اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَمَنْ | kimse gibi midir? |
|
2 | كَانَ | iken |
|
3 | مَيْتًا | ölü |
|
4 | فَأَحْيَيْنَاهُ | kendisini dirilttiğimiz |
|
5 | وَجَعَلْنَا | ve verdiğimiz |
|
6 | لَهُ | kendisine |
|
7 | نُورًا | bir ışık |
|
8 | يَمْشِي | yürüyebileceği |
|
9 | بِهِ | onunla |
|
10 | فِي | arasında |
|
11 | النَّاسِ | insanlar |
|
12 | كَمَنْ | kimsenin |
|
13 | مَثَلُهُ | benzeri |
|
14 | فِي | içindeki |
|
15 | الظُّلُمَاتِ | karanlıklar |
|
16 | لَيْسَ | olmayan |
|
17 | بِخَارِجٍ | çıkışı |
|
18 | مِنْهَا | ondan |
|
19 | كَذَٰلِكَ | işte öyle |
|
20 | زُيِّنَ | süslü gösterilmiştir |
|
21 | لِلْكَافِرِينَ | kafirlere |
|
22 | مَا | (işler) |
|
23 | كَانُوا | oldukları |
|
24 | يَعْمَلُونَ | yapıyor |
|
Bir önceki âyette müşriklerin, şeytanların telkinleri altında müminlere karşı mücadele açmasından söz edildikten sonra bu âyette, belirtilen iki kesimin durumu parlak bir temsille değerlendirilmektedir. Burada müminlerin İslâm’ı kabul etmelerinden önceki durumu, bir ölü gibi bütünüyle hayır ve faydadan yoksun kalmış olanın durumuna benzetilmiştir. Çünkü küfür ve şirk, insanın hakkı bâtıldan ayırarak kurtuluş yolunu bulmasına engel olur. Buna karşılık Allah’ın kendisine İslâm’ı nasip ettiği kişi ise, yeniden hayata kavuşmuş insan gibi, gerçeği gerçek olmayandan, doğru ve yararlı olanı yanlış ve zararlı olandan ayırt etme imkânına kavuşmuştur; böylece iman nuruyla zihni ve kalbi aydınlanan kişinin bu sayede yolu da aydınlık olur. İnkâra saplanmış olan için ise, küfrü devam ettiği sürece karanlıktan kurtuluş ümidi de kalmamıştır. 121. âyette belirtildiği üzere inkârcılar, şeytanların telkin ettiği vesveselerle muhâkeme ve değerlendirme disiplinlerini kaybettikleri için yaptıkları çirkin işler de artık kendilerine güzel gösterilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 464
مشي Meşeye : مَشْيٌ sözcüğü, iradeyle (kendi isteği) bir yerden başka bir yere yürüme ve intikal etme demektir. Ayrıca مَشْيٌ kinayeli olarak nemime ve kovuculuk (ara bozuculuk, laf taşıma) anlamında da kullanılır. Kuran-ı Kerim’de her iki manada da kullanımı mevcuttur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 23 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri temâşâ ve Meşşâiler (Aristocular) dir.
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ
Hemze istifham, وَ istînâfiyyedir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ مَيْتاً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir.
مَيْتاً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubtur.
فَ atıf harfidir. اَحْيَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle müteallıktır. نُوراً birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَمْش۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بِه۪ car mecruru يَمْش۪ي fiiline müteallıktır. فِي النَّاسِ car mecruru يَمْش۪ي ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, كَ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
مَثَلُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي الظُّلُمَاتِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِ zaiddir. خَارِجٍ lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
مِنْهَا car mecruru خَارِجٍ ‘e müteallıktır.
خَارِجٍ kelimesi sülâsî mücerred olan خرج fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili زُيِّنَ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; تزيينا كذلك التزيين للمؤمنين (müminler için süslendiği gibi süsleyerek) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
زُيِّنَ fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir. لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru زُيِّنَ fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
زُيِّنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ
Müstenefe olan cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası كَانَ مَيْتاً şeklinde كَانَ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.
