اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | يَزْعُمُونَ | zanneden(leri) |
|
6 | أَنَّهُمْ | sadece kendilerinin |
|
7 | امَنُوا | inandıklarını |
|
8 | بِمَا | şeylere |
|
9 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
10 | إِلَيْكَ | sana |
|
11 | وَمَا | ve şeylere |
|
12 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِكَ | ve senden önce |
|
15 | يُرِيدُونَ | istiyorlar |
|
16 | أَنْ |
|
|
17 | يَتَحَاكَمُوا | hakem olarak başvurmak |
|
18 | إِلَى |
|
|
19 | الطَّاغُوتِ | tağuta |
|
20 | وَقَدْ | oysa |
|
21 | أُمِرُوا | emredilmişti |
|
22 | أَنْ |
|
|
23 | يَكْفُرُوا | inkar etmeleri |
|
24 | بِهِ | onu |
|
25 | وَيُرِيدُ | ve istiyor |
|
26 | الشَّيْطَانُ | Şeytan da |
|
27 | أَنْ |
|
|
28 | يُضِلَّهُمْ | onları saptırmak |
|
29 | ضَلَالًا | sapkınlıkla |
|
30 | بَعِيدًا | iyice |
|
Bu ayetin nüzul sebebi hakkında 5-6 olay nakledilir. Önemli olan; bir anlaşmazlık durumunda nereye baş vurulacağı ve kimden hüküm isteneceğidir. Burada bir kınama söz konusudur. Münafıklardan bahsedilmektedir. Bir münafıkla bir müslüman arasında bir anlaşmazlık söz konusu olunca münafıkların reisine gidip kendileri hakkında bir hüküm vermesini istemişlerdir. Halbuki bir inkarcının onlar hakkında, onlar arasında hüküm vermesi caiz değildir.
Bizim hakkımızda hüküm verecek olan merciyi iyi seçmemiz gerekir.
Dalalet fiili, mefulü mutlak ile birlikte gelmiş, üstelik bir de sıfatı var: baîd. Dalalet (sapkınlık) için neden “uzak” anlamında bir sıfat kullanılmış? Dalalet doğru yoldan çıkmak demek.
Hidayet doğru yolu bulmak, çölde yolunu bulmak demektir. Çölde hiç bir işaret yoktur. Yol bulmak çok zordur. Çölde yolunu bulduğun zaman hayatını kurtarmışsın demektir, yolunu kaybettiğin zaman da öldün demektir. Bu lugat manası.
Daha sonra hidayet kelimesi İslam’a girenler için kullanılmaya başlanmış. Buna da terim manası diyoruz. Böyle kelimeler önceki lugat manasını taşımakla birlikte yeni bir mana kazanıyorlar. Dalalette yolunu kaybetme manası dururken, bunun yanında İslam’a girmemiş, ahiretini kaybetmiş manası da ilave olunmuştur. Yoldan çıkmak ne kadar uzak olursa, yani doğru yoldan ne kadar uzaklaşılırsa, sapkınlık o kadar büyük olur demektir. Yol kavramı için uzak ve yakın sıfatları kullanıldığı için bu kelimeyle bu sıfatlar kullanılır.
زعم : Yalan ihtimali bulunan sözün naklidir. Bunun için bu kelimenin geçtiği her yerde onu iddia edenler bundan dolayı yerilmişlerdir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kur’ân-ı Kerim'de 10dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ
Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت’dir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, إِلَى harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَزْعُمُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَزْعُمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَزْعُمُونَ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir هُمْ [onlar], اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اٰمَنُوا fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, ب harf-i ceriyle birlikte اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. اِلَيْكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
يُر۪يدُونَ cümlesi يَزْعُمُونَ fiilinin failinin hali olarak mahallen mansubtur. يُر۪يدُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يَتَحَاكَمُٓوا fiili نَ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَى الطَّاغُوتِ car mecruru يَتَحَاكَمُٓوا fiiline müteallıktır.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. اُمِرُٓوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اُمِرُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يَكْفُرُوا fiili ن’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru يَكْفُرُوا fiiline müteallıktır.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُضِلَّهُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ضَلَالًا mef’ûlu mutlaktır. بَع۪يدًا kelimesi ضَلَالًا ’in sıfatıdır.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ
Müstenefe cümlesi olan ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiile dâhil olan لَمْ, muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir.
