Tahrim Sûresi 8. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...

Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 تُوبُوا tevbe edin ت و ب
5 إِلَى
6 اللَّهِ Allah’a
7 تَوْبَةً tevbe ile ت و ب
8 نَصُوحًا yürekten ن ص ح
9 عَسَىٰ umulur ki ع س ي
10 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
11 أَنْ
12 يُكَفِّرَ örter ك ف ر
13 عَنْكُمْ sizden
14 سَيِّئَاتِكُمْ kötülüklerinizi س و ا
15 وَيُدْخِلَكُمْ sizi sokar د خ ل
16 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
17 تَجْرِي akan ج ر ي
18 مِنْ
19 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
20 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
21 يَوْمَ günde ي و م
22 لَا
23 يُخْزِي utandırmayacağı خ ز ي
24 اللَّهُ Allah’ın
25 النَّبِيَّ peygamberi ن ب ا
26 وَالَّذِينَ ve olanları
27 امَنُوا inanmış ا م ن
28 مَعَهُ onunla beraber
29 نُورُهُمْ onların nuru ن و ر
30 يَسْعَىٰ koşar س ع ي
31 بَيْنَ önleriden ب ي ن
32 أَيْدِيهِمْ önleriden ي د ي
33 وَبِأَيْمَانِهِمْ ve sağ yanlarından ي م ن
34 يَقُولُونَ derler ki ق و ل
35 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
36 أَتْمِمْ tamamla ت م م
37 لَنَا bize
38 نُورَنَا nurumuzu ن و ر
39 وَاغْفِرْ ve bağışla غ ف ر
40 لَنَا bizi
41 إِنَّكَ doğrusu senin
42 عَلَىٰ üzerine
43 كُلِّ her ك ل ل
44 شَيْءٍ şey ش ي ا
45 قَدِيرٌ gücün yeter ق د ر
 

Bu âyette yapılması istenen tövbenin nasıllığıyla ilgili olarak kullanılan nasûh kelimesi, “hâlis, katışıksız” mânası taşıdığı gibi “düzeltici, onarıcı” anlamına da gelir; nush kelimesi de bu mânalarla bağlantılı olarak “öğüt vermek, nasihat etmek” demektir. Âyetteki ifade, tövbenin tam mânasıyla pişman olma ve bir daha pişman olduğu o işe dönmeme azmini içermesi gerektiğini göstermektedir (Zemahşerî, IV, 117). Kelimenin bu sözlük anlamları ve tövbede aranan şartlar dikkate alınarak meâlde bu kelime “içtenlikle ve kararlılık içinde” şeklinde çevrilmiştir. Böyle bir içtenlik ve kararlılıkla yapılan tövbeye de İslâmî kaynaklarda tevbe-i nasûh denilmiştir (tövbe hakkında bk. Nisâ 4/17-18; Tevbe 9/117; Furkan 25/70-71; buradaki nûr kelimesi ve “sağ yanlarından” ifadesinin açıklaması için bk. Hadîd 57/12; 9. âyetin açıklaması için bk. Tevbe 9/73).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 410
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًۜ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاً ‘dır.

 تُوبُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  تُوبُٓوا  fiiline mütealliktir.  تَوْبَةً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَصُوحاً  kelimesi  تَوْبَةً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

نَصُوحاً  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ 


عَسَى  terecci harfi, elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder. 

رَبُّكُمْ  izafeti  عَسَى ‘nın ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  عَسَى ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُكَفِّرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَنْكُمْ  car mecruru يُكَفِّرَ  fiiline mütealliktir.  سَيِّـَٔاتِكُمْ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

يُدْخِلَكُمْ   atıf harfi  وَ ‘la  يُكَفِّرَ ‘ye matuftur.  يُدْخِلَكُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. تَجْر۪ي  fiili  جَنَّاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِ  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من تحت أشجارها  (Ağaçlarının altından)  şeklindedir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُۙ  fail olup lafzen merfûdur. 

يُكَفِّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

يُدْخِلَكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ 


يَوْمَ  zaman zarfı  يُدْخِلَكُمْ  fiiline mütealliktir. لَا يُخْزِي  fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ , hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُخْزِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

النَّبِيَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَعَ  mekân zarfı  اٰمَنُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُخْزِي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خزي ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

 نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ


İsim cümlesidir.  نُورُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَسْعٰى  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَسْعٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَيْنَ  mekan zarfı  يَسْعٰى  fiiline mütealliktir.  اَيْد۪يهِمْ  muzâfun ileyh olup  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِاَيْمَانِ  car mecruru atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup  يَسْعٰى  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ 


Cümle,  اَيْد۪يهِ ‘deki zamirden hal olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)                                       

Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا ‘dir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَتْمِمْ  dua manasında sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  لَنَا  car mecruru  اَتْمِمْ  fiiline mütealliktir.  نُورَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اغْفِرْ لَنَا  atıf harfi وَ ‘la  اَتْمِمْ لَنَا ‘ya matuftur. 

اَتْمِمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  تمم ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.    

                                                                                                      

اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَلٰى كُلِّ  car mecruru قَد۪يرٌ ‘e mütealliktir. شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

قَد۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. 

Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

Nidanın cevap cümlesi olan  تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. Mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  تُوبُٓوا  fiiline mütealliktir.  تَوْبَةً  mef’ûlu mutlaktır.  نَصُوحاً  kelimesi  تَوْبَةً  için sıfattır. Sıfatın müzekker gelişi tövbeye değil, tövbe eden kişiye ait oluşu dolayısıyladır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

["Ey iman edenler, Allah'a samimi bir tevbe ile tevbe edin”] samimiyetin son mertebesine ulaşmış bir tövbeyle. Bu da (nasuh) tövbe edenin sıfatıdır; çünkü tövbe etmekle kendi nefsine nasihat eder. Onun sıfat olması mübalağa için mecazîdir ya da (nasuh) nasahat'in sonuna varmış demektir ki, o da dikiş dikmektir. Sanki o tövbe günahın yırttığını dikiyor. (Beyzâvî)

تَوْبَةً  - تُوبُٓوا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

تَوْبَةً ‘in sıfatı  نَصُوحاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Tövbe,  نَصُوحاً  olmakla vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Tövbe, samimi içten davranan bir canlıya benzetilmiştir. Samimi ve içten olan tövbe değil, tövbe eden kişidir. Burada sebep zikredilmiş, sonuç kastedilmiştir. Çünkü tövbe, samimiyet ve içtenliğin sonucudur.

Keşşâf’da ise şöyle denilmiştir: Buradaki  تَوْبَةً  kelimesi, bir isnad-i mecazî olarak, "nasihat edici" (نَصُوحاً ) diye tavsif edilmiştir ki bu da, insanların, işlemiş oldukları o kötülüklerden alabildiğine pişman olmaları ve bir daha aynı şeyleri yapmamak kaydıyla ettikleri tövbedir. Nasûh ifadesinin,"elbisenin dikişi" manasındaki, نصاحت السوب  ifadesinden olduğu da söylenmiştir. [Olur ki Rabbiniz…] ifadesi, Allah'ın kullarını ümitvar ettiği bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


 عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ 


Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Terecci manalı nakıs fiil  عَسَى ’nın dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

عَسٰى  fiili,  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.  رَبُّكُمْ  izafeti  عَسٰى ’nın ismidir.

