ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقاً مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۜ وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍۚ فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَابِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | Ama |
|
2 | أَنْتُمْ | siz |
|
3 | هَٰؤُلَاءِ |
|
|
4 | تَقْتُلُونَ | öldürüyorsunuz |
|
5 | أَنْفُسَكُمْ | birbirinizi |
|
6 | وَتُخْرِجُونَ | ve çıkarıyorsunuz |
|
7 | فَرِيقًا | bir grubu |
|
8 | مِنْكُمْ | sizden |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | دِيَارِهِمْ | yurtlarından |
|
11 | تَظَاهَرُونَ | birleşiyorsunuz |
|
12 | عَلَيْهِمْ | onlara karşı |
|
13 | بِالْإِثْمِ | günah |
|
14 | وَالْعُدْوَانِ | ve düşmanlıkla |
|
15 | وَإِنْ | ve eğer |
|
16 | يَأْتُوكُمْ | size geldiklerinde |
|
17 | أُسَارَىٰ | esir olarak |
|
18 | تُفَادُوهُمْ | fidyelerini veriyorsunuz |
|
19 | وَهُوَ | ve o |
|
20 | مُحَرَّمٌ | yasaklanmış iken |
|
21 | عَلَيْكُمْ | size |
|
22 | إِخْرَاجُهُمْ | onları çıkarmak |
|
23 | أَفَتُؤْمِنُونَ | yoksa siz inanıyorsunuz da |
|
24 | بِبَعْضِ | bir kısmına |
|
25 | الْكِتَابِ | Kitabın |
|
26 | وَتَكْفُرُونَ | inkar mı ediyorsunuz |
|
27 | بِبَعْضٍ | bir kısmını |
|
28 | فَمَا | nedir? |
|
29 | جَزَاءُ | cezası |
|
30 | مَنْ | kimsenin |
|
31 | يَفْعَلُ | yapan |
|
32 | ذَٰلِكَ | bunu |
|
33 | مِنْكُمْ | sizden |
|
34 | إِلَّا | başka |
|
35 | خِزْيٌ | rezil olmaktan |
|
36 | فِي | -nda |
|
37 | الْحَيَاةِ | hayatı- |
|
38 | الدُّنْيَا | dünya |
|
39 | وَيَوْمَ | ve gününde |
|
40 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
41 | يُرَدُّونَ | onlar itilirler |
|
42 | إِلَىٰ |
|
|
43 | أَشَدِّ | en şiddetlisine |
|
44 | الْعَذَابِ | azabın |
|
45 | وَمَا | değildir |
|
46 | اللَّهُ | Allah |
|
47 | بِغَافِلٍ | gafil |
|
48 | عَمَّا | -dan |
|
49 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız- |
|
Rivâyetlere göre Beni Kureyza yahudileri, müşrik Araplardan Evs kabilesinin müttefiki, Beni Nadir yahudileri de yine müşrik Araplardan Hazrec kabilesinin müttefikiydi. Bu yahudiler müttefiki bulundukları kabileler birbirleriyle savaşınca karşılıklı olarak onlara yardım ederler, birbirlerini öldürürler ve vatanlarından sürgün ederlerdi. Birbirlerine yahudi olanlardan esir düşenleri de fidye ile kurtarmaya çalışırlardı.
Allah burada bir nevi diyor ki; bu ne biçim iştir? Hem onları, kendinizden olan yahudileri öldürmek için savaşıyorsunuz, hem de fidye ile onları kurtarmaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl iştir? Bunlar bu tür bir yargılama ile karşılaştıkları zaman da diyorlar ki, bu fidye kitabımızın emridir. Kitabımız kardeşlerimiz hakkında fidyeyi emretmektedir. Böyle bir durumda fidye vererek yahudileri kurtarmak zorundayız bizler. Eğer onlar sizin kardeşleriniz ise niye vatanlarından çıkarıyorsunuz? Niye onları öldürmeye çalışıyorsunuz? Değilse niye fidye vermeye çalışıyorsunuz? Sürgün ederken bu adamlar sizin kardeşleriniz değilken, fidye vermeye gelince sanki kardeşleriniz oluyorlar. Veya fidyeyi emrederken sanki kitabı dinlediğini iddia eden sizler, savaşırken, sürgün ederken sanki o kitap sizin kitabınız değil. Bu nasıl iştir böyle? İşinize gelen yerde kitaba sığınıyorsunuz, ama işinize gelmeyen yerde kitabı diskalifiye ediyorsunuz.
Sonra buyurur ki Allah:
"Yoksa siz kitabın bir bölümüne inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?"
Kitabın bir kısmını gündemde tutuyorsunuz da, bir kısmını örtmeye mi çalışıyorsunuz? Kitabın bir kısmının mü'mini oldunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bir kısmını gündeme getirip, onları eyleme dönüştürme çabası içine giriyorsunuz da, bir kısmını görmezlikten gelmeye mi çalışıyorsunuz? Ne bu haliniz? Denilmektedir.
