16 Ağustos 2024
Mâide Sûresi 109-113 (125. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mâide Sûresi 109. Ayet

يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ  ...


Allah’ın, peygamberleri toplayıp “siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?” diyeceği, onların da, “Bizim hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin” diyecekleri günü hatırlayın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ gün ي و م
2 يَجْمَعُ toplayacağı ج م ع
3 اللَّهُ Allah
4 الرُّسُلَ Elçileri ر س ل
5 فَيَقُولُ derler ق و ل
6 مَاذَا ne?
7 أُجِبْتُمْ size cevap verildi ج و ب
8 قَالُوا derler ق و ل
9 لَا
10 عِلْمَ bilgimiz yok ع ل م
11 لَنَا bizim
12 إِنَّكَ yalnız sensin
13 أَنْتَ sen
14 عَلَّامُ bilen ع ل م
15 الْغُيُوبِ gizlileri غ ي ب

Burada, 110-120. âyetlerde Hz. Îsâ’nın tanıklığından hareketle yer verilecek olan hakikatlerin anlatımına geçiş yapılmaktadır. Yeni bir konuya başlanmakla beraber, önceki âyetlerin içeriği onlarla bu ve müteakip âyetler arasında şöyle bir fikrî bağ bulunduğunu düşündürmektedir: Önceki âyetlerde insanların vasiyetleri hakkında titizlik gösterilmesi ve bu konudaki tanıklığın önemi üzerinde durulmuştu. Burada ise yüce Allah’ın emir ve tavsiyeleri hakkında peygamberlerin tanıklık etmesi konusuna geçilmektedir. Nitekim Kur’an’da dinî hükümler Allah Teâlâ’nın “vasiyetleri” (emir ve tavsiyeleri) olarak (Şûrâ 42/13), peygamberler de “şahitler” şeklinde (Nisâ 4/41) nitelendirilmiştir (İbn Âşûr, VII, 98).

 Öte yandan, tefsirlerde bu âyetle önceki âyet arasında gramer açısından da şöyle bir bağ kurulur: Bu âyet, 108. âyetteki “Allah’a âsi olmaktan sakının” ifadesini açıklamaktadır; “Allah’ın peygamberleri toplayıp da onlara ‘Size ne cevap verildi?’ diye soracağı günden sakının” demektir (Zemahşerî, I, 370).

 Peygamberlerin Cenâb-ı Allah’ın sorusuna “Bizim bir bilgimiz yok. Bütün gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin” diye cevap vermeleri, genellikle kıyamet gününün dehşeti karşısında duydukları ürpermenin etkisiyle veya Allah Teâlâ’ya gösterilen mutlak tâzim ve saygı ile izah edilmiştir. Bazı müfessirlerin kanaatine göre ise bu ifadeyi gerçek anlamıyla yorumlamak gerekir; bu sözleriyle peygamberler Allah katından getirdikleri buyruk ve yasaklara kendilerinden sonra insanlar tarafından nasıl bir tepki gösterildiği hususunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını ve bütün gerçekleri bilenin sadece Allah olduğunu belirtmiş olmaktadırlar (Taberî, VII, 125-126; İbn Âşûr, VII, 100).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 259-260  

Riyazus Salihin, 167 Nolu Hadis

İbni Abbâs   radıyallahu anhümâ  şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, va’z etmek üzere aramızda doğrulup ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzuruna toplanacaksınız. ‘İlk defa yoktan var ettiğimiz gibi yeniden yaratacağız, bu va’dimizdir. Biz gerçekten bunu yapmaya muktediriz’ [Enbiyâ sûresi (21), 104]. Haberiniz olsun! Kıyamet günü insanların ilk giydirileni İbrahim aleyhisselâm’dır. Haberiniz olsun! Ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa, cehennem tarafına sevk edileceklerdir. Ben:

– Ey Rabbim! Bunlar benim ashâbım, benim ümmetim, derim. Bunun üzerine:

 

– Sen, bunların senden sonra ne bid’atler ortaya çıkarıp ne kötülükler yaptıklarını bilmezsin, denir. Bunun üzerine ben, sâlih kul İsâ aleyhisselâm’ın dediği gibi derim:

“Ben aralarında bulunduğum sürece durumlarını gözettim; fakat sen beni öldürüp aralarından alınca, onların denetleyicisi ve gözetleyeni sadece sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhitsin. Onları cezalandıracaksan şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacaksan, mutlak güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin” [Mâide sûresi (5), 117-118].

Bunun üzerine bana şöyle denilir:

Gerçekten onlar, sen kendilerinden ayrıldığından beri, topukları üzerinde geri dönüp, dindarlıktan dinsizliğe yönelmeye devam ettiler.”

Buhârî, Enbiyâ 8, Rikâk 45; Müslim, Cennet 58. Ayrıca bk, Tirmizî, Kıyâmet 3; Nesâî, Cenâiz 119

يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ


Zaman zarfı  يَوْمَ  mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  اذكر  şeklindedir. Veya  قَالُوا  fiiline müteallıktır.

يَجْمَعُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَجْمَعُ  merfû muzari fiildir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  الرُّسُلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  فَ  atıf harfidir.  يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

مَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  ذَا  ism-i mevsûl olup haber olarak mahallen merfûdur. Ya da her ikisi birlikte istifham ismi olarak mübtedadır.

İsm-i mevsulun sılası  اُجِبْتُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اُجِبْتُمْ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Bu cümle değişik cihetlerden ele alınmıştır. Şöyle ki:

  1. “O gün” anlamına gelen  يَوْمَ  kelimesi daha önce geçen  “وَاتَّقُوا اللّٰهَ /Allah’tan sakının, takva sahibi olun.” fiilinin mef'ûlünün bedelidir (izahı).

Allah Teâlâ’nın her şeyin yaratıcısı ve kıyamet gününün yegâne hakimi olması, söz konusu fiil ile bu kelime arasında bulunması gereken münasebet ve bağ için yeterlidir. Üstelik, Allah’a karşı takva emrinde akla ilk gelen, “Sakınılması gereken hangi iş ve hangi fiildir?” sorusudur.

  1. Sakınma fiilinin mefûlü olan Allah kelimesinin önünde bir muzâf yani azap kelimesi mahzuftur. Yani bu, “Allah'ın azabından sakının.” demektir. Bu takdirde “o gün” kelimesinin sakınma fiiline zarf olmasında da bir sakınca söz konusu değildir.
  2. Burada bir fiil mukadderdir ve bu fiil, geçen “sakının” fiili üzerine atıftır. “Yani o günden çekinin ki... Yahut o günü hatırlayın ki…” anlamını taşır.

O korkunç günü hatırlatmak, insanları takvaya ve ilâhî emirleri icabet ve itaatle karşılamaya icbar eder.

  1. Söz konusu “o gün - يَوْمَ” geçen  “وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟ / Allah zalimler kavmini hidayete eriştirmez.” fiilinin zarfıdır. Yani o gün Allah Teâlâ, müminleri cennet yoluna hidayet ettiği halde zalimlere hidayet etmez.
  2.  Söz konusu “o gün /  يَوْمَ” bir muzâf takdir edilerek daha önce geçen “وَاسْمَعُواۜ /dinleyin” fiilinin mef’ûlü de olabilir. Yani o güne ilişkin haberi dinleyin, demektir.
  3. O gün/  يَوْمَ  ondan sonra mahzuf olan bir fiilin zarfıdır. Bu fiilin mahzuf olmasıdır.(Beyzâvî, Âşûr, Ebüssuûd)

 قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ 


Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

Mekulü’l-kavli,  لَا عِلْمَ لَنَا ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  عِلْمَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.

لَنَا  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.


 اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَنْتَ  fasıl zamiridir.

عَلَّامُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberidir.  الْغُيُوبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ

 

Fasılla  gelen ayette zaman zarfı  يَوْمَ  takdiri  اذكر  olan bir fiile müteallıktır.

يَوْمَ ’nin önceki ayetteki  يَهْدِي  fiiline müteallık olması da caizdir.

Muzâfun ileyh olarak cer mahallindeki  يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْ  cümlesi, bu cümleye matuftur. Fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini etkiler.

Müsnedün ileyhin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَاذَٓا اُجِبْتُمْ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhal olduğundan istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Böyle sorular; örnek verme, azarlama, hayranlık uyandırma, kendinden geçme, sevinç esnasında duyulan heyecanın ifadesi, kınama ve neşelendirme amaçlı sorulur. Bu ayette de peygamberlere itiraz eden ümmetleri kınamak için gelmiştir.

Tefsirlerde bu ayetle önceki ayet arasında gramer açısından da şöyle bir bağ kurulur: Bu ayet, 108. ayetteki “Allah’a asi olmaktan sakının!” ifadesini açıklamaktadır: “Allah’ın peygamberleri toplayıp da onlara ‘Size ne cevap verildi?’ diye soracağı günden sakının.” demektir. (Zemahşerî, I, 370)

O gün vaki olacak genel afet ve musibetin korkunçluğunun sınırsız oluğunu bildirir. Sanki şöyle denir: “O gün, Allah, bütün peygamberleri bir araya toplayacak öyle korkunç haller ve afetler olacak ki sözler onları anlatmaya yeterli değildir.”

Zamir makamında ismin  zahir olarak zikredilmesi, mehabeti arttırmak ve korkunçluğu ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)

Ayette yalnız peygamberlerin toplanmasının zikredilmesi, onların şeref ve asaletini belirtmek, ümmetlerin onlara tâbi olması nedeniyle ayrıca o hususta bir sarahate gerek olmadığını bildirmek, ümmetlerin derecelerinin peygamberlerden aşağı olduğunu, onların peygamberlerle birlikte zikre layık olmadığını göstermek içindir.

Elbette böyledir. Çünkü peygamberler, ihtiramla toplanırlar. Ümmetlerinden bazıları ise boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde yüzüstü toplanma mahalline sürüklenirler. (Ebüssuud)


 قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ

 

Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu cümle  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavlidir. Faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesidir.

عِلْمَ kelimesinde irsâd vardır. لَنَا  car mecrurunun müteallakının hazfi dolayısıyla icaz-ı hazif vardır.

Bu istinaf cümlesi, kelamın siyakından doğan bir sualin cevabıdır. Sanki “O zaman peygamberler ne diyecekler?” suali böyle cevaplandırılmıştır.

Burada قَالُوا [dediler] şeklinde dili geçmiş (mazi) kipinin kullanılması, bunların kesin olarak gerçekleşeceğine delalet eder. (Ebüssuud, Âşûr)


 اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

 

Ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. 

عَلَّامُ - الْغُيُوبِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

قَالُوا - يَقُولُ  ve  عَلَّامُ - عِلْمَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Muttasıl zamirden sonra munfasıl zamirin zikredilmesi, haberi yerleştirmek ve te’kid etmek içindir. (Âşûr)

 
Mâide Sûresi 110. Ayet

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاًۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَـهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْراً بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ  ...


O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun.Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 قَالَ demişti ki ق و ل
3 اللَّهُ Allah
4 يَا عِيسَى Îsa
5 ابْنَ oğlu ب ن ي
6 مَرْيَمَ Meryem
7 اذْكُرْ hatırla ذ ك ر
8 نِعْمَتِي ni’metimi ن ع م
9 عَلَيْكَ sana olan
10 وَعَلَىٰ ve olan
11 وَالِدَتِكَ annene و ل د
12 إِذْ hani
13 أَيَّدْتُكَ seni desteklemiştim ا ي د
14 بِرُوحِ Ruh ile ر و ح
15 الْقُدُسِ l-Kudüs ق د س
16 تُكَلِّمُ konuşuyordun ك ل م
17 النَّاسَ insanlarla ن و س
18 فِي
19 الْمَهْدِ beşikte iken م ه د
20 وَكَهْلًا ve yetişkin iken ك ه ل
21 وَإِذْ hani
22 عَلَّمْتُكَ sana öğrettim ع ل م
23 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
24 وَالْحِكْمَةَ ve hikmeti ح ك م
25 وَالتَّوْرَاةَ ve Tevrat’ı
26 وَالْإِنْجِيلَ ve İncil’i
27 وَإِذْ hani
28 تَخْلُقُ yaratıyor خ ل ق
29 مِنَ -dan
30 الطِّينِ çamur- ط ي ن
31 كَهَيْئَةِ şeklinde bir şey ه ي ا
32 الطَّيْرِ kuş ط ي ر
33 بِإِذْنِي benim iznimle ا ذ ن
34 فَتَنْفُخُ üflüyordun ن ف خ
35 فِيهَا içine
36 فَتَكُونُ oluyordu ك و ن
37 طَيْرًا kuş ط ي ر
38 بِإِذْنِي benim iznimle ا ذ ن
39 وَتُبْرِئُ ve iyileştiriyordun ب ر ا
40 الْأَكْمَهَ anadan doğma körü ك م ه
41 وَالْأَبْرَصَ ve alacalıyı ب ر ص
42 بِإِذْنِي benim iznimle ا ذ ن
43 وَإِذْ ve hani
44 تُخْرِجُ çıkarıyordun خ ر ج
45 الْمَوْتَىٰ ölüleri م و ت
46 بِإِذْنِي benim iznimle ا ذ ن
47 وَإِذْ ve hani
48 كَفَفْتُ savmıştım ك ف ف
49 بَنِي oğullarını ب ن ي
50 إِسْرَائِيلَ İsrail
51 عَنْكَ senden
52 إِذْ zaman
53 جِئْتَهُمْ sen onlara getirdiğin ج ي ا
54 بِالْبَيِّنَاتِ açık deliller ب ي ن
55 فَقَالَ demişti ق و ل
56 الَّذِينَ kimseler
57 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
58 مِنْهُمْ içlerinden
59 إِنْ
60 هَٰذَا bu
61 إِلَّا başka bir şey değil
62 سِحْرٌ bir büyüden س ح ر
63 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

Kur’ân-ı Kerîm’de adı Îsâ İbn Meryem ve Mesîh olarak geçen Hz. Îsâ, Hz. Meryem’in oğludur; Allah’ın Meryem’e ilka ettiği kelimesidir (Nisâ 4/171). Kendisine İncil verilmiş (Hadîd 57/27) ve İsrâiloğulları’na peygamber olarak gönderilmiştir (Saf 61/6; Hz. Îsâ hakkında geniş bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/45; Nisâ 4/157-158).

 

 İslâm inancında Rûhulkudüs’ten maksat Cebrâil’dir. Bütün peygamberlerin bu melekle desteklenmesi söz konusu olmakla birlikte, Hz. Îsâ’nın dünyaya gelişinde Allah tarafından ona ayrı bir görev verilmiş olması dolayısıyla Hz. Îsâ konusunda Cebrâil’in vahiy meleği olmanın ötesinde özel bir önemi vardır (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/87, 253). Hıristiyanlar’da ise Rûhulkudüs inancı iki yönlüdür: Birincisi Hz. Îsâ’nın Hz. Meryem’den doğmasında ve bedene bürünmesinde etkili olan, diğeri âhir zamanda çıkacak olan Rûhulkudüs. İkincisine “Rûhulhak olan Rûhulkudüs” derler. Esasen bu bir “son peygamber” inancıdır; fakat hıristiyanlar bunun Hz. Muhammed olduğunu kabul etmekten kaçınmışlardır (Elmalılı, III, 1841; Yuhanna İncili’ndeki “hakikat ruhu” ve “Rûhulkudüs” ile ilgili ifadeler için bk. 14/15-16, 26, 15/26, 16/13; bu konuda bilgi ve değerlendirme için bk. Mehmet Aydın, “Faraklit”, DİA, XII, 165-166).

 Hz. Îsâ’nın beşikte iken konuşması olağan üstü bir olay olmakla beraber, yetişkinlik çağında konuşması doğal bir durum olduğu halde âyet-i kerîmede bunun da söz konusu edilmesinin sebebi hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır (bk. Âl-i İmrân 3/46). Müfessirlerin genel kanısına göre, “yazma” diye çevirdiğimiz “kitâb” kelimesiyle kastedilen anlam, Hz. Îsâ’ya “yazı yazma”nın öğretilecek olmasıdır (Râzî, VIII, 54). Bazı müfessirler bunu genel olarak “ilâhî kitaplar” şeklinde açıklamışlardır (Kåsımî, IV, 846). Burada Allah tarafından indirilen fakat belirli olmayan bir kitaba işaret bulunduğu yorumuna değinen İbn Atıyye bunun dayanaktan yoksun bir iddia olduğunu kaydeder (I, 438; “Tevrat” ve “İncil” hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3-4; “hikmet” hakkında bilgi için bk. Bakara 2/269).

 Hz. Îsâ tarafından gösterilmekte olduğu bildirilen mûcizelerin Hz. Îsâ’nın muhatapları açısından önem taşımasının yanı sıra, daha sonra Hıristiyanlık’ta bunlara bağlanan sonuçlar bu dinin mensuplarını ona tanrılık izâfe etmek gibi tehlikeli bir mecraya sevketmiş olduğundan gerek burada gerekse Âl-i İmrân sûresinde, bunların yüce Allah’ın iznine bağlı olduğuna sık sık dikkat çekilmiştir (bu konuda bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/49).

 Hz. Îsâ’nın ilâhî vahyi tebliğ etmesi karşısında İsrâiloğulları ona saygı duyup destek vermek şöyle dursun, tuzak kurup hayatına kastetmek istemişlerdi. Bunu farkeden Hz. Îsâ kendisine sadakatle bağlanıp destek verecek bir çekirdek kadro ile (havâriler) tebliğ faaliyetini sürdürmeye çalıştı (yahudilerin tutumu ve Hz. Îsâ’nın havârileri hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/45, 52-54).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 360-361   

كَهْل Saçına aklık ya da kırlık düşen kimsedir. Yani orta yaşlı demektir.  (Müfredat)  Kuran’ı Kerim’de sadece bu ayette geçtiği kalıpta ve yalnızca 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli küheylandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

طِين Birbirine karıştırılmış toprak ve sudur (çamur). Bazen suyun etkisi gitse bile kalan toprak  böyle isimlendirilebilmektedir. (Müfredat)  Kuran’ı Kerim’de sadece طِين şeklinde 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tıynet (yaratılış, huy), titandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

تَقْدِيس, İlahi temizlemedir,  gözle görülen necaseti giderme anlamına gelen  تَطْهِير den daha üstündür. Kuran-ı Kerim’de Cebrail (as) için zikredilen Ruhu-l Kuds ifadesi nefislerimizi kendileriyle pakladığı Kuran, hikmet ve ilahi feyzi indirmiş olması itibarıyladır.  (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kutsal, Kudüs, mukaddes ve takdisdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

طير tayera: الطَّائِر Havada uçan, yolculuk eden bütün kanatlılardır. تَطَيَّرَ  fiili kuşları uğurlu saymak anlamına gelirken daha sonra uğurlu ve uğursuz sayılan her türlü şeyle ilgili kullanılmıştır. (Yasin/18)  (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)  Türkçede kullanılan şekli tayyaredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ


اِذْ  zaman zarfı olup takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır.  قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli  يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَا  nida harfidir.  ع۪يسٰٓى  münadadır.  ابْنِ  ise  ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir.  مَرْيَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Nidanın cevabı  اذْكُرْ نِعْمَت۪ي ’dur.  اذْكُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

نِعْمَت۪ي  mef'ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim  يَ ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلَيْكَ  car mecruru  نِعْمَت۪ي ’nin mahzuf haline müteallıktır.

عَلٰى وَالِدَتِكَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  عَلَيْكَ’ye matuftur.

وَالِدَتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ولد  fiilinin müennes ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاًۚ


اِذْ  zaman zarfı olup  نِعْمَت۪ي ’ye müteallıktır.  اَيَّدْتُكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَيَّدْتُكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِرُوحِ الْقُدُسِ  car mecruru  اَيَّدْتُكَ  fiiline müteallıktır.  الْقُدُسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

تُكَلِّمُ النَّاسَ  cümlesi  اَيَّدْتُكَ’deki  كَ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.

تُكَلِّمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فِي الْمَهْدِ  car mecruru  تُكَلِّمُ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri,  صغيرا (küçükken) şeklindedir. (Âşûr)

وَ  atıftır.  كَهْلًا  mahzuf hale matuftur.

تُكَلِّمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كلم’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.  


  وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ 


وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı olup  نِعْمَت۪ي ’ye müteallıktır.  عَلَّمْتُكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلَّمْتُكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

الْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  الْكِتَابَ ’ye matuftur.

عَلَّمْتُكَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَـهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْراً بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ


وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı olup  نِعْمَت۪ي ’ye müteallıktır.  تَخْلُقُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَخْلُقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

مِنَ الطّ۪ينِ  car mecruru  تَخْلُقُ  fiiline müteallıktır.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  kelimesi gibi manasındadır.  هَيْـَٔةِ  mukadder mef’ûlun sıfatına müteallıktır. Takdiri, شيئًا مثل هيئة الطير (Kuş suretinde bir şey) şeklindedir. الطَّيْرِ  muzâfun ileyhtir.

بِاِذْن۪ي  car mecruru  تَخْلُقُ   fiiline müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  تَنْفُخُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  ف۪يهَا  car mecruru  تَنْفُخُ  fiiline müteallıktır.

 فَ  atıf harfidir.  تَكُونُ  nakıs muzari fiildir.  تَكُونُ ’nun ismi müstetir  هى  zamiridir.  طَيْرًا  ise  تَكُونُ ’nun haberidir.

بِاِذْن۪ي  car mecruru  طَيْرًا ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  تُبْرِئُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

الْاَكْمَهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْاَبْرَصَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْاَكْمَهَ ’ye matuftur.

بِاِذْن۪ي  car mecruru  تُبْرِئُ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَخْلُقُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’âl babındandır. Sülâsîsi  خلق’dir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

   

 وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ 


وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı olup  نِعْمَت۪ي ’ye müteallıktır. تُخْرِجُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُخْرِجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  الْمَوْتٰى  kelimesi elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

بِاِذْن۪ي  car mecruru  تُخْرِجُ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


  وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ


وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı olup  نِعْمَت۪ي ’ye müteallıktır.  كَفَفْتُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَفَفْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail  olarak mahallen merfûdur.

بَن۪ٓي  mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.  اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyhtir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

عَنْكَ car mecruru  كَفَفْتُ  fiiline müteallıktır.

اِذْ  zaman zarfı olup كَفَفْتُ  fiiline müteallıktır.  جِئْتَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جِئْتَهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  جِئْتَهُمْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

 

فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا مِنْهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُمْ  car mecruru  كَفَرُوا ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  سِحْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مُب۪ينٌ  kelimesi  سِحْرٌ ’un sıfatıdır.

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ


Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman  zarfı  اِذْ, takdiri  اذكروا  olan mahzuf bir fiile müteallıktır.

Muzâfun ileyh olan  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

نِعْمَت۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan mütekellim zamirine muzâf olan  نِعْمَت۪  şan ve şeref kazanmıştır. 

وَالِدَتِكَۢ  izafeti de muzâfın şanı içindir.

…اِذْ قَالَ اللّٰهُ  ibaresinde ahirette gerçekleşecek bir olayın muzari yerine mazi ile anlatılması muktezâ-i halin hilafına kelamdır. İki nükteyi içerir: 

1. İleride bu hitabın muhakkak olacağından dolayı kesinlik ifadesi 

2. İlahi kelamın ezeli olduğuna, Allah’a nispet edilen fiillerde zamanın söz konusu olmadığına işaret eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, daha önce geçtiği gibi mehabeti arttırmak içindir.(Ebüssuûd)


اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاًۚ 

 

Cümleye muzâf olan, mazi manalı zaman zarfı  نِعْمَت۪ي ,اِذْ ’ye müteallıktır.  اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

اَيَّدْتُكَ  fiilinin mef’ûlünden hal olan  تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْمَهْدِ - كَهْلًاۚ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

Bu istinaf cümlesi, İsa’nın nasıl desteklendiğini bildirir. İsa’nın yetişkin iken konuşması bir mucize olmadığı halde bahse konu edilmesi, onun her iki haldeki konuşmasının, aynı tertip ve düzen üzere (a’lâ nesak li vahid), mükemmel bir akıl (kemal-akl), sağlam bir re’y ve tedbir ve garip bir üslup ile sadır olduğunu beyan etmek içindir.  (Ebüssuûd)

Ayette ruhtan hangi mana murad edilirse edilsin bu ruh, İsa ile annesine büyük bir ilahî nimettir. (Ebüssuûd)


  وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ

 

Cümleye muzâf olan, mazi manalı zaman zarfı ve muzâfun ileyhi  اِذْ عَلَّمْتُكَ  ,اِذْ اَيَّدْتُكَ’ye matuftur. 

Muzâfun ileyh olan  عَلَّمْتُكَ, müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْكِتَابَ - الْحِكْمَةَ - التَّوْرٰيةَ - الْاِنْج۪يلَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kitap ve hikmetten sonra İncil ve Tevrat’ın zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

Bazı müfessirler kitap ve hikmetin; aklî ve ilmî bir şekilde gerçeğe ulaşma yolları ya da genel olarak vahiy, doğruyu yanlıştan ayırt etme kabiliyeti olduğu görüşündedir.

Burada kitap ve hikmetten murad, kitap ve hikmet cinsidir. Buna göre Tevrat ile İncil de kitap ve hikmet kapsamı içinde olduğuna göre ayrıca zikredilmeleri, onların şerefini göstermek içindir.

Diğer bir görüşe göre ise burada kitaptan murad, okuyup yazmaktır. Hikmetten murad da muhkem ve doğru kelamdır..(Ebüssuûd)


وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَـهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْراً بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ

 

Zaman zarfı  اِذْ  ve muzâfun ileyhi olan  تَخْلُقُ  cümlesi,  اِذْ اَيَّدْتُكَ ’ye matuftur. 

Muzâfun ileyh cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  فَتَنْفُخُ  cümlesi  تَخْلُقُ’ya matuftur.

كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi  فَتَنْفُخُ  cümlesine,  تُبْرِئُ الْاَكْمَهَ  cümlesi de تَخْلُقُ    cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi temâsüldür.

بِاِذْن۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan mütekellim zamirine muzâf olan  اِذْن۪, şan ve şeref kazanmıştır.

الْاَكْمَهَ - الْاَبْرَصَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada  تَخْلُقُ  [yaratma], sebeplere başvurma anlamındadır. Yaratmak hakikatte Allah Teâlâ’ya aittir. Fakat sebeplere baş vurulması halinde bunun İsa’nın (a.s.) eliyle ortaya çıkması da elbette mümkündür. Nitekim  فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْن۪ي                                                                                                                               [Ona üflüyordun da iznimle o hemen bir kuş oluyordu.] ifadesi de bunu bildirir.

Ayette kuşun tekevvünü ifadesinde de  بِاِذْن۪ي  [Benim iznimle]’nin tekrar edilmesi, gerek tasvirin, gerekse üflemenin ayrı ayrı birer büyük ve harika iş olup ancak Allah Teâlâ’nın izniyle gerçekleşebileceklerine dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)


 وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ

 

Zaman zarfı  اِذْ  ve muzâfun ileyh olan  قُتُخْرِجُ  cümlesi,  اِذْ اَيَّدْتُكَ ’ye matuftur. 

Muzâfun ileyh cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِاِذْن۪يۚ  ibaresi ayette dört kez gelmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu ibarenin tekrarı İsa peygamberin ilâh olmadığını vurgular.

Bu cümlenin başında  اِذْ  [hani]  kelimesi tekrar edilmiştir. Çünkü ölüleri, -özellikle çürüdükten sonra- mezarlarından çıkarıp hayata döndürmek, hatırlatılmaya layık pek açık bir mucize ve büyük bir nimettir. (Ebüssuûd)

Bu ayetin dört yerinde  بِاِذْن۪يۚ  [Benim iznimle] ifadesinin tekrar edilmesi, hakkın tespitine önem verildiği içindir. Çünkü o harikalar, İsa (a.s.) tarafından yaratılmış değildir. Fakat Allah Teâlâ, o mucizeleri ona tahsis ettiği bir nimet olarak onun eliyle göstermiştir. Âl-i İmran Suresinde iki kere zikredilmesi, oranın haber verme makamı olmasındandır. Burası ise nimetleri tatma makamıdır. (Ebüssuûd)


 وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَنْكَ

 

Zaman zarfı  اِذْ  ve muzâfun ileyh olan  كَفَفْتُ  cümlesi,  اِذْ اَيَّدْتُكَ ’ye matuftur. 

Muzâfun ileyh cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

ابْنَ - بَن۪ٓي  ve  مُب۪ينٌ - بِالْبَيِّنَاتِ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ

 


Zaman zarfı  اِذْ  ve muzâfun ileyh olan  جِئْتَهُمْ  cümlesi,  اِذْ كَفَفْتُ ’ya matuftur. 

Muzâfun ileyh cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ  [Kendilerine apaçık mucizeler getirdiğin zaman…]  ifadesi ile yukarıda geçen mucizelerin kastedilmiş olması muhtemeldir. Buna göre الْبَيِّنَاتِ  kelimesinin başındaki elif lâm, “ahd” (malum manası) ifade eder. Bunun, beyyinat cinsini ifade eden (yani cins için olan) elif-lâm olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)

 

فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

 

فَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede has ism-i mevsûl fail konumundadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Mekulü’l-kavl, menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir.

Kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  هٰذَٓا  mevsuf/maksûr,  سِحْرٌ مُب۪ينٌ  sıfat/maksurûn aleyhtir. 

Kafirlerin  هٰذَٓا  ile işaret ettikleri Kur’an’dır. Kur’an’ı  هٰذَٓا  ile işaret etmelerindeki kasıt tahkirdir.
Mâide Sûresi 111. Ayet

وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ  ...


Hani bir de, “Bana ve Peygamberime iman edin” diye havarilere ilham etmiştim. Onlar da “İman ettik. Bizim müslüman olduğumuza sen de şahit ol” demişlerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 أَوْحَيْتُ vahyetmiştim و ح ي
3 إِلَى
4 الْحَوَارِيِّينَ Havarilere ح و ر
5 أَنْ
6 امِنُوا inanmalarını ا م ن
7 بِي bana
8 وَبِرَسُولِي ve elçime ر س ل
9 قَالُوا demişlerdi ق و ل
10 امَنَّا inandık ا م ن
11 وَاشْهَدْ şahid ol ش ه د
12 بِأَنَّنَا bizim
13 مُسْلِمُونَ müslümanlar olduğumuza س ل م

وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ


وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı olup takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır.  اَوْحَيْتُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْحَيْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ  car mecruru  اَوْحَيْتُ  fiiline müteallıktır.  الْحَوَارِيّ۪نَ  kelimesinin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اَوْحَيْتُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. اَنْ’in masdariye olması da müfessire olması da muhtemeldir. (Beyzâvî)

اٰمِنُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ب۪ي  car  mecruru  اٰمِنُوا  fiiline müteallıktır.  بِرَسُول۪ي  car mecruru  ب۪ي  car  mecruruna matuftur. Mütekellim zamiri  ي  ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi  اٰمَنَّا ’dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.  اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  اشْهَدْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اشْهَدْ  fiiline müteallıktır.  

نَا  mütekellim zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  مُسْلِمُونَ  ise  أَنَّ ’nin haberidir. Ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُسْلِمُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf sebebi temasüldür. Zaman zarfı  اِذْ  ve muzâfun ileyh olan  اَوْحَيْتُ  cümlesi,  اِذْ اَيَّدْتُكَ ’ye matuftur. 

Muzâfun ileyh cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَنْ  ve akabindeki mazi fiil cümlesi, masdar teviliyle  اَوْحَيْتُ  fiilinin mef’ûlüdür.

بِرَسُول۪يۚ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan mütekellim zamirine muzâf olan  رَسُول۪, şan ve şeref kazanmıştır.

Bu ayette gaib zamirden mütekellim zamirine iltifat vardır.

İsa’nın (a.s.) resul unvanıyla zikredilmesi, ona iman edilmesinin keyfiyetine dikkat çekmek içindir. Yani “İlâh ve Rabb olarak yalnız Bana ve resulümün de risaletine iman edin. Onu makamından aşağı da indirmeyin, yukarı da çıkarmayın!” (Ebüssuûd)


قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ

 

Fasılla gelen bu son cümle ile önceki cümle arasında şibh-i kemâl-i ittisâl vardır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اٰمَنَّا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَاشْهَدْ بِاَنَّنَا مُسْلِمُونَ  cümlesi,  وَ ’la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebtir. 

اٰمِنُوا - اٰمَنَّا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمَنَّا - مُسْلِمُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümle, kelamın siyakından doğan bir suale cevap mahiyetindedir. Sanki

- Kendilerine öyle vahyedilince onlar ne dediler? denmiş de onlar da:

- Biz inandık, iman ettik; Sen şahit ol! Biz gerçekten samimiyiz, demişlerdir.

İsa’ya (a.s.) lütfedilen diğer nimetler gibi bu da büyük bir nimettir. Bütün bunlar, İsa’nın (a.s.) validesi için de nimettir. (Ebüssuûd)

 
Mâide Sûresi 112. Ayet

اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ...


Hani havariler de, “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. İsa da, “Eğer mü’minler iseniz, Allah’a karşı gelmekten sakının” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 قَالَ demişlerdi ki ق و ل
3 الْحَوَارِيُّونَ Havariler ح و ر
4 يَا عِيسَى Îsa
5 ابْنَ oğlu ب ن ي
6 مَرْيَمَ Meryem
7 هَلْ -mi?
8 يَسْتَطِيعُ gücü yeter- ط و ع
9 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
10 أَنْ
11 يُنَزِّلَ indirmeye ن ز ل
12 عَلَيْنَا bize
13 مَائِدَةً bir sofra م ي د
14 مِنَ -ten
15 السَّمَاءِ gök- س م و
16 قَالَ (Îsa) dedi ق و ل
17 اتَّقُوا korkun و ق ي
18 اللَّهَ Allah’tan
19 إِنْ eğer
20 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
21 مُؤْمِنِينَ inanıyor ا م ن

Havârilerin “Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” şeklindeki sorusunu “Rabbinin buna gücü yeter mi?” anlamında düşünen müfessirler, o esnada havârilerin henüz tam bir teslimiyet içinde olmadıkları ve imanlarında zaaf bulunduğu yorumunu yapmışlardır. İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre ise bu sorudaki yardımcı fiili “güç yetirme” anlamına göre düşünmemek gerekir. Zira onların bu talebi –müteakip âyette ifade edildiği üzere– olumlu amaçlara yöneliktir. Şu halde bu soruyu, –Arap dilindeki örneklerin ışığında– “Rabbin bize gökten bir sofra indirir mi, indirmesi O’nun hikmetine uygun olurmu; Allah’ın âdetine (sünnetullah) göre bu olabilir mi; sen rabbinden bize gökten bir sofra indirmesini isteyebilir misin, istersen rabbin buna rızâ gösterir mi veya isteğini yerine getirir mi?” gibi mânalarda anlamak daha uygun olur. 111. âyette onlardan “İman ettik, şahit ol ki bizler yürekten teslimiyet içindeyiz, demişlerdi” şeklinde söz edilmiş olması da bu anlayışı desteklemektedir. Gerçi Hz. Îsâ “Eğer iman etmiş kimseler iseniz Allah’a saygılı olun” cevabını vererek, onları Allah hakkındaki düşünce ve ifadelerinde daha saygılı olmaları gerektiği yönünde uyarmış ve mûcize talep etmenin gönülden inanmış insanlara yaraşmayacağını hatırlatmıştır. Fakat konuşmanın akışı dikkate alınırsa bu, onları itham etme niteliğinde değil, bilâkis onların neyi amaçladıklarını açıklamalarına imkân veren bir cevaptır. Nitekim havârilerin niçin böyle bir istekte bulunduklarını açıklamaları üzerine Hz. Îsâ onları reddetmeyip isteklerini yüce Allah’a arzetmiştir.

(Kuran yolu/Diyanet tefsiri   - )

اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ


اِذْ  zaman zarfı olup takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır.  قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْحَوَارِيُّونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Mekulü’l-kavli,  يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَا  nida harfi,  ع۪يسٰٓى  münadadır.  ابْنِ  ise  ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir.  مَرْيَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Nidanın cevabı  هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ ’dir. 

هَلْ  istifham harfidir.  يَسْتَط۪يعُ  merfû muzari fiildir.  رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَسْتَط۪يعُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يُنَزِّلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  عَلَيْنَا  car mecruru  يُنَزِّلَ  fiiline müteallıktır.

مَٓائِدَةً  kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  يُنَزِّلَ  fiiline müteallıktır.

يَسْتَط۪يعُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’al babındandır. Sülâsî fiili  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

Ayette geçen (ve sureye de isim olan) maide, üzerinde yemek bulunan sofradır. (Ebüssuûd, Âşûr)


 قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  اتَّقُوا اللّٰهَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri,  إن كنتم مؤمنين بقدرة الله فاتقوا الله في هذا الطلب (Allah’ın kudretine inanıyorsanız, bu isteğiniz sebebiyle Allah’tan korkun.) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi كان ’nin haberidir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. 

مُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Sülâsîsi  أمن  fiilidir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ, takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır.

Bu istînâfi kelam, İsa ile kavmi arasında cereyan eden bazı olayları beyan eder. Bu kelam, makabline bağlı değildir. Nitekim zamir makamında “havariler” kelimesinin zahir olarak zikredilmesi de, bunu teyid eder. (Ebüssuûd)

اِذْ  [Hani hatırla o zamanı ki] kelimesi, geçmiş hitabı renklendirmek (değiştirmek) içindir ve iltifat yolu ile peygambere hitap eden gizli bir fiilin zarfıdır. Sanki burada havarilerin, İsa’ya (a.s.) lütfedilen nimetlerle sözleri hikâye edildikten sonra Peygamberimize hitaben: “Havarîlerin o sözleri söyledikleri vakti insanlara hatırlat!” buyurulmuştur. (Ebüssuûd)

Muzâfun ileyh olan  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı  هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

رَبُّكَ  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.

اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle 11. ayetteki  اَوْحَيْتُ  fiilinin mef’ûlüdür.

مَٓائِدَةً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

يَسْتَط۪يعُ  fiili bir şeyin kendisini değil de lâzımını ifade etmek kabilinden bir sual olup “İndirebilir mi?” değil, “İndirir mi?” demektir.  Bazılarına göre kudretin gereği olarak değil, hikmet ve iradenin gereği olarak yapabilmek demektir. Bazılarına göre ise itaat anlamında olup “Rabbin sana icabet eder mi?” manasındadır.


قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

Fasılla gelen bu cümle ile önceki cümle arasında şibh-i kemâl-i ittisâl vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli  …اتَّقُوا اللّٰهَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müstenefe olan son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  şart cümlesi  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır. Öncesinin delaletiyle hazfedilen cevap cümlesinin takdiri,  فاتقوا الله في  هذا الطلب  (Bu isteğiniz sebebiyle Allah’tan korkun.) şeklindedir. Cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

“Eğer müminler iseniz Allah’tan korkun, takvalı olun.” sözüyle böyle bir şey istemek ne haddinize, bu isteğinizden vazgeçin, manası kastedilmiştir. Hz. Musa’ya da Rabbini bize açıkça göster, demişlerdi. O bundan daha da cüretkâr ve küstahça bir istek idi.