Hemze istifham harfidir. Ayetteki istifham gerçek manada soru değil, takrir ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الَّذ۪ينَ’den murad; tanınmış bir millettir. Onlar, Müslüman olduğunu söyleyen Yahudilerden bir grup münafıktır. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası olan … يَزْعُمُونَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Ayetteki يَزْعُمُونَ kelimesi ile yalan söz manası murad edilmiştir. Çünkü münafıklar hakkında nazil olmuştur. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
Masdar harfi اَنَّ ’nin dâhil olduğu اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ şeklindeki isim cümlesi masdar teviliyle يَزْعُمُونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Bu cümledeki müşterek ismi mevsûllerin sıla cümleleri meçhul mazi fiille gelerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
مِنْ قَبْلِكَ izafeti, muzafın şanı içindir.
Ayetteki soru, hayret ve kınama içindir. Ayet mantık yollu kelamdır.
بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ [Sana indirilen] ibaresinde kinaye vardır.
Ayette hitabın üslubu değişmiştir ve hitap, kesin emre muhalefetle Allah’a ve Resulüne itaat etmeyenlerin hallerini taaccüb ettirmek için Resulullah’a (s.a.) tevcih edilmiştir. Onların, Kur’an'a ve ondan önce indirilmiş olan Tevrat’a iman etmek iddiasıyla vasıflandırılmaları, taaccübü tekid etmek ve kınama ile takbihi ağırlaştırmak içindir. Çünkü onların iddiası ile kendilerinden sadır olan fiiller arasında tam bir çelişki vardır. (Ebüssuûd)
يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
Hal cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ ve akabindeki يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ cümlesi masdar teviliyle يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilen meçhul mazi fiil sıygasında faide-i haber talebi kelam olan وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ cümlesi, يُر۪يدُونَ fiilinin failinden haldir.
Masdar tevilindeki اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ cümlesi اُمِرُٓوا fiilinin mef’ûlüdür.
و ’la gelen وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا cümlesi يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ cümlesine matuftur. ضَلَالًا mef’ûlü mutlaktır.
بَع۪يدًا’in mevsufudur. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
يُر۪يدُ - يُر۪يدُونَ ve يُضِلَّهُمْ - ضَلَالًا kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَكْفُرُوا - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الطَّاغُوتِ - الشَّيْطَانُ - ضَلَالًا - يَكْفُرُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada geçen, الطَّاغُوتِ kelimesinden kasıt, azılı islam düşmanı olan Ka’b bin Eşref’tir. Aşırılık ve sapıklıkta oldukça şiddetli olduğundan, İslam’a ve Resulullah’a karşı olan düşmanlığında çok ileri gittiğinden dolayı veya kötülükte şeytana olan benzerliği sebebiyle ona, “tağut” ismi verilmiştir. Ya da Resulullah’tan (s.a.) başkası önünde yargılanma ve meselelerinin çözümünü istemeleri, şeytanın önünde muhakeme olunmak olarak kabul edilmiştir. Çünkü ayetin ileriki kısmı bu gerçeğe işaret etmektedir. (Nesefî, Medarik Tefsiri)
ضَلَالًا [Sapıklık] kelimesi, manayı tekid için nasb edilmiştir. İyiden iyiye, alabildiğine büyük bir sapıklıkla saptırmak... demektir. (Kurtubi)
ضَلَالًا بَع۪يدًا Küfürdür. Dalaletin baid ile vasıflanması, dalaletin şiddetini, onu mesafe sahibi cinsinden bir menzile koymak suretiyle mecazdır. Bu şahıs dalalette ulaşabileceği son mertebeye ulaşmıştır. (Âşûr)