فَاَحْيَيْنَاهُ cümlesi sılaya فَ ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasındadır. Aynı üsluptaki وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً cümlesi, bu cümleye matuftur.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade eden … يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. نُوراً ’dan hal olan cümle anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
يَمْش۪ي بِه۪ sözündeki بِ sebebiyyedir. İnsanlar kelimesi müşebbehün bih olarak açıkça zikredilmiştir ki onlar diridir ve insan toplumu onlarsız olmaz. (Âşûr)
Teşbih harfi كَ sebebiyle mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl مَنْ’in sılası مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ, isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فِي الظُّلُمَاتِ bu mahzuf habere müteallıktır.
Mevsûllerde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mevsûlden hal olarak vav’sız gelen müekked hal cümlesi لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا, menfî isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid بِ harfinin dahil olduğu لَيْسَ ,بِخَارِجٍ’nin haberidir.
Mümin olmayan, kâfir olan kişi ölü olarak niteleniyor. Onu dirilttik yani hidayete erdirdik demektir. Bu ibarelerde istiare vardır. مَيْتاً kelimesi müsteardır ve müstearun leh dalalettir. İstiare-i inadiye vardır فَاَحْيَيْنَاهُ kelimesi müsteardır. Müstearun leh hidayet ve imandır. İstiare-i vifakiye vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayette temsilî teşbih vardır. Mürseldir.
Allah Teâlâ burada dalalette iken hidayet edip - hak taraftarları ile batıl taraftarlarını, doğru yolda gidenlerle yanlış yolda olanları sayesinde birbirinden ayırdığı- yakîne ermeye muvaffak kıldığı kişinin halini, “ölü iken Allah’ın dirilttiği, kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nur bahşettiği ve o nurla aydınlanarak insanları birbirinden ayırıp özelliklerini birbirinden ayırt edebilen bir kişi”nin haline benzetmekte; yanlış yolda giden kişiyi de karanlıklar içinde bocalayan ve ondan bir türlü ayrılıp kurtulamayan kimseye benzetmektedir.
“Karanlıklarda kalıp oradan çıkamayan birinin temsili” yani sıfatı “gibi…” Ki bu sıfat da karanlıklarda kalıp oradan çıkamamaktır. Mana “O, hiç çıkamayacak şekilde karanlıklar içindedir.” şeklindedir. (Keşşâf, Ebüssuûd)
فِي الظُّلُمَاتِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla karanlık içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü الظُّلُمَاتِ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak karanlığın çok yoğun olduğunu ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayetteki مَيْتاً [ ölü] ile فَاَحْيَيْنَاهُ [dirilttik] sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıttı olmanın yanı sıra birincisi isim, ikincisi fiildir. (Dr. Mustafa Aydın/Arap Dili Belagatında Bedî İlmi Ve Sanatları )
كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Takdiri, …تزيينا كذلك التزيين للمؤمنين [Müminler için süslendiği gibi süsleyerek] şeklindedir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
…زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
زُيِّنَ fiilinin naib-i faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا’nın sılası كَانَ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.
Şeytanî vesveselere uyan, onlara fısıldanan yaldızlı sözlere kanan kâfirlere, işledikleri küfür ve günahlar ya şeytanların fısıldamaları sırasında Allah Teâlâ tarafından ya da yaldızlı sözler ve yanıltma yoluyla şeytanlar tarafından tezyin edilmiş, hoş gösterilmiştir. Çünkü eğer bunlar kendilerine süslü gösterilmemiş olsaydı, bunda ısrar etmezler ve hakka karşı onlarla mücadele vermezlerdi.
(Ebüssuûd)
كَانَ - كَانُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَيْتاً - اَحْيَيْنَاهُ ve نُوراً - الظُّلُمَاتِ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كَ - مَثَلُ ve جَعَلْنَا - يَعْمَلُونَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَنْ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.