Mümtehine Sûresi 1. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ  ...

Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تَتَّخِذُوا edinmeyin ا خ ذ
6 عَدُوِّي benim düşmanımı ع د و
7 وَعَدُوَّكُمْ ve sizin düşmanınızı ع د و
8 أَوْلِيَاءَ dostlar و ل ي
9 تُلْقُونَ siz iletiyorsunuz ل ق ي
10 إِلَيْهِمْ onlara
11 بِالْمَوَدَّةِ sevgi و د د
12 وَقَدْ halbuki
13 كَفَرُوا onlar inkar ettiler ك ف ر
14 بِمَا şeyi
15 جَاءَكُمْ size gelen ج ي ا
16 مِنَ -tan
17 الْحَقِّ hak- ح ق ق
18 يُخْرِجُونَ (yurdunuzdan) çıkardılar خ ر ج
19 الرَّسُولَ Elçiyi ر س ل
20 وَإِيَّاكُمْ ve sizi
21 أَنْ dolayı
22 تُؤْمِنُوا inandığınızdan ا م ن
23 بِاللَّهِ Allah’a
24 رَبِّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
25 إِنْ eğer
26 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
27 خَرَجْتُمْ çıkmış خ ر ج
28 جِهَادًا cihadetmek için ج ه د
29 فِي
30 سَبِيلِي benim yolumda س ب ل
31 وَابْتِغَاءَ ve kazanmak için ب غ ي
32 مَرْضَاتِي benim rızamı ر ض و
33 تُسِرُّونَ (nasıl) gizliyorsunuz س ر ر
34 إِلَيْهِمْ onlara
35 بِالْمَوَدَّةِ içinizde sevgi و د د
36 وَأَنَا oysa ben
37 أَعْلَمُ bilirim ع ل م
38 بِمَا şeyleri
39 أَخْفَيْتُمْ sizin gizlediğiniz خ ف ي
40 وَمَا ve şeyleri
41 أَعْلَنْتُمْ açığa vurduğunuz ع ل ن
42 وَمَنْ ve kim
43 يَفْعَلْهُ bunu yaparsa ف ع ل
44 مِنْكُمْ sizden
45 فَقَدْ elbette
46 ضَلَّ sapmıştır ض ل ل
47 سَوَاءَ doğru س و ي
48 السَّبِيلِ yoldan س ب ل
 
Peygamber Efendimiz Mekke’nin fethine hazırlanacağını pek az sahâbisine söylemişti. Bunlardan biri olan ve âilesini Mekke’de yalnız bırakıp hicret eden Hâtıp ibni Ebî Beltea, Mekkeliler, âilesine bir zarar vermesin düşüncesiyle Resûlullah’ın savaş hazırlığını onlara bildirmek üzere bir mektup yazdı ve Mekke’ye giden bir kadına verdi. Allah Teala bu durumu Resûlüne bildirdi. O da Hz. Ali başkanlığında birkaç sahâbiyi o kadından mektubu alıp getirmekle görevlendirdi; onlarda mektubu alıp getirdiler. Bu olay üzerine, her ne sebeple olursa olsun kâfirleridost edinmemek gerektiğini bildiren bu âyet indi. Bedir ve Uhud Gazvelerine katılan Hatıb’ın samimi bir Müslüman olduğunu bilen Peygamber Efendimiz onu cezalandırmayıp hatasını bağışladı. (Buhari, Tefsir 60/1, Cihad 141,195, Megazi 9,45, İsti’zan 23, İstitabetü’l-mürteddin 9; Müslim, Fezâilü’s-sahabe 161).
 

  Hafeye  خفي : 

  خَفِي ـ يَخْفَى ـ خَفاءً  örtünmek anlamına işaret eder. Bu kök hem gizli kalmak hem de ortaya çıkmaktır. Zıt anlamlı fiillerdendir.

   Bazı dilbilimciler gizli kalmak manasında عَلى  ile, zahir olmak manasında ise لِ harfi ceri ile kullanmışlardır.

  Bir şey sınırını aştığında zıddı ile yansır, akseder. Kullanıldığı yerde الْخَفاء şiddet ve tekid yönünden haddini aştığında الإظْهار (ortaya çıkma)sınırına ulaşır. Dolayısıyla الإظْهار bu kelimenin anlamlarından değil o anlamların tesirlerinden biridir.

