Ra'd Sûresi 17. Ayet

اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَابِياًۜ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ  ...

O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır. İşte Allah, böyle misaller verir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
2 مِنَ
3 السَّمَاءِ gökten س م و
4 مَاءً bir su م و ه
5 فَسَالَتْ çağlayıp aktı س ي ل
6 أَوْدِيَةٌ dereler و د ي
7 بِقَدَرِهَا kendi ölçüsünce ق د ر
8 فَاحْتَمَلَ ve taşıdı ح م ل
9 السَّيْلُ sel س ي ل
10 زَبَدًا köpüğü ز ب د
11 رَابِيًا üste çıkan ر ب و
12 وَمِمَّا ve vardır
13 يُوقِدُونَ yak(ıp erit)tikleri madenlerden de و ق د
14 عَلَيْهِ onların
15 فِي
16 النَّارِ ateşte ن و ر
17 ابْتِغَاءَ yapmak için ب غ ي
18 حِلْيَةٍ süs ح ل ي
19 أَوْ yahut
20 مَتَاعٍ eşya م ت ع
21 زَبَدٌ bir köpük ز ب د
22 مِثْلُهُ bunun gibi م ث ل
23 كَذَٰلِكَ böyle
24 يَضْرِبُ benzetme ile anlatır ض ر ب
25 اللَّهُ Allah
26 الْحَقَّ hakkı ح ق ق
27 وَالْبَاطِلَ ve batılı ب ط ل
28 فَأَمَّا ne zaman ki
29 الزَّبَدُ köpük ز ب د
30 فَيَذْهَبُ gider ذ ه ب
31 جُفَاءً yok olup ج ف ا
32 وَأَمَّا ve
33 مَا şey ise
34 يَنْفَعُ yararlı olan ن ف ع
35 النَّاسَ insanlara ن و س
36 فَيَمْكُثُ kalır م ك ث
37 فِي
38 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
39 كَذَٰلِكَ işte böyle
40 يَضْرِبُ örnek verir ض ر ب
41 اللَّهُ Allah
42 الْأَمْثَالَ misaller م ث ل
 
Hak, suya ve cevhere, bâtıl ise köpüğe ve curufa benzetilmiştir. Su yerde kalır ve canlılara hayat verir, köpük ve çerçöp ise bir kenara atılır. Saflaştırılıp süs eşyası veya kap kacak yapmak için ateşte eritilen madenlerin üzerindeki curuf da atılır, yok olup gider, yararlı olan cevher kalır. İşte hak karşısındaki batılın durumu da böyledir. Bâtıl bir süre hakkın önüne geçmiş, üstüne yükselmiş olsa da sonunda gerçek ortaya çıkar. Hak kalıcı, bâtıl ise köpük ve curuf gibi değersiz ve geçicidir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 282
 

ل Seyele : سالَ bir şey aktı demektir. İf’al formundaki أسالَ ise akıttı manasına gelir. إسالَةٌ sözcüğü hakikatte eritildikten sonra bakırın aldığı haldir. سَيْلٌ ise aslen bir mastar olmasına rağmen sonradan yağmurunun senin üzerine yağmadığı halde sana ulaşan suya/sele verilen isim olmuştur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sel, seyyal (akışkan) ve isaledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

زبد Zebede : زَبَدٌ suyun köpüğü demektir. Tereyağı da -زُبْدٌ- renk olarak köpüğe benzediği için bu kökten türetilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Zübeyde (öz, asıl, cevher)’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَابِياًۜ

 

Fiil cümlesidir.  اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  مَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  سَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اَوْدِيَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

بِقَدَرِهَا  car mecruru  سَالَتْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf  harfidir.  احْتَمَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  السَّيْلُ  fail olup lafzen merfûdur. زَبَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

رَابِياً  kelimesi   زَبَداً in sıfatı olup lafzen mansubdur.

احْتَمَلَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  حمل ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

رَابِياً  kelimesi sülâsî mücerred olan  ربو  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُوقِدُونَ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُوقِدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَيْهِ  car mecruru  يُوقِدُونَ  fiiline müteallıktır. فِي النَّارِ  car mecruru  عَلَيْهِ deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.

ابْتِغَٓاءَ  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.  حِلْيَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ulün lieclihi” veya “Mef’ulün min eclihi” de denir. Mef’ulün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

1. Harf-i cersiz kullanımı:

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَتَاعٍ  kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  زَبَدٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

مِثْلُهُ  kelimesi  زَبَدٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  كَ, harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يَضْرِبُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

يَضْرِبُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  الْحَقَّ  kelimesi mef’ûlun bih olup lafzen mansubdur. 