Bu hemen hemen bugün bütün müslümanların derdidir. Bugün de bakıyoruz bir bölüm âyetler gün yüzüne çıkarılırken, bir kısım âyetler de kenara çekilmeye çalışılıyor. Bir kısım âyetler hep gündemde tutulmaya çalışılırken, bir kısım âyetler de duyulmasın diye âdeta ağza bile alınmamaya çalışılıyor. (Ali Küçük Tefsiri)
ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. Ayet ثُمَّ atıf harfi ile önceki ayete matuftur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ haber olarak mahallen merfûdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, أنتم مثل هؤلاء (Siz onlar gibisiniz) şeklindedir.
تَقْتُلُونَ cümlesi, اَنْتُمْ ’ un ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
تَقْتُلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُخْرِجُونَ atıf harfi وَ ‘ la تَقْتُلُونَ ‘ye matuftur.
Fiil cümlesidir. تُخْرِجُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فَر۪يقًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْكُمْ car mecruru, فَر۪يقًا ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir. مِنْ دِيَارِ car mecruru تُخْرِجُونَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ cümlesi, تُخْرِجُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
تَظَاهَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Fiildeki ikinci تَ mahzuftur. عَلَيْهِمْ car mecruru تَظَاهَرُونَ fiiline mütealliktir.
بِالْاِثْمِ car mecruru تَظَاهَرُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبسين بالإثم (Günaha sarılmış olarak) şeklindedir. الْعُدْوَانِ kelimesi atıf harfi وَ ‘ la الْاِثْمِ ‘e matuftur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقْتُلُونَ [öldürüyorsunuz] ifadesi, ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ [ama siz öyle kimselersiniz ki] ifadesinin beyanıdır. Bir görüşe göre هٰٓؤُ۬لَٓاءِِ, burada الَّذٖي manasında ism-i mevsūldür. (Keşşâf)
تَظَاهَرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi ظهر ‘dir. Fiildeki ikinci تَ hafifletilerek hazfedilmiştir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُخْرِجُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَمُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتُو fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اُسَارٰى hal olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen تُفَادُوهُمْ cümlesi şartın cevabıdır.
تُفَادُو fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
هُوَمُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Şan zamiri هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُحَرَّمٌ haber olup damme ile merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru مُحَرَّمٌ ‘a mütealliktir. اِخْرَاجُهُمْ ism-i mef’ûl مُحَرَّمٌ ‘un naib-i faili olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Veya, munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. مُحَرَّمٌ mukaddem haber olup damme ile merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru مُحَرَّمٌ ‘a mütealliktir. اِخْرَاجُهُمْ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُفَادُوهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi فدي ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُحَرَّمٌ sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْض
Hemze istifham harfidir. Hemze istifham harfidir. Ayet فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أتفعلون ذلك (Bunu yapar mısın?) şeklindedir.
Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. تُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِبَعْضِ car mecruru تُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ cümlesi atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
تَكْفُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِبَعْض car mecruru تَكْفُرُونَ fiiline mütealliktir.
تُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
جَزَٓاءُ mübteda olup damme ile merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَفْعَلُ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَفْعَلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. İşaret ismi ذٰلِكَ mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مِنْكُمْ car mecruru يَفْعَلُ ‘ daki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, حال كونه منكم (Onun hali sizden olmasıdır) şeklindedir. اِلَّا hasr edatıdır.
خِزْيٌ kelimesi جَزَٓاءُ ’nun haberi olup damme ile merfûdur. فِي الْحَيٰوةِ car mecruru خِزْيٌ ’e mütealliktir. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’ın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الدُّنْيَا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَاب
و istînâfiyyedir. Zaman zarfı olan يَوْمَ kelimesi يُرَدُّونَ fiilinin mef‘ûlun fihi olup fetha ile mansubdur. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُرَدُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰٓى اَشَدِّ car mecruru يُرَدُّونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
وَ istînâfiyyedir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâl مَا ’ nın ismi olup damme ile merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. غَافِلٍ lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ harf-i ceriyle تَعْمَلُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekit ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’ nin, 19 yerde de مَا ’ nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)
ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ
Ayet önceki ayete ثُمَّ ile atfedilmiştir. İlk cümle isme isnad olup, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Uzak için olan işaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’nin müsned olması o kimseleri tahkir ifade eder. Bu ayette الذي ,هٰٓؤُ۬لَٓاءِ manasında gelmiştir. تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ cümlesi sıla kabul edilmiştir.