Şayet “Peki, iman etmiş, ihlaslı samimi kimseler olmalarına rağmen havariler nasıl olur da ‘Senin Rabbin yapabilir mi?’ diyebilirler?” dersen şöyle derim: Bir kere Allah Teâlâ onları iman ve ihlas ile vasıflamadı, aksine onların kendi iddialarını dile getirdi sonra da  اِذْ قَالَ  ِbuyurarak söze devam etti. Şu halde onların iman ve ihlas iddiaları batıl idi ve onlar şüphe içinde idiler. [Senin Rabbin yapabilir mi?] ifadesi öyle bir sözdür ki onun Rabbini tazim eden imanlı kimselerden sadır olması düşünülemez. Aynı şekilde İsa’nın (a.s.) onlar hakkındaki sözü de şu manadaydı: “Bir kere Allah’tan sakının ve O’nun güç ve kudretinden asla şüphe etmeyin, O’na olur olmaz taleplerde bulunmayın, heva ve heveslerinizin peşine düşerek olmayacak türden mucizeler istemeyin sonra onların gerçekleşmesinin ardından isyan etmeniz halinde helâk olursunuz!” (Keşşâf)
Mâide Sûresi 113. Ayet

قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ  ...


Onlar, "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona, (gözü ile) görmüş şahitlerden olalım" demişlerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 نُرِيدُ istiyoruz ر و د
3 أَنْ
4 نَأْكُلَ yemeyi ا ك ل
5 مِنْهَا ondan
6 وَتَطْمَئِنَّ ve iyice yatışmasını ط م ن
7 قُلُوبُنَا kalblerimizin ق ل ب
8 وَنَعْلَمَ ve bilmeyi ع ل م
9 أَنْ
10 قَدْ kesinlikle
11 صَدَقْتَنَا bize doğru söylediğini ص د ق
12 وَنَكُونَ ve olmayı ك و ن
13 عَلَيْهَا buna
14 مِنَ
15 الشَّاهِدِينَ bizzat şahit ش ه د

Havâriler gökten sofra indirilmesini istemelerinin sebeplerini şöyle açıklamışlardı: “İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz güvenle dolsun, bize doğru söylediğini bilelim ve buna tanık olalım.” Böylece onlar buna hem kendi ihtiyaçlarının bulunduğunu hem de Hz. Îsâ’nın tebliğini sonraki nesillere aktarmada bunun önemli bir role sahip olacağını ifade etmiş oluyorlardı. Onların buna ihtiyaç duyması, o esnada aç oldukları şeklinde açıklandığı gibi, böyle kutlu bir sofradan yiyerek mânevî hazza erişme arzusu olarak da anlaşılmıştır. “Kalplerinin güvenle dolmasını” istemeleri ise Hz. İbrâhim’in Bakara sûresinin 260. âyetinde aktarılan konuşmada geçen isteğine benzetilmiştir. Bu konuşma şöyle cereyan etmiştir: İbrâhim, “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!” deyince rabbi, “Yoksa inanmıyor musun?” demişti. O, “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını verdi. Bunun üzerine yüce Allah onu mûcizevî bir olaya tanık kılarak kalbinin güvenle dolmasını sağladı. Havâriler bu taleplerinin yerine getirilmesiyle, Hz. Îsâ’nın doğru söylediğinden, önce kendileri emin olacaklar, gözleriyle görüp tanık olunca onun öğretilerini tebliğ ederken bu tanıklıklarını tekrar tekrar ifade edip bundan güç alacaklardı. Hz. Îsâ’nın duasında yer alan ve “ziyafet” diye çevirdiğimiz îd kelimesi “dinî, millî, yöresel bayramlar veya belirli münasebetlerle yapılan toplantılar ve sevinçlerin paylaşıldığı özel günler” anlamındadır. Bazı müfessirler Hz. Îsâ’nın “Bize gökten öyle bir sofra indir ki, ilk gelenimizden son gelenimize kadar bizler için bir ziyafet … olsun” ifadesini “ki o günü ibadet ederek kutlayalım, biz ve bizden sonrakiler onu tâzim edelim” şeklinde açıklamışlardır. Aynı duadaki “Senden bir işaret olsun” ifadesi, “Benim peygamberliğime ve söylediklerimin doğruluğuna kanıt (mûcize) olsun” demektir; fakat burada “senden” kaydı konarak asıl kudret sahibinin Allah Teâlâ olduğuna ve hıristiyanların Hz. Îsâ’yı rab olarak nitelemelerinin yanlışlığına dikkat çekilmiş olmaktadır.

 (Kuran yolu/Diyanet tefsiri -  )

قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا


Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ ’dir.  نُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.

اَنْ  ve masdarı müevvel,  نُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  نَأْكُلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مِنْهَا  car mecruru  نَأْكُلَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  تَطْمَئِنَّ  mansub muzari fiildir.  قُلُوبُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

تَطْمَئِنَّ  fiili rubâî mücerrede iki harf eklenmesiyle; fiilin başına bir elif, sonuna da lâme’l-fiili cinsinden bir harf ilavesiyle yapılan  افْعَلَلَّ  fiillerindendir. 


 وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  نَعْلَمَ  mansub muzari fiildir.  اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  أنه  şeklindedir.

قَدْ صَدَقْتَنَا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

قَدْ  tahkik harfidir.  صَدَقْتَنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  نَكُونَ  nakıs muzari fiildir.  نَكُونَ ’nun ismi müstetir olup takdiri  نحن’dur.

عَلَيْهَا  car mecruru  الشَّاهِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

مِنَ الشَّاهِد۪ينَ  car mecruru  نَكُونَ ’nin  mahzuf haberine müteallıktır.  الشَّاهِد۪ينَ  kelimesinin cer alameti  ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الشَّاهِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan شهد fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا

 

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli  …نُر۪يدُ اَنْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle  نُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlü yerindedir.

Masdar-ı müevvel cümlesi  نَأْكُلَ مِنْهَا  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَ ’la gelen  وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا  cümlesi, masdar-ı müevvele matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Havarilerin sofra istemelerinin sebeplerini sıralamaları taksim sanatıdır. 

وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا  [Kalplerimiz yatışsın.] ibaresinde alete isnat kabilinden mecaz-ı mürsel vardır, aynı zamanda tecrîddir.

نَأْكُلَ مِنْهَا  [Ondan yiyelim.] derken mahal olan sofra söylenmiş, hal olan yiyecekler kastedilmiştir, mecaz-ı mürseldir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)


 وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ

 

Cümle  وَ ’la,  نَأْكُلَ  cümlesine atfedilmiştir.  اَنْ, şan zamiri mahzuf, muhaffefe  أنّ’dir.   صَدَقْتَنَا  Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil cümlesi olup  أنّ’nin haberidir.  Faide-i haber talebî kelamdır. 

