لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَٰكِنِ | fakat |
|
2 | الرَّاسِخُونَ | derinleşmiş olanlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْعِلْمِ | ilimde |
|
5 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
6 | وَالْمُؤْمِنُونَ | ve mü’minler |
|
7 | يُؤْمِنُونَ | inanırlar |
|
8 | بِمَا | şeye |
|
9 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
10 | إِلَيْكَ | sana |
|
11 | وَمَا | ve şeye |
|
12 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
15 | وَالْمُقِيمِينَ | O kılanlar |
|
16 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
17 | وَالْمُؤْتُونَ | verenler |
|
18 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
19 | وَالْمُؤْمِنُونَ | inananlar var ya |
|
20 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
21 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
22 | الْاخِرِ | ahiret |
|
23 | أُولَٰئِكَ | işte onlara |
|
24 | سَنُؤْتِيهِمْ | vereceğiz |
|
25 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
26 | عَظِيمًا | büyük |
|
Derinleşmiş bilgi ve aydınlatıcı iman.. Bu ikisi kişiyi dinin tümüne inanmaya yöneltir. Bir olan Allah’ın katından gelen dinin tek olduğu sonucuna götürür.
Derinleşmiş bilginin, iman gibi, kalbi nura açan dosdoğru tanımaya bir yol olarak tavsif edilmesi, o günkü pratik durumu tasvir ettiği kadar, insan ruhunun her zamanki olgusunu da tasvir eden Kur’ân’ın ifade tarzının bir özelliğidir. Buna göre yüzeysel bilgi inatçı küfür gibidir. Bu ikisi, kalp ile sağlam bilgi arasına girip engel oluşturur. Bunu her zaman görmemiz mümkündür.
Çünkü ilimde derinleşenler ve ondan gerçek bir pay alanlar, kendilerini imanın evrensel kanıtlarının önünde bulurlar. Yada en azından bu evrenin, bir tek ilahının olduğuna, bu ilahın her şeye egemen olduğuna, dilediği gibi evirip-çevirip tasarrufta bulunduğuna, biricik irade sahibi olduğuna ve bu evrensel tek yasağı koyduğuna inanmaktan başka cevabı bulunmayan, birçok evrensel soruların belirtilerin karşısında bulacaklardır kendilerini. Böylece, hidayet arzusu gönüllerine dolan bu müminlerin, kalplerini yüce Allah açar ve ruhlarını hidayete bağlar. Ancak sırf bu bilgi peşinde koşup kendini bilgin zannedenler, kabukta kalınış bilgiyi, kalpleri ile iman kanıtlarını kavrama arasına engel yaparlar. Yada eksik ve yüzeysel bilgileri nedeniyle, kafalarında soru uyandıracak işaretleri göremezler. Bunlar, kalpleri doğru yolu bulmak için çarpmayan ve böyle bir arzu duymayan kimseler gibidirler. Her iki durumda da kalp, iman noktasında tatmin olmak için araştırma ihtiyacı duymaz. Yada bir dine bağlı bulunmayı bilgisizlik saplantısı kabul ederler. Yahut da herşeye tek başına hakim yüce Allah’ın katından birbirine bağlı Rasûller (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) kervanının eliyle gelen gerçek dinleri birbirinden ayırırlar.
Yaygın rivayete göre, Kur’ân’ın bu işaretinden en başta, Rasûlullah’ın (sâlat ve selâm üzerine olsun) çağrısına uyan yahudi grubu kastedilmektedir. Bunların da isimlerini daha önce belirtmiştik. Ancak ayet geneldir. Her zaman onlardan, derin bilginin yada gerçeği gören inancın yol göstericiliğinde, bu dini kabul edenleri kapsamaktadır.
Kur’ân’ın akışı hem bunları hem de onları, sıfatlarını belirlediği müminler kervanına katıyor:
“Namaz kılanlar, zekat verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar.”