  Tef'il babı formundaki خفَّيْتُه  de bir şeyin gizli kapalı yönünü bertaraf etmektir ki onu ortaya koymak/çıkarmak anlamına gelir.

ُ  اخْفَيْتُه  ise bir şeyi gizlemektir ki onu örtmekle aynıdır. Bunun karşılığında الإبْداء ve  الإعْلان kullanılır.

  İstif'al babı formundaki الإسْتِخْفاء ise gizleme talebidir. (Müfredat-Tahqiq)

  Kuran’ı Kerim’de tüm türevleriyle 34 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ihfa, hafiye, mahfi ve hafi (zikir)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ 

 

يَٓا  nida harfidir. اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Nidanın cevabı   لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ ‘dır. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عَدُوّ۪ي  mef’ûlun bih olup  ي  üzere mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَدُوِّي  lafzı  فَعُولٍ  vezninden masdar olarak gelmiştir. Bu masdarların sayısı azdır. Bu vezinde gelen masdarlarda hem müzekker hem müennes, hem müfred hem tesniye hem de cemi manası vardır. (Âşûr)

عَدُوَّكُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

تُلْقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  تُلْقُونَ  fiiline mütealliktir.  بِ  sebebiyyedir.  بِالْمَوَدَّةِ  car mecruru تُلْقُونَ  fiiline mütealliktir.  

تَتَّخِذُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

تُلْقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  haliyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  كَفَرُوا  fiiline mütelliktir. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

جَٓاءَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنَ الْحَقّ  car mecruru  جَٓاءَكُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.


يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يُخْرِجُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الرَّسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اِيَّاكُمْ  munfasıl zamir atıf harfi وَ ‘ la makabline matuf olup mahallen mansubdur.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i ceriyle  يُخْرِجُونَ  fiiline mütealliktir.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  رَبِّكُمْ  izafeti lafza-i celâlin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُخْرِجُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir. 

تُؤْمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ 

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فلا تتّخذوا عدوى.. أولياء (Benim düşmanımı dost edinmeyin) şeklindedir.

خَرَجْتُمْ  cümlesi  كُنتُم ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.  خَرَجْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  جِهَاداً  hal konumunda olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ف۪ي سَب۪يل۪ي  car mecruru  جِهَاداً  fiiline mütealliktir.  ابْتِغَٓاءَ  atıf harfi وَ ‘la  جِهَاداً ‘e matuftur.  Aynı zamanda muzâftır. مَرْضَات۪ي  muzâfun ileyh olup  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تُسِرُّونَ  fiili  تَتَّخِذُوا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

تُسِرُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  تُسِرُّونَ  fiiline mütealliktir.  بِالْمَوَدَّةِ  car mecruru  تُسِرُّونَ  fiiline mütealliktir. 

تُسِرُّونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سرر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ 

 

اَنَا۬ اَعْلَمُ  cümlesi  تُلْقُونَ  ve  تُسِرُّونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir. وَ  haliyedir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup mahallen merfûdur.

اَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’ dir. مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اَخْفَيْتُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَخْفَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  مَٓا اَعْلَنْتُمْ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

اَخْفَيْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خفي ’dir. 

اَعْلَنْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  علن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.    


 وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَفْعَلْهُ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  يَفْعَلْهُ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  سَوَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّب۪يلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile   mecrurdur.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ


Ayette hüsn-i ibtida ve berâât-i istihlâl sanatları vardır. Lafzen, üsluben ve manen konuya güzel bir giriş yapılmıştır.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâât-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan  لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

لَا  harfi muzari fiilin önüne geldiğinde fiili cezmeder ve istikbal manası taşır. (İtkan s.472) İkinci mef’ûl olan  اَوْلِيَٓاءَ  kelimesindeki nekrelik nev ve umum ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.

عَدُوّ۪ي  ibaresinden sonra,  عَدُوَّكُم ‘ün zikri, umumdan sonra husus babında, düşmana dikkat çekmek ve uyarı için yapılmış ıtnâb sanatıdır. Allah’ın düşmanı zaten Müslümanların da düşmanıdır.

