يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ اِلَّٓا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ فَادْخُلُوا فَاِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِس۪ينَ لِحَد۪يثٍۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْـي۪ مِنْكُمْۘ وَاللّٰهُ لَا يَسْتَحْـي۪ مِنَ الْحَقِّۜ وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعاً فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍۜ ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّۜ وَمَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللّٰهِ وَلَٓا اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِه۪ٓ اَبَداًۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ عِنْـدَ اللّٰهِ عَظ۪يـماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَدْخُلُوا | girmeyin |
|
6 | بُيُوتَ | evlerine |
|
7 | النَّبِيِّ | Peygamber’in |
|
8 | إِلَّا | ancak hariçtir |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يُؤْذَنَ | izin verilmesi |
|
11 | لَكُمْ | size |
|
12 | إِلَىٰ |
|
|
13 | طَعَامٍ | yemeğe |
|
14 | غَيْرَ | olmadan |
|
15 | نَاظِرِينَ | gözetleyiciler |
|
16 | إِنَاهُ | vaktini |
|
17 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
18 | إِذَا | zaman |
|
19 | دُعِيتُمْ | çağrıldığınız |
|
20 | فَادْخُلُوا | girin |
|
21 | فَإِذَا |
|
|
22 | طَعِمْتُمْ | yemeği yeyince |
|
23 | فَانْتَشِرُوا | dağılın |
|
24 | وَلَا |
|
|
25 | مُسْتَأْنِسِينَ | dalmayın |
|
26 | لِحَدِيثٍ | söze |
|
27 | إِنَّ | çünkü |
|
28 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
29 | كَانَ |
|
|
30 | يُؤْذِي | incitiyordu |
|
31 | النَّبِيَّ | Peygamberi |
|
32 | فَيَسْتَحْيِي | fakat o utanıyordu |
|
33 | مِنْكُمْ | sizden |
|
34 | وَاللَّهُ | fakat Allah |
|
35 | لَا |
|
|
36 | يَسْتَحْيِي | utanmaz |
|
37 | مِنَ | -ten |
|
38 | الْحَقِّ | gerçek(i söylemek)- |
|
39 | وَإِذَا | zaman |
|
40 | سَأَلْتُمُوهُنَّ | onlarda istediğiniz |
|
41 | مَتَاعًا | bir şey |
|
42 | فَاسْأَلُوهُنَّ | isteyin |
|
43 | مِنْ | -ndan |
|
44 | وَرَاءِ | arkası- |
|
45 | حِجَابٍ | perde |
|
46 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
47 | أَطْهَرُ | daha temizdir |
|
48 | لِقُلُوبِكُمْ | sizin kalbleriniz için |
|
49 | وَقُلُوبِهِنَّ | ve onların kalbleri için |
|
50 | وَمَا | ve olamaz |
|
51 | كَانَ |
|
|
52 | لَكُمْ | sizin |
|
53 | أَنْ |
|
|
54 | تُؤْذُوا | incitmeniz |
|
55 | رَسُولَ | Elçisini |
|
56 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
57 | وَلَا | ve olamaz |
|
58 | أَنْ |
|
|
59 | تَنْكِحُوا | nikahlamanız |
|
60 | أَزْوَاجَهُ | onun eşlerini |
|
61 | مِنْ |
|
|
62 | بَعْدِهِ | kendisinden sonra |
|
63 | أَبَدًا | asla |
|
64 | إِنَّ | çünkü |
|
65 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
66 | كَانَ |
|
|
67 | عِنْدَ | katında |
|
68 | اللَّهِ | Allah |
|
69 | عَظِيمًا | büyük(bir günah)tır |
|
Hicâb (perde, örtü) âyeti diye anılan 53. âyet ile onu takip eden iki âyetin gelmesine sebep olarak iki olay nakledilmektedir. Bunlardan birincisine göre Hz. Peygamber’in kayınpederi de olan Hz. Ömer, “Evinize iyiler de kötüler de girip çıkıyor, eşlerinize perde arkasında olmalarını söyleseniz!” deyip duruyordu, sonunda hicâb âyeti nâzil oldu. En detaylı bir şekilde olayın şahidi Enes b. Mâlik tarafından anlatılan ikinci olay, Hz. Peygamber’in Zeyneb ile evlendiği günün akşamında verdiği düğün yemeği ile ilgilidir. Yemek yendikten sonra davetliler kendi aralarında sohbete dalmışlar, yeni evlileri bir türlü baş başa bırakmamışlardı. Hz. Peygamber birkaç kere dışarı çıkıp girerek rahatsız olduğunu bildirmek istediyse de fayda vermedi, bilhassa sona kalan üç kişi oldukça geç vakitte kalkıp gitti, Resûlullah tam yatak odasına girmek üzere idi ki bu âyet vahyedildi (Buhârî, “Tefsîr”, 33/8).