الْبَاطِلَ  kelimesi atıf harfi  وَ la makabline matuftur.

فَ, atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

الزَّبَدُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

يَذْهَبُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

جُفَٓاءً  hal olup fetha ile mansubdur.


وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَنْفَعُ النَّاسَ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَنْفَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

يَمْكُثُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَمْكُثُ  fiiline müteallıktır. 


كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ

 

Fiil cümlesidir.  كَ, harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يَضْرِبُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

يَضْرِبُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  الْاَمْثَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَابِياًۜ

 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَٓاءًۚ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Kendisiyle hidayet verilen Kur'an'ın gökten indirilmesi, hayat ve menfaat olan suyun gökten inmesine benzetilmiştir. (Âşûr) 

Aynı üslupta gelen  فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا  cümlesi ve  فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَابِياًۜ  cümlesi, istînâfa فَ  ile atfedilmişlerdir. Cümlelerin atıf sebebi temâsüldür.

اَوْدِيَةٌ  ve  زَبَداً  kelimelerindeki tenvin, kesret ve nev ifade eder. 

رَابِياً  kelimesi, زَبَداً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَوْدِيَةٌ  kelimesi nekre olarak getirilmiştir. Zira yağmur, bölgeler arasında sıra ile yağar. Böylece de yeryüzünün bazı çayları akarken bazıları akmaz. (Fahreddin er-Râzî)

Ayet-i kerîmedeki  فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا  ifadesinde bir şeyin mekânına isnad edilmesi türünden mecâz-ı aklî vardır. Zira akan, vadiler değil vadilerin sularıdır. Yani Allah Teâlâ, bulutlardan yağmuru indirir. Her bir vadi ve nehir, büyüklük ve küçüklüğüne göre bu yağmurdan payını alır ve vadilerin suları sel olup akar. Burada imanı kabul etme hususunda kalplerin darlık ve genişlik yönünden birbirinden farklı oluşuna da işaret vardır. Bir de ayet-i kerimenin tamamı dikkate alındığında yapılan benzetmede vech-i şebeh birçok unsurdan meydana geldiği için teşbîhi temsîlî bulunmaktadır.

Allah, böylece ayette bahsi geçenleri, hak ve batıl bir araya geldiğinde onlara misal olarak vermiştir. Sabit ve faydalı olan hak yine sabit ve faydalı suya, temiz ve saf madene benzetilmiş. Yok olup giden ve fayda vermeyen batıl ise selin etrafına fırlatıp attığı köpük, çerçöp ve eriyince madenden çıkan kir ve pasa benzetilmiştir. Netice olarak hak karşısında batılın devam edebilme imkânı yoktur. (Zuhaylî, c. VII, s. 156, 159; Sâbûnî, c. II, s. 84; Ayrıca bkz. Zemahşerî, c. III, s. 345; Beydâvî, c. III, s. 185; Ebu Hayyân, c. V, s. 371-372; Ebussuûd, c. V, s. 14-15; Âlûsî, c. XIII, s. 129-132; İbni Âşûr, c. XIII, s. 116-121)

سَالَتْ - السَّيْلُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ 

 

وَ ’la …اَنْزَلَ  cümlesine atfedilen bu cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallık ism-i mevsûlun sılası olan  … يُوقِدُونَ عَلَيْهِ  cümlesi, müspet muzari sıygada gelerek, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

مِمَّا ’daki min başlangıç içindir, ya da ba’ziyyet (bir kısım) manasınadır. (Beyzâvî, Âşûr)

Muahhar mübteda olan  زَبَدٌ ’deki tenvin nev ve tahkir ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

حِلْيَةٍ  ve  مَتَاعٍ  kelimelerindeki tenvin nev ifade eder.

يُوقِدُونَ - النَّارِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

زَبَدٌ مِثْلُهُ  cümlesinde müsnedin müsnedin ileyhe takdim edilmesi, müsnedin önemi sebebiyledir. Çünkü bu; Yüce Allah'ın harika bir eseri olarak kabul edilir. Ayrıca bu takdim muhatabın müsnedün ileyhi merakla beklemesine sebep olur. (Âşûr)


كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, amili  يَضْرِبُ  olan mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır. 

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Mef’ûl olan  الْحَقَّ  kelimesinin takdiri  مِثل  (gibi) olan muzâfı mahzuftur. Tezat sebebiyle  الْحَقَّ ’ya atfedilen  الْبَاطِلَۜ  kelimesinin de muzâfı olan  مِثل, mahzuftur.


يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ  ibaresinde îcaz-ı hazif vardır. Takdiri, كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ مِثل الْحَقّ وَمِثل الْبَاطِلَ  şeklindedir. Bunun delili  كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ  lafzıdır. Benzetmeler hakla batılın ve hidayetle dalaletin arasındaki farkı ortaya koymak için yapılmıştır. (Sâbûnî )

Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ, muhteşem bir temsîli teşbih ile benzetme yapmıştır. Hakkı, yeryüzünü sulayan temiz suya ve insanların faydalandığı madenlerin saf cevherine, batılı ise suyun sathında gözüken kire ve maden cevherinin kısa zamanda yok olup gidecek olan curufuna benzetmiştir. Bu; güzellik ve görkemin son noktasında bediî bir temsildir. (Sâbûnî)

كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ  [Allah, hak ve batıl için böylece misal verir.] ayetinin siyakıyla birlikte Allah suya avucunu açan kimsenin betimlemesi üzerinden körle görenin karşılaştırmasını, karanlık ve aydınlık benzetmesini ve köpük temsilini anlattıktan sonra “hak” kelimesine de öncelik vererek muhataba adeta “sen hak ve batıl için verilen bu örneklerden hak ve batılın ne olduğunu iyi düşün ve anla” demiş ve ders çıkarma yönünü muhataba bırakmıştır. Fakat müfessirlerin muşevveş leff-ü neşr kabul ettikleri bu ayet muhtelit leff-ü neşr sayılabileceği gibi ma’kus leff-ü neşr için güzel bir örnek oluşturabilmektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)  

 

فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ 

 

Makabline  فَ  ile atfedilen cümlede  اَمَّا, şart ve tafsil harfidir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ, mübteda olan  الزَّبَدُ ’nun haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ  cümlesinden sonra konuya geri dönüş yapılması metne manevi bir güzellik katan, istitrat sanatıdır.


وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ 

 

Önceki şart cümlesine  وَ ’la atfedilen bu cümle de, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ, mübteda olan ism-i mevsûl  مَا’nın haberidir. Müşterek ism-i mevsûlün sılası  يَنْفَعُ النَّاسَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Cevap cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sübut ifade eden bu isim cümlesinin müsnedinin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)


كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, amili  يَضْرِبُ  olan mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır. 

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Müsnedün ileyh olan Allah lafzı iki kez zikredilmiştir. Tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlin tekrarı, telezzüz, teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ  [İşte Allah böyle misaller vermektedir.]  cümlesi, verilen temsilin şanını tazim etmekte ve daha önce zikredilen,  كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ  [İşte Allah hak ile batıla böyle misal verir.]  cümlesini de tekid etmektedir. (Ebüssûud)

مِثْلُهُۜ - الْاَمْثَالَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr,

الزَّبَدُ ,كَذٰلِكَ  ,يَضْرِبُ  ,اَمَّا - اللّٰهُ  kelimelerinin tekrarında reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السَّمَٓاءِ - الْاَرْضِ  ve  الْحَقَّ - الْبَاطِلَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab  يَذْهَبُ - يَمْكُثُ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

السَّمَٓاءِ - اَوْدِيَةٌ - الْاَرْضِ  ve  مَٓاءً - السَّيْلُ  ve  حِلْيَةٍ  -  مَتَاعٍ - يَنْفَعُ ve  جُفَٓاءًۚ - زَبَدٌ - رَابِياًۜ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanat vardır.

كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ  cümlesi ile  كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

ضرِبُ الْمثَل  ibaresi istiâredir.  يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ  ifadesiyle şu iki anlam kastedilmiştir: Birisi, Allah Teâlâ’nın bu ifadeyle onu beldelerde ve insanların dillerinde dolaştırmayı kastetmiş olmasıdır. Diğer anlamı ise tıpkı dikilmiş bir şeye insanların bakışları dikkat kesildiği gibi misalin de insanların zihinlerindeki izlenimleri uyaracak derecede tanınmışlığa sahip olması sebebiyle (onların ilgisini çekip konuyu daha kolay anlamalarını sağlaması için) önlerine konmasıdır. Nitekim dikilmiş bir nesne insanların bakışlarını kendine çeker. Bu yorumuyla “misal dikme/getirme” tabiri, Arapların  ضربت الخِبَاء (çadırı kurdum/diktim) sözlerinden türetilmiştir ki bu, “Çadırın kazıklarını diktim, çadırı kazıklara tutturan iplerini bağlayıp kurdum” demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)