عَدُوَّكُمْ  ve  اَوْلِيَآء  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  عَدُوّ۪ي  ve  عَدُوَّكُم  ْibarelerinde cinas ve terdîd, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı ve ıtnâb vardır. Böylece sizin düşmanınız kelimesinde benim düşmanım kelimesi hatırlanır ve düşmanların ortak olduğu anlaşılır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

Allah Teâlâ’nın müminlere hitabındaki  عَدُوّ۪ي  (benim düşmanım) ifadesi “benim dinimin düşmanı“ anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)   

عَدُوّ۪ي  kelimesinin Allah (cc)’a ait zamire izafesi düşman kâfirlerin durumunu kerih göstermek içindir. Kelimelerin birbirine atfında bazen daha önemli olan takdim edilir. Burada  عَدُوِّي  kelimesi önemine binaen  عَدُوَّكُمْ kelimesine takdim edilmiştir.

Cenab-ı Hak  وليًّ  değil de  اَوْلِيَٓاءَ  buyurmuştur. Halbuki, bunun mukabili olan  عَدُوَّ kelimesi müfred olarak gelmiştir. Harf-i tarifle marife olan bir kelime, nasıl bütün fertleri içine alırsa, izafet yoluyla marife kılınan kelimeler de böyledir (çoğul gibidir). (Fahreddin er-Râzî) (Nesefi, islamilimleri.com Nesefi/Medarik tefsiri)

عَدُوِّي  lafzı  فَعُولٍ  vezninden masdar olarak gelmiştir. Bu masdarların sayısı azdır. Bu vezinde gelen masdarlarda hem müzekker hem müennes, hem müfred hem tesniye hem de cemi manası vardır. (Âşûr)


تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen  تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ  cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır. Müspet muzari fiil sıygasında, lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لقي  fiili atmak fırlatmak demektir. Burada takdim etmek manasındadır.  اِلَي  harf-i ceriyle müteaddi olduğunda sunma, ulaştırma verme manasına gelir, buna tazmin denir.

بِالْمَوَدَّةِ ‘deki harf-i cer  بِ , zaid veya sebebiyyedir. Âşûr da fiille mef’ûlu arasındaki bağlılığı tekid tekid için geldiği görüşündedir. 

الْمَوَدَّةِ  cümlede aslında mef’ûlun bihtir. Mef’ûlun bihin fiile kuvvetle bağlandığını ifade için mülâbese ve musahabe anlamı taşıyan  بِ  harfiyle mecrur olmuştur. Mülâbese ve musahabe  مَوَدَّةِ ‘in lâzımlarıdır.  مَوَدَّةِ  kelimesine  بِ ’nin dahil olması küffarla dostluktan çekinmeyi artırır.

عَدُوَّ - الْمَوَدَّةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ  cümlesi  عَدُوَّ ‘nün halidir. Cümlenin başındaki  قَدْ  tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder. 

قَدْ  sadece fiilin başına gelen bir tekîd harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu ibare vahiyden kinayedir. 

مِنَ الْحَقِّۚ  car mecruru,  جَٓاءَكُمْ ’deki failin, mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ  ifadesi, haberî üslupta gelmesine rağmen, tevbih ve kınama anlamı taşıdığı için, muktezâ-i zâhirin hilafınadır ve mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

كَفَرُوا - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  الْحَقِّۚ  - كَفَرُوا  kelimeleri arasında ise îhâm-ı tıbâk sanatı vardır.

[Halbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler] cümlesi iki fiilden (تَتَّخِذُوا , تُلْقُونَ) birinin failinden haldir. (Beyzâvî) 


يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ 

 

Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وإيّاكُمْ  cümlesi  كَفَرُوا  fiilinin failinden haldir. (Âşûr)

Ayetin ‘çıkarıyorlar’ ile geniş zaman fiilinin kullanımı kâfirlerin hicretle vatanlarından çıkmak zorunda bıraktıkları Müslümanlara olan nefret ve düşmanlıklarının devam edeceğine işaret etmektedir. (Nüzul Bağlamında Mümtehine Suresi Tefsiri, Bikâî, Nazmü’d-dürer, 19: 287-294)

Müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْ  cümlesi, mef’ûlun lieclih konumundadır. Yani,  لِإيمانكم بالله ’dir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أنْ تُؤْمِنُوا  lafzının muzari sıygasında gelmesi müminlerin imanlarının devamlılığına ve  dinlerine olan bağlılıklarından dolayı övülmeye işaret etmektedir. Ayrıca yurtlarını terk etmelerine neden olan şey, onları bundan caydırmamıştır. (Âşûr)

بِاللّٰه  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  رَبِّكُمْ  izafeti lafza-i celâl için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

رَبِّكُمْ  izafetinde muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamirinin ait olduğu kişiler, şan ve şeref kazanmıştır. Yani Allah’a inananları şereflendirmek ve desteklendiklerini hissettirmek içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah ve Rabb isimlerinin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

للّٰهِ  - رَبِّ - الرَّسُولَ  ve  عَدُوَّ - كَفَرُوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Önceki hal cümlesi mazi idi, bu cümle muzari geldiği için maziden muzariye geçiş dolayısıyla iltifat vardır.

