مَا | olanların |
|
8 | فِي |
|
|
9 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
10 | جَمِيعًا | hepsi |
|
11 | وَمِثْلَهُ | ve onun bir katı daha |
|
12 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
13 | لِيَفْتَدُوا | fidye verseler |
|
14 | بِهِ | onu |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | عَذَابِ | azabına karşılık |
|
17 | يَوْمِ | gününün |
|
18 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
19 | مَا |
|
|
20 | تُقُبِّلَ | kabul edilmez |
|
21 | مِنْهُمْ | kendilerinden |
|
22 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
23 | عَذَابٌ | bir azab |
|
24 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Diğer tarafta ise Allah’tan sakınıp O’na yakınlaştıracak yol ve kurtuluşa eremeyen kafirlerin tablosu yer almaktadır. Bu canlı ve somut bir gerçektir. Nitelikler ve detaylı bilgiler verme yoluna gidilmekte, fakat, kıyamet sahnelerini ve diğer büyük amaçlarını ortaya koyarken işlediği yönteme uygunu olarak hareketleri ve heyecan verici olayları anlatmaktadır:
“Kafirlere gelince eğer yeryüzünün tüm varlıkları bir kat fazlası ile birlikte kendilerinin olsa da bu servetlerini kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler bu fidyeleri kabul edilmez. onları acıklı bir azap beklemektedir.”
İnsan hayalinin tasavvur edebileceği en uç nokta kâfirlerin dünyada bulunan her şeye sahip olmaları varsayımıdır. Fakat, Kur’an’ın üslubu, varsayımlar dünyasında ulaşılabilecek bu hayalden daha fazlasını var saymaktadır. Evet onlara, dünyadakilerin tümünün bir kat fazlası ile onların olduğunu varsaymakta ve kıyamet günü azaptan kurtuluş fidyesi olarak bunları vermeyi dileyeceklerini tasvir etmektedir. Onlar ateşten çıkmak için çabalamalarını bu hedefe ulaşmamalarını ve sürekli eziyet veren bir azap içinde kala kalışlarının manzarasını çizmektedir. Gerçekten bu somut ve hareketli bir manzaradır. Bu manzaradan onlar yanlarında dünyadaki herşeyi ve bir o kadarı daha bulunur haldedirler. Allah’a kurtuluş akçesi vermek isterken ki o halleri… Umduklarını bulamamış istekleri reddedilmiş durumdayken cehenneme girişleri sırasındaki halleri… Ve oradan çıkmak isterlerken orada kalmaya zorlanırken ki manzaraları…
(Fizilal-il Ku’an / Seyyid Kutub)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, اَنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubtur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri; ثبت (Sabit oldu) şeklindedir.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. جَم۪يعًا kelimesi مَا ’nın hali olup fetha ile mansubtur.
مِثْلَهُ atıf harfi وَ ’la مَا ism-i mevsûlune matuftur. Mekân zarfı مَعَ , mahzuf hale müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَفْتَدُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte لَهُمْ ‘e yani اَنَّ ’nin haberine müteallıktır. يَفْتَدُوا fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru يَفْتَدُوا fiiline müteallıktır. مِنْ عَذَابِ car mecruru aynı şekilde يَفْتَدُوا fiiline müteallıktır. يَوْمِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Şartın cevabı مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ ’dur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُقُبِّلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنْهُمْ car mecruru تُقُبِّلَ fiiline müteallıktır.
يَفْتَدُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi فدي’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَهُمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. أَلِیمٌ ise عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ
Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu, bahsi geçen kişileri tahkir amacına matuftur. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası كَفَرُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlü, azamet ve dehşet bildirmek için gelmiştir.
Bu ibtidaî kelâm, kıyamet gününde kâfirlerin mükâfata nail olması şöyle dursun nelere tevessül ederlerse etsinler azaptan kurtulmalarının imkânsız olduğunu belirtmek suretiyle, zaman geçirmeden emirlere uymanın gerekliliğini tekid ve müminleri, Allah'a yaklaşmak için vesileler ihdasına koşmaya teşvik eder. (Ebüssuûd)
لَوْ şart, اَنَّ masdar ve tekid harfidir. اَنَّ ve akabindeki isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle takdiri ثبت (Sabit oldu.) olan mahzuf fiilin failidir. Masdar-ı müevvel olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
… لَوْ اَنَّ لَهُمْ şeklindeki cümle bu azabın onlardan ayrılmayacağını ve onlar için hiçbir şekilde azabtan kurtuluş yolu olmayacağını vurgulayan bir temsildir.(Sâbûnî)
لَهُمْ car mecruru اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. مِثْلَهُ , ism-i mevsûle atıftır.
يَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ cümlesine dahil olan lâm-ı ta’lil nedeniyle cümle, cer mahallindedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle masdar tevilinde, اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ cümlesi şartın cevabıdır. Menfi mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ilâhî kelâmdan murad, inkâr ve küfredenler için azabın kaçınılmaz ve herhangi bir yolla bu azaptan kurtulmanın imkânsız olduğunu temsilî bir ifade ile belirtmektir.
(Ebüssuûd)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelam olup, اِنَّ ’nin haberidir.
[Kıyamet gününün azabı] ibaresinde kevn-i lâhik alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Çünkü kıyamet gününde hesap görülecek, azap sonra başlayacaktır. Bununla beraber o günün dehşetinin başlı başına bir azap olduğunu ifade için bir mübalağa da olabilir.
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Cümle وَ ile şartın cevabına matuftur.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Haberin takdimi kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.
اَل۪يمٌ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.
عَذَابٌ - اَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.
Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden öylesine büyük bir azap vardır ki, bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. (Keşşâf)
عَذَابٌ اَل۪يمٌ ifadesindeki اَل۪يمٌۙ kelimesi ism-i fail kalıbındadır. İşarî olarak verdiği azabın şiddetinden dolayı, azap verirken kendisi bile acımaktadır şeklinde düşünülebilir.
عَذَابٌ - مَا kelimelerinin takrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
أَلِمَ kökünden gelen “elem” acı, ağrı; اَل۪يمٌۙ ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada elim acı duyan anlamına alınırsa, bu, azabın değil fakat azabedilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı tekid) vardır. (Ebüssuûd)
Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyil cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâbtır