قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kimdir? |
|
3 | رَبُّ | Rabbi |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
5 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
6 | قُلِ | de ki |
|
7 | اللَّهُ | Allah! |
|
8 | قُلْ | O halde, de |
|
9 | أَفَاتَّخَذْتُمْ | mi edindiniz? |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
12 | أَوْلِيَاءَ | veliler |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يَمْلِكُونَ | gücü olmayan |
|
15 | لِأَنْفُسِهِمْ | kendilerine |
|
16 | نَفْعًا | bir fayda |
|
17 | وَلَا | ve veremeyen |
|
18 | ضَرًّا | bir zarar |
|
19 | قُلْ | de ki |
|
20 | هَلْ |
|
|
21 | يَسْتَوِي | bir olur mu? |
|
22 | الْأَعْمَىٰ | kör |
|
23 | وَالْبَصِيرُ | ve gören |
|
24 | أَمْ | yahut |
|
25 | هَلْ |
|
|
26 | تَسْتَوِي | bir olur mu? |
|
27 | الظُّلُمَاتُ | karanlıklar |
|
28 | وَالنُّورُ | ve aydınlık |
|
29 | أَمْ | yoksa |
|
30 | جَعَلُوا | buldular da |
|
31 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
32 | شُرَكَاءَ | ortaklar |
|
33 | خَلَقُوا | yaratan |
|
34 | كَخَلْقِهِ | O’nun yarattığı gibi |
|
35 | فَتَشَابَهَ | benzer (mi) göründü |
|
36 | الْخَلْقُ | bu yaratma |
|
37 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
38 | قُلِ | de ki |
|
39 | اللَّهُ | Allah’tır |
|
40 | خَالِقُ | yaratıcısı |
|
41 | كُلِّ | her |
|
42 | شَيْءٍ | şeyin |
|
43 | وَهُوَ | ve O |
|
44 | الْوَاحِدُ | tektir |
|
45 | الْقَهَّارُ | kahredendir |
|
Bu ayette teşabüh vardır. Müşebbeh ve müşebbehe bih arasındaki ortak mana olan camî, yani vech-ü şebe’nin müşebbehu bihde, müşebbehten olduğundan daha kuvvetli olması gerekir. Eğer teşbihte bu durum yoksa, yani ikisinden birinin diğerine üstünlüğü kastedilmiyorsa bu durumda teşbih değil teşabüh yapmak gerekir. Bunu; “teşbihten maksadın aynı güzellikte iki şeyi ifade etmek olduğu durumlar” şeklinde tarif edebiliriz. Bunun için teşabehe fiili kullanılır. (Kur’an Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Ayette müşriklerin, Allah dışında bir yaratıcının halk ettiği şeyi, Allah’ın yarattıklarıyla eş değerde tutma zihniyetinde oldukları ifade edilmektedir.
“Hel yestevil a’ma vennur, em hel yesteviz zulümatü vennur” şeklindeki harika istiarede “zulumat” dalalet ve küfür için, “nur” hidayet ve iman için olduğu gibi “basar” mü’minler için,”a’ma” da kafirler için müstear olmuştur. Manası şöyledir; görenle görmeyen bir olmadığı gibi, bu nurun ru’yetinden habersiz olan müşrikle, hakkın nurunu gören mü’min bir olmaz. Görenle görmeyen arasındaki fark, batıl ile hak arasındaki fark açıktır. Karanlıkla nur arasındaki fark, iman ve dalalet arasındaki fark da aşikardır. Batıl eğer fazlalaşır yükselişe geçerse, batıl yayılır, sonra yok olur gider sözünde olduğu gibi, muhakkak ki Allah onu siler, kazır yok eder. (Sabunî ve Kur’an Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
”Kul lillahu” ifadesinde icaz-ı hazif vardır. Takdiri; “Allahu halikus semavati vel ard” dır. Siyakın delaletiyle mübtedanın haberinin mahzuf olduğu anlaşılmaktadır. Bu eşsiz bir îcazdır. Araplara göre Belagat îcazdadır. (Sabuni)
Semavat – arz, nef’an – darran, a’ma – basîr, zulümât – nur, şürekae – vahid kelimeleri arasında tıbak-ı icab vardır.
Yestevî – testevî; halekû – hâlikû – halku – halkıhi kelimeleri arasında iştikak cinası, Kul (beş kere), em kelimelerinin tekrarında ve bütün bu kelimeler arasında reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ayetteki istifham edatları hemze ve hel ile başlayan iki soru cümlesi gerçek soru manasında değildir. Hemze ve hel asli manası dışında nehiy manası ifade etmek üzere kullanılmıştır. Kınama ve azarlama kastı vardır. Mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Ayetin son cümlesindeki Allah Teala’nın sıfatlarının, ayetin içeriğiyle son derece mütenasip olması muraatün nazîr sanatının güzel bir örneğidir.