53. âyette, kuşkusuz beşerî ilişkiler ve muaşeret kuralları bakımından diğer müslümanlar için de aydınlatıcı olan şu hükümlere yer verilmiştir:
a) Hz. Peygamber’in evine, davet edilmeden yemek maksadıyla girmek yasaklanmıştır.
b) Yemeğe gelenlerin erken gelip yemeğin hazırlanmasını evin içinde bekleyerek hâne halkını rahatsız etmemeleri istenmiştir.
c) Yemek yendikten sonra davetlilerin kendi aralarında sohbete dalıp evde gereğinden fazla kalmaları menedilmiştir. Burada Hz. Peygamber’in rahatsız bile olsa bunu sineye çekerek insanları incitmekten geri durduğuna; yani onun güzel ahlâkına, utanıp çekinen kişiliğine, nezaket ve zarafetine de dikkat çekilmiştir.
d) Peygamber eşlerinin her türlü şaibeden, münafıklarla kendini bilmezlerin dedikodu malzemesi olmaktan uzak kalmalarını sağlamak maksadıyla bundan böyle yabancılarla hep perde arkasından görüşüp konuşmaları emredilmiştir.
e) Hz. Peygamber’i üzmek ve kendisinin bırakmasından veya vefatından sonra eşleriyle evlenmek müminlere haram kılınmıştır. 57-58. âyetlerde Resûlullah’ı üzme yasağına müminleri üzmek de eklenmiş, bunları üzenin Allah’ı üzmüş olacaklarına işaret edilmiş ve üzenleri bekleyen korkunç âkıbet haber verilmiştir.
Se'ele سأل : سُؤالٌ bilgiyi ya da bilgiye sevkeden; malı vaya mala sevkeden şeyi istemektir. Bir şey talep etmesi/istemesi durumunda fakir kimse de سائِلٌ olarak isimlendirilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı formda olmak üzere 129 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sâil, sual, mesul, mesuliyet ve meseledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ اِلَّٓا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ ’dır.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَدْخُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بُيُوتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. النَّبِيِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّٓا istisna harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, müstesna olarak mahallen mansubdur.
يُؤْذَنَ mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri, هو ’dir. لَكُمْ car mecruru يُؤْذَنَ fiiline mütealliktir.
اِلٰى طَعَامٍ car mecruru يُؤْذَنَ fiiline mütealliktir. غَيْرَ kelimesi لَكُمْ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. نَاظِر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنٰيهُ kelimesi ism-i fail olan نَاظِر۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
نَاظِر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerredi نظر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ فَادْخُلُوا فَاِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِس۪ينَ لِحَد۪يثٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir
لٰكِنْ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّ ’nin tahfifi لٰكِنْ şeklinde olur. Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle vav (و) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دُع۪يتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دُع۪يتُمْ İlletli harf üzere mukadder sükun ile mebni, meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
ادْخُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
مُسْتَأْنِس۪ينَ kelimesi غَيْرَ نَاظِر۪ينَ ’ye matuftur. لِحَد۪يثٍ car mecruru مُسْتَأْنِس۪ينَ ’ye mütealliktir.
اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْـي۪ مِنْكُمْۘ وَاللّٰهُ لَا يَسْتَحْـي۪ مِنَ الْحَقِّۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ذٰلِكُمْ İşaret ismi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. يُؤْذِي النَّبِيَّ fiil cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يُؤْذِي fiili elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. النَّبِيَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَسْتَحْـي۪ atıf harfi ف ile يُؤْذِي fiiline matuftur.
يَسْتَحْـي۪ fiili ى üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. مِنْكُمْ car mecruru يَسْتَحْـي۪ fiiline mütealliktir.
وَ itiraziyyedir. للّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. لَا يَسْتَحْـي۪ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَسْتَحْـي۪ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. مِنَ الْحَقّ car mecruru يَسْتَحْـي۪ fiiline mütealliktir.
وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعاً فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
سَاَلْتُمُوهُنَّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَاَلْتُمُوهُنَّ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. دَعَوْتُمُوهُمْ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَتَاعاً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
سْـَٔلُوهُنَّ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ وَرَٓاءِ car mecruru سْـَٔلُوهُنَّ fiiline mütealliktir. حِجَابٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir. اَطْهَرُ haber olup lafzen merfûdur.
لِقُلُوبِكُمْ car mecruru اَطْهَرُ ’a mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun İleyh olarak mahallen mecrurdur. قُلُوبِهِنَّ atıf harfi و ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun İleyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللّٰهِ وَلَٓا اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِه۪ٓ اَبَداًۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
تُؤْذُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَسُولَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel اَنْ تُؤْذُوا ’ya matuftur. Mahallen merfûdur.
تَنْكِحُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَزْوَاجَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَعْدِه۪ٓ car mecruru تَنْكِحُٓوا fiiline mütealliktir. اَبَداً zaman zarfı تَنْكِحُٓوا fiiline mütealliktir.
اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ عِنْـدَ اللّٰهِ عَظ۪يـماً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ذٰلِكُمْ İşaret ismi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
عِنْـدَ mekân zarfı mahzuf hale mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَظ۪يـماً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
عَظ۪يـماً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ اِلَّٓا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ اِلَّٓا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Veciz ifade kastıyla gelen بُيُوتَ النَّبِيِّ izafeti, Hz. Peygamberin evlerine tazim ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ cümlesi, masdar teviliyle umumi durumdan müstesnadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُؤْذَنَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
طَعَامٍ ’deki tenvin herhangi bir manasında nev ifade eder.
نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ ‘ye muzaf olan غَيْرَ kelimesi, لَا تَدْخُلُوا ’nun failinden haldir.
اِنٰيهُۙ , ism-i fail olan نَاظِر۪ينَ ’nin failidir.
Hz. Peygamberin evlerine izinsiz girilmeyecek vakitlerin sayılması taksim sanatıdır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Nefiy harfi لَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ [Peygamberin evlerine girmeyin] cümlesindeki izafet evlerin şereflendirilmesi içindir. Çünkü evler Peygambere (s.a.) nisbet edilince şeref kazanmıştır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
[Size izin verilmedikçe…] ibaresi zarf anlamındadır yani size izin verildiği zamana kadar demektir. غَيْرَ نَاظِر۪ينَ [Beklemeksizin] ifadesi ise لَا تَدْخُلُوا [girmeyin] cümlesinden haldir. İstisna hem zaman hem de hal için vaki olmuştur. Adeta “Peygamberin evine ancak izin verildiği zamanda girin. Ve oraya içeride beklemeksizin girin” denilmiştir. Bunlar Peygamberin vereceği yemeğin vaktini kollayarak, içeri girip oturan ve yemeği kaçırmamak için bekleyen bir topluluktu. Yani “Ey yemek vaktini kollayanlar! [Peygamberin evine] size yemek için izin verilmedikçe girmeyin, verildiğinde de [içeride] yemeğin hazırlanmasını bekleyerek değil…” Aksi halde eğer bu yasak sadece bunlara dönük olmasaydı, hiç kimse kendisine özel bir izin yani yalnızca yemek yeme izni verilmedikçe Peygamberin evine giremezdi. (Keşşâf)
Sizin için yemeğe izin verilmedikçe…لِطَعَامٍ “yemek için” denilmeyip اِلٰى طَعَامٍ “yemeğe” denilmesi, izin kelimesinin içine davet manasını da yüklemek içindir. Beydavi’nin ifadesine göre bu mana yüklemenin sebebi de, izin verilse bile yemeğe çağrılmadan varmanın güzel olmayacağına işaret etmek içindir. (Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, II, 278.) (Elmalılı Hamdi Yazır)
اِنٰي , Bir şeyin zamanı gelip çatmak yahut bir şey kemaline erip yetişmek manalarına gelir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ فَادْخُلُوا فَاِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِس۪ينَ لِحَد۪يثٍۜ
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir.
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ فَادْخُلُوا cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi دُع۪يتُمْ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen ادْخُلُوا cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
دُع۪يتُمْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Burada إِنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlikle vuku bulacak olaylarda kullanılır.
Aynı üslupta gelen فَاِذَا طَعِمْتُمْ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle …اِذَا دُع۪يتُمْ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi طَعِمْتُمْ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen انْتَشِرُوا , cevap cümlesi olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا مُسْتَأْنِس۪ينَ ibaresinde, nehyi tekid için gelen لَا , zaiddir.
مُسْتَأْنِس۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek, غَيْرَ نَاظِر۪ينَ ’ye atfedilmiştir. لِحَد۪يثٍۜ car-mecruru, مُسْتَأْنِس۪ينَ’ye mütealliktir.
فَادْخُلُوا - لَا تَدْخُلُوا ve طَعَامٍ - طَعِمْتُمْ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı selb, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve iştikak cinası sanatları vardır.
ادْخُلُوا - انْتَشِرُوا ve مُسْتَأْنِس۪ينَ - انْتَشِرُوا gruplarındaki kelimeler arasında tıbâkı hafiy sanatı vardır.
İznin, açıkça söylenmesi şartı yoktur. Tam aksine, razı olunduğuna dair bir bilgi tahakkuk ettiğinde, girmek caiz olur. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, faili beyân etmeksizin, meçhul sıygasıyla, “size müsaade edilmesi durumu müstesna...” buyurmuştur. Binaenaleyh, müsaade eden, şayet Allah veya Peygamber veyahut da delil ile desteklenmiş akıl olursa (girmek) caiz olur. Nakil de buna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Razi)
اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْـي۪ مِنْكُمْۘ
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip zihinlerde yerleştirmek içindir.
Duruma işaret eden ذٰلِكُمْ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 190)
اِنّ ’nin haberi olan كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan يُؤْذِي النَّبِيَّ ’nin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
فَيَسْتَحْـي۪ مِنْكُمْ cümlesi, كَانَ ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
النَّبِيَّ - اِذَا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ - لٰكِنْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İznin, açıkça söylenmesi şartı yoktur. Tam aksine, razı olunduğuna dair bir bilgi tahakkuk ettiğinde, girmek caiz olur. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, faili beyân etmeksizin, meçhul sıygasıyla, “size müsaade edilmesi durumu müstesna…” buyurmuştur. Binaenaleyh, müsaade eden, şayet Allah veya Peygamber veyahut da delil ile desteklenmiş akıl olursa (girmek) caiz olur. Nakil de buna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Razi)
ولا مُسْتَأْنِسِينَ ifadesindeki vav ناظِرِينَ kelimesine atıf içindir. Aralarında olan ifade ise istidraktır ve itiraz olarak gelmiştir. Nefiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. (Âşûr)
وَاللّٰهُ لَا يَسْتَحْـي۪ مِنَ الْحَقِّۜ
İtiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْحَقّ ’daki tarif, istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr)
فَيَسْتَحْـي۪ مِنْكُمْ cümlesiyle, وَاللّٰهُ لَا يَسْتَحْـي۪ مِنَ الْحَقِّۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَسْتَحْـي۪ - لَا يَسْتَحْـي۪ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعاً فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍۜ
Cümledeki وَ , zaiddir. Şart cümlesi olan سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعاً , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍ şeklindeki cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَتَاعاً ve حِجَابٍۜ’daki tenvin, herhangi bir manasında nev ifade eder.
فَسْـَٔلُوهُنَّ - سَاَلْتُمُوهُنَّ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübtedanın ism-i işaret olması, müsnedün ileyhe dikkat çekerek önemini vurgulamak amacına matuftur.
Duruma işaret eden ذٰلِكُمْ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsned olan اَطْهَرُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
قُلُوبِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللّٰهِ وَلَٓا اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِه۪ٓ اَبَداًۜ
Cümle, hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا كَانُ ’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ car mecruru كان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ cümlesi, masdar teviliyle مَا كَانَ ’nin, muahhar ismi konumundadır.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümlede fiil لَمْ ile değil مَا ile olumsuzlanmıştır. Çünkü bu harf daha kuvvetlidir. ما فعل sözü, لقد فعل (Yemin olsun ki muhakkak yaptı) cümlesini, لم يفعل sözü فعل (yaptı) cümlesini olumsuzlar. مَا harfi mazi fiili olumsuzladığı zaman kasemin cevabı menzilindedir. (Kitâbü Sîbeveyh, 2/593)
Iİkinci masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِه۪ٓ اَبَداًۜ cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir.
Zaid harf لَٓا ve اَبَداًۜ olumsuzluğu tekid eden unsurlardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَسُولَ اللّٰهِ izafetinde Allah lafzına muzaf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
تُؤْذِي - يُؤْذِي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Sizin Allah'ın resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâh etmeniz ebediyen caiz değildir. Çünkü bu, Allah katında gerçekten pek büyük bir şeydir.” kelamı, pek açık bir şekilde Resulüllah'ın şanını tazim etmekte ve hayatta iken de vefat ettikten sonra da kendisine hürmet gösterilmesinin zorunlu olduğunu bildirmektedir. İşte bundan dolayıdır ki bundan sonraki ayette, bu insanlar için ağır bir tehdit zımnî olarak bildirilmektedir. (Ebüssuûd)
اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ عِنْـدَ اللّٰهِ عَظ۪يـماً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilene dikkat çekip zihinlerde yerleştirmek içindir.
اِنّ ’nin haberi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan عَظ۪يـماً, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Duruma işaret eden ذٰلِكُمْ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 190)
عِنْـدَ اللّٰهِ izafeti عِنْـدَ’nin şanı içindir.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81) bu tekrarda tecrîd, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette tekrarlanan كَانَ , اِذَا , اَنْ , اِنَّ , وَقُلُوبِ , يَسْتَحْـي۪ , مِنْ kelimeleri arasında ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.