Küffarın bu ikinci hali, durumu tasvir ve nefret ettirmek için muzari fiil sigasıyla gelmişken ilk halinin küfretme durumunun kararlı ve devamlılığına işaret etmek üzere mazi gelmesi muciz Kur'an'ın beyanî güzelliklerindendir.

الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ  ibaresinde dikkat edilirse; يخرجونكم والرسول  (Sizi ve Resulü çıkarıyorlardı) buyurulmayıp Resul kelimesi öne alınmıştır. Bu takdim, hem Peygamberi şereflendirmek hem de asıl olduğuna işaret etmek içindir. 

تُؤْمِنُوا - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır


اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubundaki terkipte,  كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi  كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin haberi olan  خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي ‘nin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, فلا تتّخذوا عدوى أولياء. (Benim düşmanımı dost edinmeyin) şeklindedir.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.    

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, s. 114)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, s. 107) 

Ayette cihat için, vuku bulma ihtimalinin az olduğu şart fiiline dahi olan  اَنْ  şart edatının kullanılmasından, cihada Allah rızasını kazanmak maksadıyla çıkanların azınlıkta olduğu anlaşılmaktadır.

جِهَاداً  kelimesi, haldir. Masdar vezninde gelerek  ف۪ي سَب۪يل۪ي ‘ye müteallak olmuştur. 

وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي  izafeti,  جِهَاداً ‘e matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.

خَرَجْتُمْ  - يُخْرِجُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَب۪يل۪ي  ve  مَرْضَات۪ي  izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları,  مَرْضَات۪  ve  سَب۪يل۪  için, tazim ve tekrim ifade eder.

بِاللّٰهِ  ile  ف۪ي سَب۪يل۪ي  kelimeleri arasında gaipten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

عَدُوَّ - جِهَاداً ve  مَوَدَّةِ - ابْتِغَآءَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr vardır.

اِنْ  ve  اَنْ  arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَب۪يلِ  kelimesi din manasında istiaredir.  سَب۪يلِ  aslında yol demektir.  Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yol veya din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. Câmi’ (ortak yön) hedefe ulaştırmaktır. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi, Sırat kelimesinin açıklamasından )

تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ  cümlesi şartın mukadder cevabı olan… تَتَّخِذُوا ‘daki failin hali veya  تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ  cümlesinden bedel, ya da istînâf cümlesidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

 بِالْمَوَدَّةِۗ  car mecruru,  تُسِرُّونَ  fiiline mütealliktir. 

تُسِرُّون (gizleyeceksiniz) fiili muzari olarak gelmiştir ki sahneyi canlandırıp bu fiilden nefret ettirsin. Bu fiil  افعال  babında gelmiştir. Bu bab mübalağa da ifade eder. Dolayısıyla bu gizlilikte mübalağa vardır.

تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ  cümlesiyle,  تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

بِ  harfi; sebebiyyedir. Yani sevdiğiniz için onlara gizlice haber veriyorsunuz demektir. Bu harfin zaid olması ve mef’ûlü tekid için gelmiş olması da caizdir. (Âşûr)

Halidî ise bu harfin musahabe ve mülâbese manası taşıdığını söyler. (Salâh Abdu-l Fettâh el-Hâlidî, Vakafât, s. 144.)

 

 وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ 

 

Bu cümle hal veya itiraz cümlesidir. başındaki وَ  harfi de hal veya itiraziyyedir. (Âşûr)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Çünkü iman edenler Allah Teala’nın her şeyi, gizliyi de saklıyı da bildiğini bilmektedirler.

Bu cümlede mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Azarlama ve kınama için gelmiştir.