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. رَبُّ haber olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
قُلِ اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اللّٰهُ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, ربّ السموات şeklindedir.
قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. اتَّخَذْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfudur.
مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءَ mef’ûlun bih olup sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَمْلِكُونَ fiili, اَوْلِيَٓاءَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِاَنْفُسِهِمْ car mecruru يَمْلِكُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَفْعاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. ضَراًّ kelimesi atıf harfi وَ ’la نَفْعاً ’e matuftur.
اتَّخَذْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. هَلْ istifham harfidir. يَسْتَوِي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
الْاَعْمٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
الْبَص۪يرُ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْاَعْمٰى ’ya matuftur.
يَسْتَوِي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftial babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ
اَمْ munkatı’ olup بل manasındadır. هَلْ istifham harfidir. يَسْتَوِي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
الظُّلُمَاتُ fail olup damme ile merfûdur. النُّورُ kelimesi atıf harfi وَ ’la الظُّلُمَاتُ ’ye matuftur.
اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ
اَمْ munkatı’ olup بل manasındadır. جَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru شُرَكَٓاءَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. شُرَكَٓاءَ kelimesi جَعَلُوا fiilinin mef’ûlu olup fetha ile mansubdur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلّٰهِ ifadesinde yer alan ل harfi, hem mülkiyeti, sahipliği hem de mutlak egemenliği ifade eder. Mutlak egemenliği elinde bulunduran Allah, kullarına zulmetmeyi asla istemez. Ancak hakimiyetleri noksan olan idareciler zulmeder. Ama Yüce Allah mutlak egemenliğe sahip olduğundan kullarına zulmetmez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an, Âl-i İmran Suresi, 109)
خَلَقُوا fiili, شُرَكَٓاءَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. خَلَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَخَلْقِه۪ car mecruru mahzuf sıfata müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. تَشَابَهَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْخَلْقُ fail olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru تَشَابَهَ fiiline müteallıktır.
شُرَكَٓاءَ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe, benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. خَالِقُ haber olup lafzen merfûdur. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur, شَيْءٍ de muzafun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْوَاحِدُ haber olup lafzen merfûdur.
الْقَهَّارُ kelimesi ise ikinci haber olup lafzen merfûdur.
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Müstenefe olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müsned konumundaki رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ izafetinde, السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ kelimelerinin Rabb ismine izafesi, veciz anlatım kastının yanında, onlara tazim ifade eder.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Semavattan sonra arzın söylenmesi hususun umuma atfı babındandır. Çünkü semavat, arzı da içine alır.
قُلِ اللّٰهُۜ
Müstenefe olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Lafza-i celal, takdiri رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ (Semavatın ve arzın Rabbi) olan haber için mübtedadır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celalle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Peygamberimize (s.a.), böyle cevap vermesinin emredilmesi, bu cevabın değişmez olduğunu, kendisi ile hasmın, bu cevapta eşit olduklarını zımnen bildirmek içindir. Yahut bu emir, onların itiraflarını hikâye etme emridir.
Bu da bu hususun, onlar için de kaçınılmaz olduğunu bildirmek içindir. Sanki şöyle denilmiştir: Ey Resulüm! Onların itiraflarını hikâye et; böylece onların aleyhinde sabit olan hüccet ile onları sustur. Yahut bu emir, ilzam edilmekten kaçınmak için eğer cevapta tereddüt ederlerse, kendilerine bu cevabı telkin etmek içindir. Zira onlar o durumda inkâra muktedir olamazlar. (Ebüssûud)
قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ cümlesi, takdiri أأقررتم بالجواب (Cevabı kabul ettiniz mi?) olan mukadder mekulü’l-kavle matuftur.
Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkâri manadadır. İstifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlamda olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ cümlesi, اَوْلِيَٓاءَ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır.
Olumsuzluğun tekidi için nefy harfi tekrarlanmıştır.
Nefislere zarar ve fayda veremeyecek özelliğe sahip olanlar اَوْلِيَٓاءَ ’da cem’ edilmişlerdir. Cem' ma’at-taksim sanatıdır.
مِنْ دُونِه۪ izafeti gayrının tahkiri içindir.