رَبُّكُمْ  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

عَسٰى fiili Allah Teâlâya isnad edildiğinde gereklilik ifade eder, kulların kelamında ise ümit ve arzu ifade eder, Allah’a nispeti kesinlik, kullara nisbeti şek ve zanna dayanan nisbettir. (Celâleddin es-Suyûtî, c. 1, s. 53)

Umut fiili  عَسٰى ‘yı kullanması, meliklerin adeti üzeredir (onlar bu kalıpla konuşurlar) ve şunu belirtmek içindir ki, tövbe Allah’ın lütfudur, onu kabul etme mecburiyeti yoktur ve kul, korku ile ümit arasında olmalıdır. (Beyzâvî) 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki …  اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ  cümlesi, masdar teviliyle  عَسٰى ’nın haberi konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ  cümlesi  atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا  cümlesi  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.

جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen  جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا  cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır 

يَوْمَ  zaman zarfı  يُدْخِلَكُمْ  fiiline mütealliktir.  يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrur olan  لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesinde tecrîd sanatıdır.

Zamir makamında zahir isim olarak Allah lafzının tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

الَّذ۪ينَ , mef’ûl konumundaki  النَّبِيَّ ’ye matuftur. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ nin sılası olan  اٰمَنُوا مَعَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Bu kelâm, Allah'ın o gün kâfirleri ve fâsıkları rüsva edeceğine işaret etmekte ve müminleri bundan korumakta ve övmektedir. (Ebüssuûd)

الَّذ۪ينَ - اٰمَنُوا  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayetteki, ‘’Ey iman edenler’’ ifadesi, daha önce geçen, ‘’Ey kâfirler’’ ifadesiyle nasıl bir münasebet arz eder? Deriz ki: Allah Teâlâ, müminlerin bugün tövbe etmek suretiyle, o günkü azabı savuşturabileceklerine dikkatlerini çekmiştir. Çünkü o gün yapılacak tövbenin bir değeri yoktur. Burada şöyle bir incelik yatmaktadır: Cenab-ı Hak bu ifadeyle, geçen şeyler hususunda yapılan terhibden (korkutmadan) sonra, azabı savuşturmaya dikkat çekmenin, onların hallerini ve haklarındaki in'am ve ikramları zikretmek suretiyle, bir tergibi (teşviki) ifade etmiş olmaktadır. (Fahreddin er-Râzî) 

 

 نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin  الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ ‘den hal olması da caizdir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نُورُهُمْ  mübteda,  يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ  cümlesi haberdir. Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi muzafun ileyhin tazimini ifade eder. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ  cümlesi  اَيْد۪يهِمْ ’deki zamirden haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  وَاغْفِرْ لَنَا  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı ve ona matuf olan cümle emir üslubunda gelmesine karşın, emir anlamından çıkarak dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

يَسْعٰى - عَسٰى  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نُورَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَسْعٰى  fiili,  نُورُهُمْ ’a isnad edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan çabalama fiili nura nispet edilerek bir canlı yerine konmuştur.  Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.


اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. Müminlerin duasının devamıdır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber üslubunda olmasına rağmen cümle muktezayı zahirin hilafına olarak, dua ve sena manasında geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan  قَد۪يرٌ ‘e takdim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

اِنَّ ’nin haberi olan  قَد۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

شَيْءٍ ‘deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri önceki cümleyi veya mazmununu tekid için gelen ıtnâb sanatıdır. 

Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189)

اِنَّ  ile tekid edilmiş müstenef cümlede harikulade bir îcâz vardır. Çünkü [Her şeye kādirdir] ibaresinin kapsamına girmeyen bir şey yoktur. Bu ibarenin manaları sonsuzdur. Ayrıca ayet onun ölüleri diriltmeye kādir olduğu manasından, her şeye kādir olduğu şeklindeki mübalağa sıygasına geçmiştir. Mananın genişliği,  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ [Her şeye kādirdir] ifadesindeki car mecrurun takdimi sebebiyledir. Asıl yeri  قَد۪يرٌ  şeklindeki haberden sonradır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.363-364)

Duanın gerekçesine işaret eden tezyîl hükmündeki bu sözler, onun, isteklerine icabet edeceğini umduklarından kinayedir. (Âşûr)