Bunlar, müslümanların ayırıcı sıfatlarıdır; namaz kılmak, zekat vermek Allah’a ve ahiret gününe inanmak. Bunların mükafatı da yüce Allah’ı belirlediğidir:
`… Büyük bir mükafat vereceğiz.”
Ayette geçen `Mukiymines-salah (Namaz kılanlar)’ deyimi, alışık olmadığımız bir kalıpta yer almaktadır. Bunun nedeni, bir yoruma göre namaz kılmanın önemini iyice vurgulamalıdır. Özel bir münasebetle akış içinde özel bir anlamı belirginleştirmek için, bu tur ifade tarzına Arap üslubunda ve Kur’ân`da rastlamak mümkündür. Her ne kadar İbn-i Mes’ud (r.a) mushafında, “Mukiymunes-salah” şeklinde merfu olarak yer almışsa da diğer tüm mushaflarda bu şekildedir.
Ayetlerin akışı Ehl-i Kitap’la -burada özellikle yahudilerle- yeniden karşılaşmaya başlıyor. Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliğine karşı tutumlarına ve yüce Allah’ın kendisini peygamber olarak göndermediğini iddia etmelerine karşılık vermektedir. Peygamberleri birbirinden ayırmaya kalkışmalarını ve peygamberliğine delil olarak üzerlerine gökten bir kitap indïrmesini istemek suretiyle O’nu sıkmalarını dile getirmektedir. Böylece peygambere valıyin gelmesinin, şimdiye kadar görülmemiş ve garip bir şey olmadığını belirtmektedir. Bu, Nuh (a.s)’dan Hz. Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun)’a kadar tüm peygamberlerin gönderilişinde uygulanan bir kuraldır. Bu peygamberlerin tümü de müjdelemek ve korkutmak için gönderilmişlerdir. Allah’ın kullarına karşı rahmeti böyle gerektirmiştir. Böylece onlara karşı bir delil ve hesap gününden önce bir uyarı kılmıştır bunu. Tüm peygamberler bir tek hedefi gerçekleştirmek için, bir tek vahiyle gelmişlerdir. Onların arasını ayırmak, hiçbir kanıta dayanmayan sırf inatçılıktan kaynaklanan bir davranıştır. Ancak onlar inat ediyorlarsa, Allah şahittir. -Zaten O şahit olarak yeterlidir- Melekler de şahittir.
(Fizilalil Kur’ân-Seyyid Kutub)
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ
لٰكِنِ istidrâk harfidir. الرَّاسِخُونَ mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
فِي الْعِلْمِ car mecruru الرَّاسِخُونَ ’ye müteallıktır. مِنْهُمْ car mecruru الرَّاسِخُونَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. الْمُؤْمِنُونَ atıf harfi وَ ’la الرَّاسِخُونَ ’ye matuftur.
الرَّاسِخُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan رسخ fiilinin ism-i failidir.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
يُؤْمِنُونَ kelimesi الرَّاسِخُونَ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, ب harf-i ceriyle birlikte يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
اِلَيْكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi atıf harfi وَ ’la يُؤْمِنُونَ cümlesine atfedilmiştir.
الْمُق۪يم۪ينَ kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. Takdiri أمدح (Methederim.) şeklindedir. الْمُق۪يم۪ينَ’nin nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. الصَّلٰوةَ kelimesi ism-i fail olan الْمُق۪يم۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.
الْمُؤْتُونَ kelimesi mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Takdiri, هم (Onlar) şeklindedir.
الزَّكٰوةَ kelimesi ism-i fail olan الْمُؤْتُونَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.
İsm-i failler aşağıdaki şartlardan biri gerçekleştiğinde fiil gibi amel ederek fail ve mef’ûl alabilir.
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manasi da olabilir. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِنُونَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْمُؤْتُونَ ‘ye matuftur. بِاللّٰهِ car mecruru ism-i fail olan الْمُؤْمِنُونَ ’ye müteallıktır.