تَقْتُلُونَ ; اَنْفُسَكُمْ fiilin zamirinden haldir, amili de ism-i işaretteki manadır ya da geçen cümlenin açıklamasıdır. Veya هٰٓؤُ۬لَٓاءِ işaret ismi الذي anlamındadır. Cümle de sılası , toplamı da haberdir. (Beyzâvî)
Buradaki, [Siz öyle bir toplumsunuz] ifadesiyle kendilerinden kesin söz alındıktan sonra giriştikleri öldürme, sürgün etme ve düşmanlık gibi olaylar sebebiyle adeta haklarında uzak bir olasılık gibi görülen gerçek karşısında bir tür hayret ve şaşkınlık ifade edilmiştir. Çünkü kesin söz vermişler, bu sözü verdiklerini de kabullenmişler ve ayrıca bunlara da tanıklık etmişlerdir. ‘’Bütün bu gerçeklere rağmen böyle yaparsınız ha!’’, demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
تُخْرِجُونَ cümlesi تَقْتُلُونَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.
فَر۪يقًا ’daki tenkir, tazim ve kesret ifade eder.
تَقْتُلُون اَنْفُسَكُمْ cümlesinde, ‘’başkasını öldürüyorsunuz’’ yerine, ‘’kendinizi öldürüyorsunuz’’ tabiri kullanılmıştır. Zira başkasının kanını akıtan, sanki kendi kanını akıtmış gibidir. Böyle bir ifade, mecaz kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)
ظهر - sırt, تظاهر - destekledi demektir. Türkçede tezahürat kelimesini kullanıyoruz.
كُمْ ve مِنْ ‘lerde cinas, reddü’l-acüz ale’s- sadr vardır.
إثْم ve عُدْوَانِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
….تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ cümlesi kemâl-i ittisal nedeniyle fasılla gelmiştir. Hâl-i müekkide olarak ıtnâbtır. Vav’la gelmeyen bu hal cümlesi onların bu hallerinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَمُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ
Vav istînâfiyyedir. Cümle, şart üslubunda haberi isnaddır
يَأْتُوكُمْ fiili şart, تُفَادُوهُمْ cevap cümlesidir. Her iki cümle de müsbet muzari sıygasıyla gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ ’la gelen hal cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. مُحَرَّمٌ mukaddem haberdir.
[Oysa bu size haram idi] ifadesindeki هُوَ zamiri ‘’durum şudur ki’’ anlamında şân zamiridir. Bu zamirin [onların çıkarılmaları] ifadesi ile tefsir edilen müphem bir zamir olması da mümkündür. (Keşşâf)
“Siz öyle kimselersiniz ki” sözünden sonra onların özelliklerinin sıralanması, cem’ maa’t-taksim sanatıdır.
وَهُوَمُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ cümlesi hal olduğundan ıtnâb, كُمْ ve هُمْ lerde cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اُسَارٰى kelimesi hal olduğundan ıtnâb vardır.
وَتُخْرِجُونَ - اِخْرَاجُهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinas’ı ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedün ileyh هو şeklinde şan zamiri olarak geldiğinde garabete delalet eder. Bu durumda muhatab bundan sonra gelen şeyi merak eder.
[Onları çıkarmak size haram olduğu halde] ifadesinde üç yorum vardır:
İlkine göre هو zamiri, اِخْرَاجُهُمْۜ kelimesine işaret eder ki cümlenin sonunda doğrudan kelimenin kendisi, tekid maksadıyla açık bir şekilde zikredilmiştir.
İkinci yoruma göre هو zamiri, اِخْرَاجُهُمْۜ kelimesine işaret eder, ancak daha önce çıkarma, öldürme, dayanışma, günah, düşmanlık gibi fiiller zikredilmiş olduğu için bu zamirin bunlardan herhangi birine işaret etme ihtimali bulunur. Bu yüzden maksadı beyan etmek ve zamirin kendisine işaret ettiğini tayin etmek için اِخْرَاجُهُمْۜ (çıkarma) kelimesi tekrar zikredilmiştir.
Üçüncü yoruma göre de هو zamiri söz ve habere işaret eder. Sanki, “Haber şu ki (bilesiniz ki) onları çıkarmak size haramdır.” demiş olur. Bunun benzeri “De ki: Allah birdir.” [İhlas 112/1] ayetinde mevcuttur. (Ömer Nesefî /Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْض
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, cevap bekleme kastı taşımaksızın tevbih ve takrir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Şu halde ayetin nazmı kerîminin ifade ettiğine göre, onlara yapılan kınamanın (tevbih) sebebi, Tevrat'ın bir kısmına iman ettikleri halde bir kısmını inkâr etmeleridir. Çünkü hitab makamında bir şeyin takdimi, o takdim edilen şeyin asaletini ve en az bir yönü ile önde olmasını gerektirir. Burada önce imanın daha sonra inkâr ve uyarının zikri gelişigüzel bir sıralama değildir. Bu sıralama vukuu itibariyledir. Hülasa, onların burada tevbihe muhatab olmalarının sebebi, aslında Tevrat'a imanları olduğu halde, bu imanlarına tamamen ters düşen ve sanki bir kısmına iman ettikleri halde bir kısmını inkâr eder bir uygulama biçimi sergilemeleridir. (Ebüssuûd)
اَفَتُؤْمِنُونَ cümlesinde soru edatı olan hemze inkâr ve kınama ifade eder. (Safvetü't Tefâsir)
كَفر ve اٰمَنَ fiilleri بِ harfi ceri ile birlikte kullanılır. Bu durum, küfür veya imanın insana yapıştığını ifade edebilir. (Elmalılı)
Onlar esirlerini fidye ile kurtarmak dışında emrolundukları bütün emirlerden yüzçevirmişlerdi. Bundan dolayı yüce Allah onları, Kur'an-ı Kerim'de kıyamete kadar okunacak ayeti ile azarlayarak: ‘’Yoksa siz kitabın (Tevrat'ın) bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" diye buyurmuştur. (Kurtubî)
بَعْض kelimesi aslında her zaman muzâf olur. Ama burada tekrar olmasın diye muzâfun ileyh gelmemiş, o yüzden de tenvin almıştır. Buna avz tenvini (عوض) denir. Tenvin, mahzuf muzâfun ileyh yerine geçmiştir.
بَعْض kelimesinde cinas, reddü’l-acüz ale’s - sadr, فَتُؤْمِنُونَ ile وَتَكْفُرُونَ arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ
فَ istînâfiyyedir.
Nefy sigasıyla gelen isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
Nefy harfi ما ile istisna harfi إلاّ arasında kasr oluşmuştur. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.
ذٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190 )
Cümlede medhe benzeyen bir şeyle zemm-i tekid sanatı vardır.
الدُّنْيَا hayatın sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
مَنْ ve مِنْ lerde cinas, ism-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
[Dünya hayatında bir rezillik] ifadesinde خِزْيٌ kelimesinin nekre getirilmesi, bu cezanın şiddetini ve büyüklüğünü gösterir. (Safvetü't Tefâsir)
Dünyada” kendilerinden” alınan cizyenin eksiltilmesi şeklinde “ azabın hafifletilmesi” söz konusu olmadığı gibi, “onlara hiç kimse yardımda edemeyecektir”; onları savunamayacaktır. Aynı şey ahiret azabı içinde geçerlidir. (Keşşâf)
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَاب
İstînâfiyye olarak gelen cümlede takdim-tehir vardır. يَوْمَ الْقِيٰمَةِ mef’ûlu, Yahudilerin dünya ve ahiret cezalarındaki şiddetin farklılığı belirtmek için öne geçmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,751)
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması içindir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَاب [azabın şiddetlisine] ibaresi, اِلٰٓى الْعَذَاب الْاَشَدِّ şeklinde sıfat tamlaması olarak gelmesi beklenirken isim tamlaması olarak gelmesi daha kuvvetli bir vurgu ifadesi içindir.
خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ cümlesiyle وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَاب cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
وَ istînâfiyyedir. Zaid ب harfi sebebiyle cümle, faide-i haber talebî kelamdır.
ليس gibi amel etmiş olan مَا ’nın haberine dahil olan zaid بِ harfi tekid ifade eder. غَافِلٍ kelimesi lafzen mecrur mahallen merfûdur.
بِ harfinin verdiği tekid manası asla ile ifade edilebilir.
Mevsûl olan مَا ’nın sılasının muzari fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, muhayyileyi harekete geçirerek olayı göz önüne getirir.
[Allah yapmakta olduğunuz şeylerden gafil değildir] ifadesi bir vaîd, yani tehdittir.
Bu ifadenin altında “Her davranışınız değerlendirilmektedir” anlamı yatmaktadır. Bir anlamın içine başka bir anlamın gizlenmesi idmâc sanatıdır. Lazım-melzum alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manası taşır. Mecaz-ı mürseldir.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Bu cümle 74. ayetteki cümlenin tekrarıdır. İki cümle arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale's’-sadr sanatları vardır.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede iki farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cenab-ı Allah´ın: [Allah, sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir] ifadesi şiddetli bir tehdit, günaha karşı büyük bir engelleme ve taattan dolayı da büyük bir müjdedir. Çünkü Cenab-ı Allah´ın kâdir olanların en muktediri olmasının yanı sıra, gaflet de O’nun hakkında imkânsız olunca, bu ifade hakların hak edenlere muhakkak ulaşacağını gösterir. (Fahreddin er- Râzî, Tefsir-i Kebir - Ebüssuûd)