اَنْ  ve akabindeki cümle, masdar teviliyle  نَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Masdar-ı müevvele matuf olan  وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ  cümlesi  كانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.

Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كانَ ’nin haberi mahzuftur. Cümledeki car-mecrurlar bu mahzuf habere müteallıktır.

لَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ  kavlindeki car mecrurun takdim edilmesi, fasılaya riayet içindir. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
Gaybleri çok iyi bilen manasındaki "allâmu'l guyûb" tabiri kur'an-ı Kerim'de 4 kere geçer. 2 si 109 ve 116. ayet olmak üzere bu sûrededir. Diğerleri Tevbe/78 ve Sebe/48. ayetleridir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bir zamanlar, unutulmuş bir şehrin, unutulmuş yerlileri, yuvalarından gitmeye hazırlanan yavrularını belli eğitimlerden geçiriyorlardı. Eğitimin son aşamasının konusu, insanlardı. Yerliler, bilgeliğe giden yolda, İslam’la terbiye edilmemişlerin hallerinden ibret alınması gerektiğine inanıyorlardı. Anlatılanların bir kısmı şöyleydi:

İnsan.. Biraz şımarık, biraz da ukalaydı. Gözünü dünyaya açınca, kendini bir şey sandı. Cahilliğiyle korkaklığını ve onlardan doğan hatalarını itiraf etmekten hoşlanmadı. Her şeyi bildiğini düşündü. Bildikleriyle yetinme hatasını yaptı. Alkışlandığı her şey için böbürlendi. Kabiliyetlerinin, kendisinden ayrılmaz birer parça olduğuna inandı. Sahip olduğu dünyalıklarla övünme gafletine düştü.  Biraz çaba gösterince, karşılığını bekledi. Çalışmadan gelene, yine hakkıymış gibi muamele etti. Kendince, kendisinden daha şansız olanlara bakıp; aklını, zekasını ve yeteneklerini örnek gösterdi. Halbuki, kimin kimden daha şanslı olduğu, insan gözüyle anlaşılacak bir şey değildi.

İnsan.. Bolluk ve ferahlık dönemlerinde unuttu. Darlık dönemlerinde, kendini nereye atacağını şaşırdı. Unuttuğu; sebepler aleminin her zerresinde hatırlatılandı: Her şey Allah’tandır. Her şey, yalnız O’nun izniyle gerçekleşmekteydi. Kendisini diğerlerinden üstün kılan özellikler, gönlüne huzur veren nimetler, kalbini ısıtan dostluklar, dünyada kazandıran kabiliyetler ve işlerini kolaylaştıran yetenekler. Hepsi Allah’tandı. Hiçbir üstünlüğünün sebebi ne kendisinde, ne de bir maharetinde gizliydi. Hepsi, Allah’ın dilemesiyle yaratılandı. Kişiye belki nimetti, belki imtihandı, belki de ikisi birdendi. İnsan, gözünü açık tutması için yaratılmıştı ama içlerinden çoğu kapatmayı seçmişti.

Allahım! Her şeyin, Senin izninle gerçekleştiğine inanarak ve itiraf ederek; Halden hale bürünen nefsimizle ve merhametine muhtaç halimizle huzuruna geldik. Bize, rahmetinle muamele et. Bizi; her halinde, Seni hatırlayanlardan, Sana şükredenlerden, Senin dostluğuna sığınanlardan, Senden isteyenlerden ve her daim İslam’ın sağlamlaştırdığı adımlarla Sana koşanlardan eyle. 

Allahım! Dünya denen şu köprüyü; kalbimiz ve gözümüz daima açık, Senin rızana ve sevgine layık, hayırla ve huzurla, zarar görmeden ve gaflete düşmeden, iki cihanda da kazançlı çıkacak şekilde geçmemizi nasip et. 

Amin.

***

Her an Allah’ı anmak ve şükür hali içinde olmak için çaba göstermek gerekir. Belki de birçoğumuz için her anı, bu şekilde yani mükemmel ya da istikrarlı anlamda değerlendirmek mümkün değildir. Ancak dili ve kalbi, zikirle ve Allah’ın kelamıyla meşgul olanın işi kolaylaşır. Böylece dünyevi nimetlerle ve heveslerle beslenen nefsin karşısına, Allah’ı anarak güçlenen bir kalp çıkar. O zaman kişinin nefsiyle kalbi arasındaki çekişme adilleşir ve lezzetlenir. Nefsinin anlık duygu ve düşüncelerine dalması karşısında, gözü açık bir şekilde bekleyen kalp hemen müdahale eder ve kişiyi gerçeğe döndürür.

İnsan, hatırlamaya ve hatırlatılmaya muhtaçtır. Zira, o nankörlüğe ve unutkanlığa meyillidir. Gözlerinin önündekine, ellerinin altındakine ve kapasitesine göre tepki verir. Şifanın, lezzetin, müthiş anların ve insana huzur veren her türlü güzelliğin Allah’tan geldiğini hatırlamak yerine vesile kılınanlarla meşgul olur. Halbuki gördüklerinden, işittiklerinden ve dokunduklarından ötesine sahip bir alemde yaşamaktadır. Şüphesiz ki lezzet almayı, tebessüm etmeyi, huzurla dolmayı, güzellikleri farketmeyi, ilaçlarla iyileşmeyi, sağlıklı yaşlanmayı ve anı değerlendirmeyi yaratan ve nasip eden Allah’tır.

Kur’an-ı Kerim’deki kimi ayetler, insanın bu tür hatırlatmalara muhtaç olduğunu vurgular. Maide Suresinin son sayfalarındaki ayetlerde de, hz. İsa’nın gösterdiği mucizelerin hepsinin Allah’tan olduğu yani Allah’ın izniyle gerçekleştiği ifade edilir. Zira, hz. İsa’nın zamanında iman edenlerin dışında kalan bir kısım, mucizelere sihir yakıştırması yapıp önemsememeyi tercih ederken; diğer kısım, hem hz. İsa’ya, hem de annesine ilahlık vasıfları yakıştırmıştır. Halbuki hz. İsa’nın ve annesi Meryem’in ve hz. İsa’nın gösterdiği mucizelerin sahibi Allah’tır. 

Ey Allahım! Şüphesiz ki her şeyin sahibi Sensin ve her şeye gücü yetensin. Bizi her anında ve her halinde, Seni anmaya çalışan kullarından eyle. İmanın ile kalplerimizi güçlendir ve nefsimizle olan mücadelelerde yenen taraf eyle. Hakikat alametleriyle karşılaştığımız zaman, yanlış detayların peşine düşerek yanlış yorumlamalar yapmaktan muhafaza buyur ve doğru şekilde hakikate iman edenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji