وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve yine |
|
2 | قَالَ | demişti ki |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | يَا عِيسَى | Îsa |
|
5 | ابْنَ | oğlu |
|
6 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
7 | أَأَنْتَ | sen mi? |
|
8 | قُلْتَ | dedin |
|
9 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
10 | اتَّخِذُونِي | beni edinin |
|
11 | وَأُمِّيَ | ve annemi |
|
12 | إِلَٰهَيْنِ | iki tanrı |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | دُونِ | başka |
|
15 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
16 | قَالَ | dedi ki |
|
17 | سُبْحَانَكَ | sen yücesin |
|
18 | مَا |
|
|
19 | يَكُونُ | değildir |
|
20 | لِي | benim (haddime) |
|
21 | أَنْ |
|
|
22 | أَقُولَ | söylemek |
|
23 | مَا | bir şeyi |
|
24 | لَيْسَ | olmayan |
|
25 | لِي | benim için |
|
26 | بِحَقٍّ | gerçek |
|
27 | إِنْ | eğer |
|
28 | كُنْتُ | olsaydım |
|
29 | قُلْتُهُ | demiş |
|
30 | فَقَدْ | muhakkak |
|
31 | عَلِمْتَهُ | sen bunu bilirdin |
|
32 | تَعْلَمُ | sen bilirsin |
|
33 | مَا | olanı |
|
34 | فِي |
|
|
35 | نَفْسِي | benim nefsimde |
|
36 | وَلَا | ve |
|
37 | أَعْلَمُ | ben bilmem |
|
38 | مَا | olanı |
|
39 | فِي |
|
|
40 | نَفْسِكَ | senin nefsinde |
|
41 | إِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
42 | أَنْتَ | sensin |
|
43 | عَلَّامُ | bilen |
|
44 | الْغُيُوبِ | gizlileri |
|
Babasız dünyaya gelmiş olan Hz. Îsâ’nın annesi olması dolayısıyla Hz. Meryem’in gerek Hıristiyanlık’ta gerekse İslâmiyet’te özel bir yeri ve değeri vardır. Kur’an’da kendi adına bir sûre bulunan ve değişik sûrelerde anılan Hz. Meryem’in öteki kadınlara üstün kılındığı yine Kur’an’da ifade edilmiştir (onun böyle bir mûcize olay için seçilmesinin insanlık tarihindeki önemi ve hikmetleri konusunda bk. Âl-i İmrân 3/42, 45-47).
Ne var ki hıristiyanlar Tanrı inancı konusunda asırlarca süren bocalama süreci içinde Hz. Meryem’in bu seçkinliğine de farklı bir boyut getirmeye yönelmişler, hıristiyan mezheplerinde onun mahiyeti hakkında değişik teoriler ortaya konmuştur. Bu arada tarihî bilgiler Arabistan’da Collyridienler diye anılan bir sapkın hıristiyan grubunun Hz. Meryem’i tanrıça olarak kabul ettiğini göstermektedir. 116. âyette Allah’a nisbetle yer verilen “Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” şeklindeki soru, gerek Hz. Meryem’i teslîs inancının ögesi haline getirecek kadar ileri giden hıristiyanları gerekse bu derecede olmasa bile genellikle Hz. Meryem’in mahiyeti hakkında aşırılıklar taşıyan hıristiyan telakkilerini mahkûm etmektedir (bu konuda bk. bu sûrenin 72-76. âyetlerinin tefsiri; Hz. Îsâ’nın vefat ettirilmesi ve –Allah katına– kaldırılması hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/155-161).
Hz. Îsâ’nın “Hakkım olmayan şeyi iddia etmek bana yakışmaz” şeklinde tercüme edilen sözündeki incelik, böyle bir sözü söylemeye hakkı olmadığını belirtmek değil, kendisinin asla mâbud olamayacağını ve böyle bir iddiada bulunamayacağını ifade etmektir. Âyetin bu kısmını “Gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz” şeklinde anlayanlar da olmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 366-367
وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı olup takdiri اذكروا olan mahzuf fiile müteallıktır. قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ’dir. قَالَ fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfidir. ع۪يسٰٓى münadadır. ابْنِ ise ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Nidanın cevabı ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ ’dir. Hemze istifhamdır. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
قُلْتَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. قُلْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
لِلنَّاسِ car mecruru قُلْتَ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l-kavli, اتَّخِذُون۪ي ’dir. قُلْتَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اتَّخِذُون۪ي fiili ن ’un hazfıyla mebni emirdir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
اُمِّيَ atıf harfi وَ ’la mütekellim zamirine matuftur. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰهَيْنِ ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مِنْ دُونِ car mecruru اِلٰهَيْنِ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّخِذُون۪ي fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial bâbındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
سُبْحَانَكَ mahzuf bir fiilin mef'ûlu mutlakı olarak mansubtur. Takdiri, نسبّح şeklindedir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, مَا يَكُونُ ل۪ٓي’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَكُونُ nakıs, merfû, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
ل۪ي car mecruru يَكُونُ’nun mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَكُونُ’nun muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
اَقُولَ mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَيْسَ ل۪ي بِحَقّ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَیۡسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. ل۪ي car mecruru حَقّ ’e müteallıktır. بِ harf-i ceri zaiddir. حَقّ lafzen mecrur olup لَیۡسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
قُلْتُهُ fiili كُنْتُ ’nün haberi olarak mahallen mansubtur. قُلْتُهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. عَلِمْتَهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ
Fiil cümlesidir. تَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.
ف۪ي نَفْس۪ي car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdir انا ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.
ف۪ي نَفْسِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَنْتَ fasıl zamiridir.
عَلَّامُ kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. الْغُيُوبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ, takdiri اذكروا olan mahzuf fiile müteallıktır.
Muzâfun ileyh olan قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Nidanın cevabı istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, takrir ve azarlama kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
İsim cümlesi formundaki cümlenin müsnedi قُلْتَ لِلنَّاسِ, mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır ve قُلْتَ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
ابْنَ - اُمِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, قَالَ - قُلْتَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada Allah Teâlâ, İsa’nın (a.s.) bildiği bu hükmü yani böyle bir şey söylemediğini kabul etmesini, doğrulamasını istemiştir. Bunun için de burada hemzeyi fiilin takip etmesi gerekirdi. Ancak bunun yerine müsnedün ileyh gelmiştir. Bunda fiilin çirkinliğini ve bu sebeple de azarlamayı ziyadeleştirmek kastı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet دُونِ اللّٰهِۜ ibaresinin bir çok yerde “Allah’ın yanında” şeklinde tercüme edilmesinin doğruluğunu gösteren bir ayettir. Çünkü Hristiyanlar Allah’ı dışlamıyorlardı. Elmalılı Hamdi Yazır da bu ayetteki ifadenin “Allah’ın yanında” manasını taşıdığını söylemiştir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ sözündeki مِنْ, sıla ve tekid için ve سِوى manasınadır. (Âşûr)
ءَاَنْتَ قُلْتَ [Sen mi dedin] sorusu küfrü zemmetmek için gelmiş tecâhül-i âriftir.
لِلنَّاسِ sözünde umum söylenip husus kastedilmiştir. Yani İsa peygamberin ümmeti kastedilmiştir.
Şüphe yok ki bu azarlamanın asıl hedefi şimdi açığa çıkacağı üzere bizzat Hz. İsa değil, onu ilâh edinen üçlü ilâh inanışı sahipleridir. Fakat onların Hz. İsa’yı büyükleme adına taşkınlık ettikleri küfrün ona Allah’ın huzurunda nasıl bir sorumluluk yöneltmiş olduğunu ve bundan dolayı o kâfirlerin Allah’ın katında nasıl bir azarlanma ve azap edilme mevkiinde bulunduklarını düşünmelidir. Bu ayetten anlaşılıyor ki Allah’tan başka İsa’yı ilâh edinenler bulunduğu gibi annesi Hz. Meryem’i de ilâh kabul edenler varmış. Acaba bunlar kimlerdir? Ayet bu yönü açıklamamıştır. Bununla beraber açıktır ki bu da -olsa olsa- Hristiyanlar arasında bulunacaktır. Gerçi Hristiyanlar tarafından mezheplerince Hz. Meryem’in üçlemeye sokulmadığı ve bundan dolayı ona oğlu İsa gibi ilâh denmediği ileri sürülerek bu ayete itiraz edilmek istenmiştir. Fakat birinci olarak, İbni Hazm’ın “Fisâl”inde zikrettiği üzere Hristiyanlardan Berberaniyye fırkası vardı ki bunlar İsa’ya da anasına da ilâh diyorlardı. Bu mezhep sonra bitmiş kalmamıştır. Demek ki bunlar üçlemeyi, baba, ana, oğul diye sayıyorlardı. Ve halk nazarında üçlemenin açık şekli de budur. İkinci olarak, Hristiyanların üçleme inancı birlik değilse, hulûl (ruhun başka bir şeye girmesi) inancından ayrı değildir. İsa’da ilâhî bir tabiat veya İsa’nın bir cüzünü ilâh farz ederek onu tam bir ilâh edinenler Meryem’in de hamileliği esnasında o ilâhî cüzü taşıyan ve bundan dolayı bir ilâh olduğu inancından -ister istemez- uzak değildirler. Sonra kiliselerinde ve evlerinde Hz. İsa gibi Hz. Meryem’in de resimlerine karşı vaziyetleri, ibadet durumundan başka bir şey değildir. Bu bakımdan ayetin manası yalnız Berberanileri değil, diğerlerini de içine alır. Üçüncü olarak, böyle bir itiraz, ayetin manasındaki azarlama hitabını ve sorumluluğun dehşetini düşünmemek ve hesaba katmamaktan ileri gelmektedir. Zira azarlamanın asıl şiddeti, İsa’nın ilâh kabul edilmesi noktasında toplanmaktadır. (Elmalılı)
قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İtiraziyye olarak gelen سُبْحَانَكَ cümlesinde îcâz-ı hazif vardır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. سُبْحَانَكَ ifadesi, takdiri نسبّح olan fiilin mef’ûl-ü mutlakıdır.
Mekulü’l-kavl olan مَا يَكُونُ ل۪ٓي cümlesi, كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. كاَن ,ل۪ٓي’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَنْ ve akabindeki اَقُولَ muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle كاَن ’nin muahhar ismi konumundadır.
Mahallen mansub olan müşterek ism-i mevsûl اَقُولَ ,مَا fiilinin mef’ûlüdür. Sılası لَيْسَ ل۪ي بِحَقّ cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَيْسَ ,ل۪ي ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
لَيْسَ ,بِحَقّ ’nin muahhar ismidir. Zaid olan بِ harfi cümleyi tekid etmiştir.
Mevsûllerde müphem yapıları gereği tevcih sanatı vardır.
سُبْحَانَكَ kelimesi, tesbihin adıdır. Bunun masdarı olduğu fiil, kendisiyle beraber hiç zikredilmez. Bu kelimenin, tenzih manasını bir çok cihetten mübalağalı olarak ifade ettiği gayet açıktır.
Yani şu anlamı kazanmıştır: “Ben Senin hakkında böyle demekten yahut Senin hakkında böyle söylenmesinden, Seni layıkı vechile tenzih ederim.” (Ebüssuûd)
اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi كُنْتُ قُلْتُهُ lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesidir.
Şart fiili كاَن olduğu zaman اِنْ harfi genel kurallara uygun olarak müstakbel için kullanılmaz. Mazi için kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’An Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi قَدْ ,عَلِمْتَهُ ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
كُنْتُ - مَا يَكُونُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ
Ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. ف۪ي نَفْس۪ي bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Tezat sebebiyle makabline matuf وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَ cümlesi de aynı üsluptadır.
وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَ cümlesi ve وَ itiraziyyedir. (Âşûr)
Mevsûllerde tevcih sanatı vardır. Sıla cümlelerin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
ف۪ي نَفْس۪ي ifadesinde tecrîd sanatı vardır.
ف۪ي نَفْس۪ي ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla nefis içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü nefis hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. İnsanın her türlü düşünce ve hislerini Allah Teâlâ’nın bildiğini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
تَعْلَمُ - لَٓا اَعْلَمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي cümlesiyle وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
نَفْس۪ kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki نَفْسِكَ kelimesi Allah’ın zatı için kullanılmıştır. Allah’ın zatı için bu kelimenin kullanılması doğru olmadığı halde öncesinde geçen aynı kelimeden ve bağlama uygunluğundan dolayı müşâkele yoluyla “Allah’ın katındakiler” anlamında kullanılmıştır. Zemaḫşerî bu ayetin tefsirinde, ilk geçen ف۪ي نَفْس۪ي kelimesinin kalp anlamında olduğunu, ikinci نَفْسِكَ kelimesiyle de aynı kelimenin farklı bir anlama taşındığını ifade etmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedi’ Sanatları)
تَعْلَمُ kelimesinde irsad sanatı vardır.
اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Ta’îiliyye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ cümlesi تَعْلَمُ ما في نَفْسِي cümlesini illeti olarak gelmişttir. Çünkü اِنَّ ta’lîl ifade etmiştir. Burada dört tekid ve hasr üslubu vardır. Fasıl zamiri hasr ifade eder, اِنَّ tekid edatı, hasr üslubu, الْغُيُوبِ lafzının cemi gelmesi ve istiğrab (Cümlede garip, çok bilinmeyen bir kelime veya ifade kullanılmasıdır.) edatıdır. (Âşûr)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir.
عَلَّامُ - الْغُيُوبِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قَالُوا - يَقُولُ ve عَلَّامُ - عِلْمَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle, 109. ayetin fasılasıyla aynıdır. İki cümle arasında ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَالَ - قُلْتَ - قُلْتُهُ - اَقُولَ ve كُنْتُ - يَكُونُ ve عَلِمْتَهُ - اَعْلَمُ - تَعْلَمُ - عَلَّامُ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayet-i kerime Allah ismiyle başlayıp onun ismiyle bittiği için teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.
İsa muhakkak diyecek ki: “Seni Sana layık paklıkta tenzih ederim, ilâhî paklığına sığınır ve öyle haksız ve yakışıksız bir sözden uzak olmayı dilerim. Hâşâ ey Rabbim! Hak ve layık olmayan sözü söylemek bana yakışmaz, buna ilmini şahit getiririm. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette Sen onu bilirdin. Çünkü Sen benim dışım, açıklayıp ilan ettiklerim şöyle dursun, nefsimde gizlediğim, gönlümden geçirdiğim şeyleri de bilirsin. Ben ise Senin nefsindekini, ilminde gizlediğin bilgileri bilmem. Şu halde söylemediğimi bildiğin halde bana bu soruyu sormaktaki ilâhî hikmetini de bilmem. Çünkü bütün gaybları tamamıyla bilen عَلَّامُ الغُيُوبِ olan Sen, ancak Sensin.” (Elmalılı)