اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَمَنْ | kimse gibi midir? |
|
2 | كَانَ | olan |
|
3 | عَلَىٰ | üzere |
|
4 | بَيِّنَةٍ | açık bir delil |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | رَبِّهِ | Rabbinden |
|
7 | وَيَتْلُوهُ | ve onu izleyen |
|
8 | شَاهِدٌ | bir şahit |
|
9 | مِنْهُ | O’nun tarafından |
|
10 | وَمِنْ | ve |
|
11 | قَبْلِهِ | ondan önce |
|
12 | كِتَابُ | kitabı (elinde bulunan) |
|
13 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
14 | إِمَامًا | bir rehber |
|
15 | وَرَحْمَةً | ve rahmet olan |
|
16 | أُولَٰئِكَ | işte bunlar |
|
17 | يُؤْمِنُونَ | iman ederler |
|
18 | بِهِ | ona |
|
19 | وَمَنْ | ve kim |
|
20 | يَكْفُرْ | inkar ederse |
|
21 | بِهِ | onu |
|
22 | مِنَ |
|
|
23 | الْأَحْزَابِ | topluluklardan |
|
24 | فَالنَّارُ | ateştir |
|
25 | مَوْعِدُهُ | kendisine vaadedilen |
|
26 | فَلَا |
|
|
27 | تَكُ | hiç olma |
|
28 | فِي | içinde |
|
29 | مِرْيَةٍ | şüphe |
|
30 | مِنْهُ | bundan |
|
31 | إِنَّهُ | şüphesiz bu |
|
32 | الْحَقُّ | bir gerçektir |
|
33 | مِنْ | -den |
|
34 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
35 | وَلَٰكِنَّ | ancak |
|
36 | أَكْثَرَ | çoğu |
|
37 | النَّاسِ | insanların |
|
38 | لَا |
|
|
39 | يُؤْمِنُونَ | iman etmezler |
|
اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
Hemze istifham harfi, فَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلٰى بَيِّنَةٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
مِنْ رَبِّه۪ car mecruru بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَتْلُو fiili و üzere mukadder damme ile merfu muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
شَاهِدٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru شَاهِدٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru كِتَابُ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كِتَابُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُوسٰٓى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Çünkü gayri munsarif isimler esre almazlar.
İsimler irab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından 2’ye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِمَاماً kelimesi كِتَابُ ’nun hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَحْمَةً kelimesi atıf harfi وَ ’la اِمَاماً ’e matuftur.
شَاهِدٌ kelimesi sülâsî mücerred olan شهد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ fiili, haber olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfu muzari fiildir. Muttasıl zamir و fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكْفُرْ şart fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
بِه۪ car mecruru يَكْفُرْ fiiline müteallıktır.
مِنَ الْاَحْزَابِ car mecruru يَكْفُرْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لنَّارُ mübteda olup damme ile merfûdur.
مَوْعِدُهُ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ
فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُ ’nün aslı تَكُونَ ’dir. Cezm edatı اِنْ ’den dolayı نَ ’un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و hazf edilmiştir. İllet harfi وَ ’a benzediğinden tahfif için نْ hazfedilmiştir. Böylece geriye تَكُ lafzı kalmıştır.
تَكُ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تَكُ ’un ismi müstetir olup takdiri انت ’dir.
ف۪ي مِرْيَةٍ car mecruru تَكُ ’un mahzuf haberine müteallıktır. مِنْهُ car mecruru مِرْيَةٍ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır.
اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّكَ car mecruru الْحَقُّ ’nun mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَـٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لٰكِنَّ ’nin ismi olan أَكۡثَرَ lafzen mansubdur. ٱلنَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لٰكِنَّ ’nin haberi لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi olup mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
فَ istînâfiyye, hemze takriri istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. مَنْ ’in, takdiri كغيره (Ondan başkası gibi) olan haberi mahzuftur.
Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası, كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ şeklinde sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلٰى بَيِّنَةٍ ’in müteallakı olan كَانَ ’nin haberi mahzuftur. بَيِّنَةٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
رَبِّه۪ izafeti, muzâfun ileyhe şeref kazandırmıştır.
وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ fiil cümlesi sılaya matuftur. Fiilin faili olan شَاهِدٌ ’un nekre gelmesi tazim içindir.