الْيَوْمِ kelimesi atıf harfi و ’la بِاللّٰهِ ‘ye matuftur. الْاٰخِرِ ise الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
İsim cümlesidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. سَنُؤْت۪يهِمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
سَنُؤْت۪يهِمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَنُؤْت۪يهِمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahalllen mansubtur.
اَجْرًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا’in sıfatıdır.لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ
Ayet müstenefedir. لٰكِنِ istidrâk harfidir. Sübut ifade eden isim cümlesidir. فِي الْعِلْمِ mübteda olan الرَّاسِخُونَ’ye müteallıktır. Çünkü الرَّاسِخُونَ ism-i fail kalıbındadır. وَالْمُؤْمِنُونَ , mübtedaya tezâyüf dolayısıyla atfedilmiştir.
فِي الْعِلْمِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ilim içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ilim hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak ilimdeki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
رَّاسِخُ hakikate yürümekte ayağı sabit, sarsılmayan demektir. Temekkün, ilimde sebat etme ve yerleşme manasında istiaredir. (Âşûr)
Müstear minh ağaç, müstear leh vahye dayalı ilimdir.
Câmi’; her yıl, her zaman meyve vermesi. Hayatta beden için gıda neyse ruh için de ilim aynı şekilde ihtiyaçtır. İkisi de Allah’tandır. Meyve de ilim de çok çalışarak elde edilir. Ağacın üstü yükseldikçe kökü de o kadar derinleşir. Onun sarsılıp sökülmesini engeller. İnsan da ilimde ilerledikçe imanı sabitleşir, sarsılmaz hale gelir.
يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, mübtedanın haberidir. Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Mecrur mahaldeki ilk ism-i mevsulün sılası olan اُنْزِلَ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İkinci mevsûlün sılası da aynı üsluptadır. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
وَالْمُق۪يم۪ينَ, takdiri امدح (methederim) olan mahzuf fiille, medih üzere mansubtur. Bu kelimenin بِمَٓا veya اِلَيْكَ’ye matuf olduğu da söylenmiştir.
الْمُق۪يم۪ونَ şeklinde merfû olarak gelmesi gerekirken, namazın önemine dikkat çekmek için nasb halinde gelmiştir. (Nesefî)
وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ ifadesi ikâme-i salâtın (yani daha ziyade namaz vb. ritüellerde tezâhür eden gerçek dindarlığın) faziletini belirtmek için başında varsayılan bir امدح fiiliyle mansubtur. Bu yaygın bir kullanımdır. Sîbeveyhi mülhitlerce bu ifadeye yöneltilen itirazı, misaller ve şahitlerle çürütmüştür. Bazılarının mushaf hattında bir yanlışlık meydana geldiğine ilişkin iddialarına da itibar edilmez. Böyle bir şeye itibar edenler Kur’an’a iyice bakmayanlar, Arapların bu tür kullanımlarını -bu tür kelimeleri- “hâssaten/hele hele” anlamını vermek ve bir çeşitlilik katmak için mansub okuduklarını bilmeyenlerdir. Böyleleri bilmiyorlar ki Tevrat ve İncil’de kendilerinden övgüyle bahsedilmiş, bilinci saf olan sahabe nesli, İslam’a toz kondurmama ve ona yöneltilen her türlü itirazı bertaraf etme konusunda Allah’ın kitabında kendilerinden sonrakilerin kapatacakları bir gedik ve gelecektekilerin fark edebileceği bir kusur bırakmayacak kadar büyük bir hassasiyete sahip idiler. وَالْمُؤْمِنُونَ kelimesinin بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ ibaresine atfedildiği ve bu sebeple mecrur olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)َ
لْمُق۪يم۪ Kur’an’da 3 kere bu şekilde namaz için gelmiştir. Diğer ikisi İbrahim Suresi 40 ve Hac Suresi 35 ayetleridir. Zekat vermek sadece burada böyle isim olarak gelmiştir. Mümin kelimesi ise çok geçmiştir.
وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
وَ atıftır. الْمُؤْتُونَ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir. وَالْمُؤْتُونَ ,وَالْمُؤْمِنُونَ ‘ya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. وَالْيَوْمِ lafza-i celâle matuftur.
Mümin olmak için gerekli özelliklerin sayılması taksim sanatıdır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ardarda sayılan övücü sıfatlar dolayısıyla istitbâ sanatı vardır.
مُؤْتُونَ - الْمُؤْمِنُونَ - الْمُق۪يم۪ينَ sıfatları isim olarak gelmiş, böylece bu fiillerin devamlı olarak yapıldığına işaret etmiştir.
Allah Teâlâ onları ilimde kök salan kimseler (الرَّاسِخُونَ) olarak tavsif etmiş ve bunu izah ederek öncelikle onların Allah’ın hükümlerini bilip onlara göre amel ettiklerini beyan etmiştir.
Onların, Allah'ın hükümlerini bilmeleri, يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِك
“(Onlar) hem sana indirilen (Kur’an’a) hem senden evvel indirilen (kitaplara) iman ederler” ifadesi ile bildikleri hükümlerle amel etmeleri ise وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ “namazı dosdoğru kılanlar, zekâtı verenlerdir” tabiri ile anlatılmıştır. Allah Teâlâ, en şerefli taat oldukları için burada özellikle namazı kılma ve zekâtı vermeden bahsetmiştir. Çünkü namaz, bedenî ibadetlerin en şereflisi, zekât da mal ile yapılan ibadetlerin en şereflisidir. Hakk Teâlâ onların, Allah’ın hükümlerini bilip onlarla amel ettiklerini anlattıktan sonra onların Allah’ı bildiklerini de beyan etmiştir. En kıymetli bilgi, mebde ve mead (ilk yaratılış ve ahiret) bilgisidir. Bundan dolayı mebde bilgisi ayette, “Allah'a inanırlar” sözü ile mead (ahiret) bilgisi de “ve ahiret gününe inanırlar” sözü ile anlatılmıştır. Cenab-ı Hakk, bu üç kısmı izah edince ayette bahsedilenlerin Allah’ın hükümlerini bilip onunla amel eden kimseler oldukları ve Allah ile ahireti bilip inandıkları ortaya çıkmış olur. Bu ilim ve bilgiler bulununca da onların ilimde kök salmış (الرَّاسِخُونَ) oldukları anlaşılmış olur. Çünkü insanın kemâl ve mertebe bakımından bundan daha yüksek olması mümkün değildir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Cümle, beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek muhatabı ikaz etmiş, zikredilenler için tazim ifade etmiş ve akıbeti bildirmiştir. İstikbal harfi سَ, müsnedi tekid etmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ [işte onlar]’ın kullanılması, onların fazilet derecesinin pek yüksek ve mertebelerinin pek uzak olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği konunun daha iyi kavranmasını sağlar.
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ [Onlara azim ecir vereceğiz.] sözünde istiare vardır. Allah ve resulüne iman edip aralarını ayırmayanlar, ücretle çalışan işçilere benzetilmiştir. Câmi’, yaptığının karşılığını kesin alacak olmalarıdır.
Ayetteki اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ ifadesinde gaib sıygasından hitap sıygasına geçiş şeklinde iltifat vardır. Zira kelamın dizilişine göre ifade سيؤتيهم şeklinde olabilirdi. Nitekim kıraat imamlarından Hamza bu şekilde okumuştur. Ayrıca اَجْرًا kelimesinin nekre olarak gelmesi mükâfatın büyüklüğüne dikkat çekmek içindir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
يُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِنُونَ ve سَنُؤْت۪يهِمْ - الْمُؤْتُونَ kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr ve iştikak cinası vardır.
مَٓا - اُنْزِلَ - الْمُؤْمِنُونَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.