نَفْعاً - ضَراًّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ
İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ise muzari fiil sıygasında gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
الْاَعْمٰى ve الْبَص۪يرُۙ kelimelerinde istiare vardır. الْبَص۪يرُۙ mümine, الْاَعْمٰى kâfire benzetilmiştir.
الْاَعْمٰى - الْبَص۪يرُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قُلْ emrinin tekrar edilmesi, özel bir ihtimam içindir. Çünkü daha önce zikredilen mana, ilahlarına ibadet edilmesini geçersiz kılmak içindir. (Âşûr)
هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ [Hiç körle gören bir olur mu? ] Yani iyilik açısından gözleri görmeyen bir kimseyle gören kimse eşit olmadığı gibi, Allah'ın azamet ve kudretini bilmeyen müşrik de, bunları bilen muvahhidle eşit değildir. Burada ki الْاَعْمٰى [kör] den maksat, hakka karşı kör olup batılı görendir. الْبَص۪يرُ [Gören]’den maksat da hakkı görüp batıla karşı gözü kapalı olandır. (Ruhu’l Beyan)
اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ
Müstenefe olan اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ cümlesine dahil olan اَمْ , idrâb harfi بل manasındadır. Muzari fiil sıygasında gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
تَسْتَوِي - يَسْتَوِي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الظُّلُمَاتُ - النُّورُۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Ayrıca bu kelimelerde tasrihi istiare vardır. Nur: İslam, sırat-ı müstakim; karanlıklar ise küfür, yanlış yollardır. Küfür; içinde yürüyenlerin yollarını şaşırıp saptığı karanlık gibidir. İman ise yoldan çıkanlara yol gösteren, şaşkınları doğru yola ileten nur gibidir. İmanın neticesi, naîm cennetlerine ve sevaba erildiği için aydınlıktır. Küfrün neticesi ise cehennem ve azap olduğu için karanlıktır.
الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ [Karanlık ve nûr] yokluk ve varlık diye tefsir edildiği gibi, hidayet ve zıddı olarak da tefsir edilir. Karanlığın önce zikredilmesi; eşyanın yokluğunun varlığından önce olması sebebiyledir.
İki hal arasındaki tesviyenin olumsuzlanması, iki hali benzetmek demektir. Bu; teşbihi beliğ sıygasındandır. (Âşûr)
اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ [Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?] Bunlar eşit olmadığı gibi, şirk ve inkârla tevhid ve marifet de eşit değildir. Ayetteki, şirki ifade için kullanılan الظُّلُمَاتُ [karanlık] kelimesi, şirkin çeşitli şekilleri olduğu için çoğul kullanılmıştır. Bunlar, Hristiyanların şirki, Yahudilerin şirki, puta tapıcıların şirki ve mecusilerin şirkidir. Tevhid ise bunun aksine tektir. (Ruhu’l Beyan)
اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ
Bu cümledeki soru edatı da, inkâr içindir. Yani “Allah'ın yarattığı gibi yaratan ortaklar yoktur.” demektir. (Ruhu’l Beyan)
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede اَمْ, idrâb harfi بل manasındadır. Sonrasındaki istifham harfi mahzuftur. Mazi fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle, istifham üslubunda olsa da soru kastı taşımayıp alay ve tahkir manalarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ cümlesi, شُرَكَٓاءَ için sıfat konumundadır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ cümlesi aynı üslupta gelerek sıfat cümlesine atfedilmiştir.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vechi şebeh hazf edildiği için mücmeldir.
İstifham, tehekküm ve kafa karışıklığı için kullanılmıştır. (Âşûr)
قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ
Müstenefe olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ise, mübteda ve haberden müteşekkildir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin izafetle marife olması, faydayı çoğaltmak, daha kâmil bir hale getirmek içindir. Allah’ın yaratma sıfatında ortağı olmadığını, her şeyi yaratanın o olduğunu vurgular.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
خَلَقُوا - خَالِقُ -الْخَلْقُ - خَلَقُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُلِ - اَمْ - هَلْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قُلْ emrinin tekrarı, delille susturmak ve bağlayıcılığı pekiştirmek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Ayetin fasılası olan وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ cümlesi, mekulü’l-kavle matuftur. Bu cümlenin mekulü’l-kavlden ayrı olarak istinaf cümlesi olduğu da söylenmiştir.
Sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber, inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf, ale’s-sıfattır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْقَهَّارُ, ikinci haberdir.
Haber olan iki vasfın, aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
الْوَاحِدُ - الْقَهَّارُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)