Ayette, Rabbinden bir delil üzere olanla, dünya hayatına talip kimsenin bir olamayacağı istifham sıygasıyla ifade edilmiştir.
Ayet, ihlaslı her mümini içine alacak şekilde genel bir hükümdür. Bununla beraber, bundan murad Hz. Peygamberdir veya ehl-i kitaptan iman edenlerdir, şeklinde yorumlar da vardır.
Bazı alimlere göre burada sözü edilen delil, akıldır. Buna göre ayette, aklını gereği gibi kullanan kimse ile her şeyi dünya hayatından ibaret kabul edip fıtrata aykırı olarak inkâr yoluna sapan kimselerin bir olmadığı vurgulanmıştır. Üstelik insan doğru bir inanca sahip olma yolunda sadece aklıyla baş başa bırakılmayıp ilâhî vahiyle de desteklenmiştir. Ayetin devamı bunu nazara verir.
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, sadece dünya hayatını amaç edinenleri tahkir etmek içindir.
Mübteda olan işaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi, fiil cümlesi olarak gelmiştir. يُؤْمِنُونَ بِه۪ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin, uzağa mahsus ism-i işaretle marife olması ahirete inananların şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek içindir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ
Cümle وَ ’la اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَكْفُرْ بِه۪ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi النَّارُ مَوْعِدُهُ ise faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَحْزَابِ kelimesi çoğul olarak Kur’an’da hep kâfirler hakkında kullanılmıştır.
يُؤْمِنُونَ - يَكْفُرْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ
Ayet mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبّه فلا تك في مرية (Dikkat et, şüphe içinde olma) şeklindedir.
Bu nehiy Kur’an ile kâfirleri tariz için kinaye olarak kullanılmıştır. Çünkü nehiy, yasak olanın fesadını ve eksikliğini gerektirir. (Âşûr)
فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Menfi كان ’nin dahil olduğu cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي مِرْيَةٍ’in müteallakı olan كَان ’nin haberi, mahzuftur.
كَان ’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
مِرْيَةٍ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. “Hiç bir şüphe” anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.
ف۪ي مِرْيَةٍ ibaresindeki فٖي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şüphe, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada فٖي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şüphe hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki tereddüdü etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Onun resul olarak geldiği konusunda bu zikredilenlerden sonra herhangi bir kişide onun risaletinin doğruluğu hakkında herhangi bir şüphe kalmış mıdır? Bunun için arkadan فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ [Öyleyse ondan hiçbir kuşku içinde olma!] sözü, تكن kelimesindeki nun harfinin hazfıyla تك şeklinde gelmiştir. Böylece kelimenin aslında bulunan nun harfi gibi “sendeki şüphe gitsin” manası taşımıştır.
Bu yasaklama ile nefsteki şüphenin kaybolması, kelimede hazf olan nun harfi ile birleşerek, hak olduğu manasını yerleştirmiş ve ardından, اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ [Muhakkak ki o, senin Rabbinden hakkın ta kendisidir. (Hud Suresi, 17)] buyurulmuştur. Bundan sonra da her zihne şüphenin arız olacağı göz önünde tutularak, insan tabiatının böyle olduğu söylenerek insanlardan çoğunun inanmadığı ifade edilmiştir. Bunun için her türlü ayet ve bütün deliller getirilse de insanların çoğu iman etmez. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 63)
مِرْيَةٍ kelimesinin kökü مرى fiilidir. Asıl olarak sağmak için dişi devenin memelerini temizlemek demektir. Bir işte şüpheye düşmek demektir. Şek kelimesinden daha özeldir. (Müfredat)
اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin الْ takısıyla marife olması tahsis ifade eder.
الْحَقُّ kelimesinin marifeliği; hak cinsinin Kur’âna kasrını ifade eder. Kur’ândaki hakkın, cins özelliğinin kemalinde mübalağa ifade eder. Adeta ondan başka hak yoktur. حاتِمٌ الجَوادُ. (Cömert olan sadece Hâtim’dir) sözünde olduğu gibi. (Âşûr)Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla رَبِّ ’de tecrîd sanatı vardır.
رَبِّكَ izafeti Resulullah’a (s.a.) ait zamirin tazimi içindir.
مِرْيَةٍ - الْحَقُّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يُؤْمِنُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)