Munfasıl zamir  اَنَا۬  müsnedün ileyh,  اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ  müsneddir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  اَعْلَمُ’ ya mütealliktir. Sılası olan  اَخْفَيْتُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

İkinci mevsûl, aynı üsluptaki sılasıyla birlikte önceki mevsûle atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezattır.

اَخْفَيْتُمْ  cümlesinden sonra  اَعْلَنْتُمْۜ cümlesinin zikri, Allah’ın bilme fiilinin kemalini vurgulamak için yapılmış ıtnâbdır. Gizliyi bilen, aleni olanı da bilir.

اَخْفَيْتُمْ - تسرون   kelimeleri arasında mürâât-i nazîr,  اَعْلَنْتُمْۜ - اَخْفَيْتُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

بِ  harfi sebebiyet, musahabe ve mülâbese içindir.

اَعْلَمُ  ve  اَعْلَنْتُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  مَٓا ’ların tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنَا۬ اَعْلَمُ [Ben en iyi bilenim] ibaresinin isim cümlesi formunda oluşu hükmün, zamanla ilgili olmadığına, müsnedin ism-i tafdil oluşu sübut ve devamlılığın söz konusu olduğuna işaret eder.

Gizli olanı da aleni olanı da bilirim cümlesinden her iki durumda da kâfirlerle dostluğun yasak olduğu anlaşılmaktadır. Bu, idmâc sanatıdır.

وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ  cümlesinde  اَعْلَمُ  ism-i tafdil,  تُسِرُّونَ إلَيْهِمْ  cümlesi de mufaddalun aleyhdir. Takdiri şöyledir: Ben, gizlediğinizi ve açıkladığınızı onlardan ve sizden daha iyi biliyorum.  بِ  harf-i cerinin müteallakı da ismi tafdil olan  اَعْلَمُ ’dur. Mecruruna musahabe manası katar. (Âşûr)


وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ

 

Şart üslubunda gelen cümlede  وَ  istînâfiyye, şart ismi olan  مَنْ  mübtedadır. Şart cümlesi olan  مَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ , tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Burada gelen şart fiili gelecek için olup, ayetin nüzul sebebinde bahsedilen Hâtıb gibi yasaklanan, bu konuda uyarılıp, yapanları hakkında kınanma ve rezillik kendisine bildirildikten sonra bu fiili işleyenlere yönelik bir tehdittir. (Âşûr)

Şart cümlesi  لا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وعَدُوَّكم أوْلِياءَ  şeklindeki nehiy cümlesine atfedilmiştir. Çünkü yasaklanandan vazgeçmeyen, hidayetten sapmış demektir. (Âşûr)

سَّب۪يلِ  kelimesi iki kere geçmiş, her seferinde farklı bir mana taşıyarak cinas sanatı olmuştur. Aynı zamanda reddü’l-acüz ale’s-sadr ve terdîd sanatı vardır.

سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ  ifadesi amellerden istiaredir.

Salih ameller ve hidayet üzere olmak, düz yola benzetilerek  سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ  lafzı müstear olarak gelmiştir. Bu öyle bir yoldur ki, bu yola giren gideceği hedefe varır, ondan sapanlar ise helake düşer. Burada kastedilen İslam'dan ve doğru yoldan sapmaktır. (Âşûr)

سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ ; sıfatın mevsufa izafesidir. (Âlûsî)

Ayetteki beş hal cümlesinin ikisi kafirlere, ikisi müminlere biri de Rabbül Alemine aittir. Kafir ve Müslümanlara ait dört halin fiil cümlesi, Allah Teala’ya ait olanın ise isim cümlesi olarak gelmesi dikkat çekicidir.

Kâfirlerle müminlerin iki halinin tenakuz teşkil etmesi müslümanları bu konuda uyarmada mübalağadır. Ayetteki iki şart cümlesinin ikisi de müslümanlara aittir. 

Kur’an,‘’yoldan sapma” ifadesini iki şekilde kullanır: ضَلَّ سَواّءَ السَّبِيل  ve  ضَلّ عَنْ سواء السبيل

عن ile kullanıldığında, doğru yoldan sapılmıştır. Yani kişi doğru yoldadır ve nereye gittiğini biliyordur ama bir yanlış yapmış ve yoldan sapmıştır. Geri dönüş çabası olması umut edilir. Ama  عن  olmadan kullanılınca yolun nerde olduğunu, ya da gittiği yolun bir yere varıp varamayacağını bile bilmiyordur. Yani tümüyle kaybolmuştur!”