وَاِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِباً فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌۜ فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضاً فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُۜ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَۜ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve eğer |
|
2 | كُنْتُمْ | olur da |
|
3 | عَلَىٰ |
|
|
4 | سَفَرٍ | seferde |
|
5 | وَلَمْ |
|
|
6 | تَجِدُوا | bulamazsanız |
|
7 | كَاتِبًا | yazacak birini |
|
8 | فَرِهَانٌ | rehinler (yeter) |
|
9 | مَقْبُوضَةٌ | alınan |
|
10 | فَإِنْ | eğer |
|
11 | أَمِنَ | güvenirseniz |
|
12 | بَعْضُكُمْ | biriniz |
|
13 | بَعْضًا | diğerinize |
|
14 | فَلْيُؤَدِّ | ödesin |
|
15 | الَّذِي | kimse |
|
16 | اؤْتُمِنَ | kendisine güvenilen |
|
17 | أَمَانَتَهُ | emanetini |
|
18 | وَلْيَتَّقِ | ve korksun |
|
19 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
20 | رَبَّهُ | Rabbi olan |
|
21 | وَلَا |
|
|
22 | تَكْتُمُوا | gizlemeyin |
|
23 | الشَّهَادَةَ | şahidliği |
|
24 | وَمَنْ | ve kimse |
|
25 | يَكْتُمْهَا | onu gizleyen |
|
26 | فَإِنَّهُ | şüphesiz o |
|
27 | اثِمٌ | günahkardır |
|
28 | قَلْبُهُ | onun kalbi |
|
29 | وَاللَّهُ | Allah |
|
30 | بِمَا | şeyleri |
|
31 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
32 | عَلِيمٌ | bilir |
|
Seferaسفر : سَفْرٌ bir şeyi örten/kapatan örtüyü veya perdeyi açmak ya da kaldırmaktır. Özellikle somut şeylerle ilgili kullanılır. İf'al formundaki إسْفارٌ sözcüğü ise özellikle renkle ilgili kullanılır. سِفْرٌ hakikatlerin örtüsünü ve perdesini açan veya kaldıran kitap manasını ifade eder ve çoğulu أسْفارٌ şeklinde gelir. Türkçede de kullandığımız sefir kelimesi (سَفِيرٌ) insanlar arasında aracılık ederek aralarındaki ihtilaf ve anlaşmazlığı izale eden, ortadan kaldıran kişidir. سَفْرٌ lafzı yolculuk/sefer yemeği ve bu yemeğin yeneceği kap demek olan sufra (سُفْرَة)sözcüğünden türetilmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sefer, sefir, sefâret, safari, misafir ve sofradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِباً فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌۜ
و istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. عَلٰى سَفَرٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَجِدُوا meczum muzari fiildir. نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كَاتِبًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. رِهَانٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri الوثيقة (Vesika) şeklindedir. مَقْبُوضَةٌ kelimesi رِهَانٌ ’un sıfatıdır.
فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضاً فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُۜ
فَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. اَمِنَ şart fiilidir, mahallen meczumdur. بَعْضُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَعْضًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لۡ , emir lam’ıdır. يُؤَدِّ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذِي , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. اؤْتُمِنَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir هُو ’dir. اَمَانَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. لۡ , emir lam’ıdır. يَتَّقِ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir هُو ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَبَّ lafza-i celâlden bedeldir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اؤْتُمِنَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi أمن ’dır. Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَۜ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكْتُمُوا fiili ن ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. الشَّهَادَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. يَكْتُمْهَا şart fiilidir, meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. هُۥ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اٰثِمٌ ise إِنَّ ’nin haberi olup merfûdur. قَلْبُ kelimesi اٰثِمٌ ’un faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُ [Onun kalbi günahkârdır.] Bir görüşe göre onun kalbinin facir olduğu anlamına gelir. Bir anlayışa göre onun kalbi hesaba çekilir. Burada eylem kalp ile ilişkilendirilmiştir. Çünkü saklama işi kalpte olur. Kalbin buna yönelmesiyle gerçekleşir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ۟
وَاِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِباً فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌۜ
وَ istînâfiyyedir. Önceki ayete atıf olması da caizdir. Ayet şart üslubunda faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Şart fiili كان ’nin dahil olduğu, faide-i haber ibtidâi kelam olan isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. كان , عَلٰى سَفَرٍ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
وَ ’la gelen hal cümlesi وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا şeklindeki menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
كَاتِبًا ’deki tenvin herhangi bir manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübtedanın sıfatlanmış olması nekre gelmesini mümkün kılmıştır. Takdiri تستوثقون بها [Kendisine güvendiğiniz] olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مَقْبُوضَةٌۜ kelimesi رِهَانٌ ’un sıfatıdır. Sıfat ıtnâb babındandır.
اِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ ifadesinde tebeî istiâre vardır. سَفَرٍ kelimesi مسافرين anlamındadır. Bu kişilerin seferdeki durumları, yolcunun bineğe hakimiyetine benzetilmiştir. (Mahmut Sâfî)
Burada ‘’vesika’’ rehindir. رِهَانٌ kelimesi رِهنٌ kelimesinin çoğuludur. Borç karşılığında güvence altına alınan mal anlamına gelir. مَقْبُوضَةٌۜ kelimesi rehinin sıfatıdır ve bu konudaki hükmün malın elde tutulmaya devam edilmesi olduğunu gösterir. Mal ancak kabzın başlaması ile rehin ayetine gelir. Bundan dolayı مَقْبُوضَةٌۜ [ele almayı] zikretmiş sonra رِهَانٌ [Rehin] şeklinde nitelemiştir. Ardından da malın elde tutulmasının sürekliliğini şart olarak belirlemiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Burada yolculuk esnasında rehin alma işi şart koşulmuş olsa da, yolculuk olmadığı zamanlarda da rehin alınabilir. Bu, yalnızca yolculuk haline ait bir iş değildir. Burada rehinin yolculukta zikredilmesinin sebebi, genelde yolculuk esnasında kâtip ve şahit bulanamayabileceği sebebiyledir. Burada rehin alınmakla emrolunması, hem kâtip ve hem şahit yerine geçmesi açısındandır. Rehin bırakılan şey, malı korumada bir güvence ve vesika olmaktadır. Dolayısıyla burada söylenen söz şart yoluyla olmayıp, genelin durumuna göredir. (Ruhu’l Beyan)
فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضاً فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ
Cümle mâkabline فَ ile atfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا şeklinde mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi ...فَلْيُؤَدِّ الَّذِي , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fail konumundaki has ism-i mevsul الَّذِي ’nin sılası müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesindeki fiilin meçhul olarak gelişiyle mef’ûlün önemine işaret edilmiştir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
اَمِنَ - اؤْتُمِنَ - اَمَانَتَهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَعْضُكُمْ بَعْضًا kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُۜ
وَ atıftır. İki cümle arasında inşa üslubunda olmak bakımından ittifak vardır.
Hükümde ortaklık nedeniyle mâkabline atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin zikri kalplerde haşyet uyandırmak, korku salmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
رَبَّهُ izafeti muzafun ileyhe teşvik ve şan ifade eder.
وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُۜ cümlesinde, sakındırmada mübalağa ifade etmek için Allah'ın ismi ile sıfatı bir arada gelmiştir. (Safvetü't Tefâsir)
وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَۜ
Hükümde ortaklık sebebiyle önceki cümleye atfedilen bu cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede cemi muhatab zamire iltifat vardır.
الشَّهَادَةَۜ ’deki tarif, ahdi kinaidir.
وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ
وَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber, talebî kelamdır. Şart cümlesi olan يَكْتُمْهَا , müsbet muzari fiil sıygasındadır. Cevap cümlesi ise اِنَّ ile tekit edilmiş isim cümlesi olup, faide-i haber inkarî kelamdır.
İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi subut ifade eder.
İsim cümlesindeki ismi fâil istimrâra delalet eder.
قَلْبُهُۜ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup fiil gibi amel eden ism-i fail kalıbındaki اٰثِمٌ ’un failidir.
اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada günah kelimesi kalbe nisbet edilmiştir. Halbuki günahkar olan şahıstır. Çünkü şahitliği gizlemek; şahsın konuşmamasıyla olur. Ama kalp nedeniyle bu fiil işlendiği için kalbe nisbet edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meâni İlmi)
اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ ifadesi; (Fakat Allah sizleri kalplerinizin kazandığı(kesebet) yüzünden cezalandıracaktır) Bakara/225 sözü gibidir. Çünkü günahkar (âsim) olan ve (günah) kazanan (kâsib), - daha önce söz edildiği üzere- kalp değil kalbin sahibidir.
İnsanın itaat-isyan, iyilik-kötülük gibi eylemlerine dair kalbi içinde kesin inanç ve kararlılık barındırmasından dolayı kazanma eyleminin kalbe nispeti caiz olmuştur. (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi)
فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ Sanki “bu kimsenin kalbi günahkâr olmuştur” denilmektedir. Şehadeti gizlemek, onu içe atmak ve konuşmamak demektir. Bu günah kalp ile işlendiği için, günah işleme fiili kalbe isnat edilmiştir, çünkü fiillerin işlendikleri uzuvlara isnat edilmesi daha etkili bir ifade tarzıdır. Nitekim te’kitli bir şekilde ifade etmek istediğin zaman “gözümle gördüm; kulağımla işittim; aklımla kavradım…” demez misin? Ayrıca kalp bütün uzuvların reisidir, salih olduğunda bütün bedenin ıslah olduğu, fasit olduğunda ise bütün bedenin fasit olduğu bir et parçasıdır. Burada sanki “günah nefsinin ta köküne kadar işlemiş; oradaki en değerli yeri ele geçirmiş” denilmek istenmiştir. Yine şehadeti gizlemenin sadece dil ile ilgili olan bir günah olduğu zannedilmesin, bu günahın işlenmesinde asıl unsurun ve günahın kaynağının kalp olduğu, dilin ise sadece onun tercümanı olduğu bilinsin diye bu şekilde ifade edilmiştir. Yine kalp fiilleri diğer uzuvların fiillerinden daha büyük olup onların kendisinden çıkıp salındığı bir kök gibidir, nitekim dikkat edersen, iyilik ve kötülüklerin aslı, birer kalp fiili olan iman ve küfürdür. İşte bütün bu nedenlerden dolayı, şehadeti gizlemek kalbin günahlarından sayılınca, onun en büyük günahlardan olduğuna tanıklık edilmiş olmaktadır. (Keşşâf)
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ۟
Ayetin son cümlesi istînâfiyedir. Lafza-i celal mübteda, عَل۪يمٌ۟ haberidir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve heybet uyandırmak içindir.
Cümle faide-i haber talebî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır.
Cümlede car mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ , amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani, ‘’O yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur.’’ Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’da tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi تَعۡمَلُونَ , müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَٱللَّهُ بِمَا تَعۡمَلُونَ عَل۪يمٌ۟ sözü, lafzen sarih olarak Allah'ın bütün yapılanları bildiğine delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lazım melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
تَعۡمَلُونَ - عَل۪يمٌ۟ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَكْتُمْهَا - لَا تَكْتُمُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.