قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | لَا | değilim |
|
3 | أَمْلِكُ | ben sahip |
|
4 | لِنَفْسِي | kendime |
|
5 | نَفْعًا | bir faydaya |
|
6 | وَلَا | ne de |
|
7 | ضَرًّا | bir zarara |
|
8 | إِلَّا | başka |
|
9 | مَا |
|
|
10 | شَاءَ | dilediğinden |
|
11 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
12 | وَلَوْ | eğer |
|
13 | كُنْتُ |
|
|
14 | أَعْلَمُ | bilseydim |
|
15 | الْغَيْبَ | gaybı |
|
16 | لَاسْتَكْثَرْتُ | elbete çok elde ederdim |
|
17 | مِنَ |
|
|
18 | الْخَيْرِ | hayır (mal ve mülk) |
|
19 | وَمَا |
|
|
20 | مَسَّنِيَ | bana dokunmamıştır |
|
21 | السُّوءُ | kötülük |
|
22 | إِنْ |
|
|
23 | أَنَا | ben |
|
24 | إِلَّا | sadece |
|
25 | نَذِيرٌ | bir uyarıcı |
|
26 | وَبَشِيرٌ | ve müjdeleyiciyim |
|
27 | لِقَوْمٍ | bir kavim için |
|
28 | يُؤْمِنُونَ | inanan |
|
Burada da Hz. Peygamber’e, kendisi için faydalı olanı elde edip zararlı olandan korunmasının sadece Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğunu açıkça ifade etmesi emredilmekte olup Resûlullah bu buyruğun gereğini yerine getirmiş; bu suretle, insan olması sebebiyle imkânlarının ve kabiliyetlerinin Allah’ın verdikleriyle sınırlı olduğunu, kendi başına olağan üstü hiçbir güce sahip olmadığını herhangi bir komplekse kapılmadan insanlara açıklamıştır. Böylece o, dolaylı olarak Allah’a olan içten bağlılığını da ortaya koymak suretiyle aslında, insanın Allah karşısında nasıl bir kulluk bilincine sahip olması gerektiği hususunda da örnek bir tavır sergiliyordu. Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek gaybı bilmek demektir. Halbuki gaybı bilen insan, ileride kendisi için nelerin iyilik, nelerin kötülük getireceğini bilme gücüne de sahip olabilir ve ona göre davranabilir. Resûlullah, kendisinin böyle bir imkâna sahip olmadığını, temel işlevinin inanan insanlara fayda sağlayacak şekilde müjdeleyici ve uyarıcı bilgiler vermekten ibaret bulunduğunu ifade etmiştir. Burada da görüldüğü gibi Peygamber aleyhisselâm, kendisine Allah’ın lutuf ve ihsanından bağımsız aşkın sıfatlar izâfe edilmesinden hoşlanmamış; görevinin elinden geldiğince iyi bir kul olmak, Allah’ın kendisine yüklediği risâlet ve tebliğ görevini eksiksiz bir şekilde yerine getirerek insanların hidayete erişmelerine gayret ve öncülük etmek olduğunu her zaman vurgulamıştır. Âhiret hayatı, cennet, cehennem, melek, şeytan gibi gayb alanına giren, dolayısıyla beşerin bilgi imkânlarını aşan hususlarda Allah ona neyi ne kadar bildirmişse o da o konuda bilgisini ortaya koymuş ve Allah’ın iznine bağlı olarak insanlara bilgiler vermiş; fakat kıyametin ne zaman kopacağı konusunda kendisine bilgi verilmediği için bu hususta da bilgisi bulunmadığını belirtmesi emredilmiştir.
Âyette Hz. Peygamber’in mutlak olarak gelecek hakkında hiçbir şey bilmediği değil, Allah’ın bildirdikleri dışında gaybı bilmediği ifade edilmektedir. Çünkü geleceğe dair her konu gayb sayılamaz; insan, tabiat kanunları denilen Allah’ın evrendeki yasaları hakkındaki bilgisi, deneyimi ve aklı sayesinde gelecek hakkında bazı kesin bilgilere sahip olmakta, bazı tesbitler yapabilmektedir. Âyette asıl vurgulanan nokta, geleceğin insanlar için büsbütün karanlık olduğu değil, Allah imkân ve fırsat vermedikçe kulun varlık ve olaylar hakkında kendi başına bilgi edinemeyeceği, neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu göremeyeceğidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 641
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَمْلِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
لِنَفْس۪ي car mecruru اَمْلِكُ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَفْعاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir.
ضَراًّ kelimesi نَفْعاً’e matuftur.
اِلَّا istisna harfidir. مَا müşterek ism-i mevsûlu, muttasıl istisna veya munkatı’ olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası شَٓاءَ اللّٰهُ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın üç unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh; a. Ya birden fazla olmalı, b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı, (Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c. Ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna,
2. Munkatı’ istisna,
3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كُنْتُ şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُ ’nin ismi olan تُ muttasıl zamiri mahallen merfûdur.
اَعْلَمُ fiili كُنْتُ ‘nun haberi olarak mahallen mansubtur. اَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
الْغَيْبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıta harfidir. اسْتَكْثَرْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْخَيْرِ car mecruru اسْتَكْثَرْتُ fiiline müteallıktır.
اسْتَكْثَرْتُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كثر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَسَّنِيَ mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
السُّٓوءُ fail olup lafzen merfûdur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. نَذ۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur. بَش۪يرٌ kelimesi atıf harfi وَ’la نَذ۪يرٌ’e matuftur.
لِقَوْمٍ car mecruru بَش۪يرٌ’e müteallıktır.
يُؤْمِنُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi أمن ’dır.
İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle emir üslubunda talebîi inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.
نَفْعاً ,ضَراًّ’a tezat sebebiyle atfedilmiştir. Bu kelimelerdeki tenvin nev ve kıllet ifade eder. Nefy sıyakında nekre umuma işaret eder.
نَفْعاً وَلَا ضَراًّ’dan müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan شَٓاءَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Cümledeki istisna munkatıadır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
قُلْ emrinin tekrar edilmesi, cevabın son derece önemli olduğunu belirtmek ve birincisinden tamamen ayrı ve bağımsız olduğuna dikkat çekmek içindir.
Peygamberimizin (s.a.) kendi nefsine fayda ve zarar vermekten aciz olmasının belirtilmesi, burhanî (istidlal) yoldan, kıyamet vaktini bilmekten aciz olduğunu ispat içindir. (Ebüssuûd)
وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ
Şart üslubunda gelen cümle وَ ’la لَٓا اَمْلِكُ cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesi كان’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, 103)
لَ harfiyle gelen لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ cümlesi vav’la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
اَلسُّوءُ yani kötülükten maksat, bilgi sayesinde bertaraf edilmesi mümkün olan zarardır. Lam-ı tarif, cinse değil ahde haml edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
Mekulü’l-kavle dahil olan bu cümle, fasılla gelmiş isim cümlesidir. Nefy manasındaki اِنْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَنَا۬ maksûr/mevsuf, نَذ۪يرٌ maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Mevsufta, zikredilen sıfattan başka bir sıfatın bulunmamasıdır. Mevsuf sıfata tahsis edilmiştir. Bu kasr izâfîdir.
Nefy ve istisna ile kasr çoğunlukla nefy siyakında (sonrasında) gelir.
Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eden يُؤْمِنُونَ۟ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ضَراًّ ,نَذ۪يرٌ - بَش۪يرٌ ,السُّٓوءُ - الْخَيْرِۚ ve نَفْعاً kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Müjdeleyici ve uyarıcı olduğunun belirtilmesi taksim sanatıdır.
Bu ayet; Resulü kendine fayda veya zarar verme potansiyeline sahip, gaybı bilen biri yerine koyan bir kavme hitap etmektedir. Onun için de ayet nefy ve istisna ile kasr şeklinde devam etmiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
نَذ۪يرٌ; günah işleme ve farzları terk etmeye mukabil ceza ve ikâb ile uyarma
بَش۪يرٌ; farzları yapma ve günahları terk etmeye mukabil mükâfat ile müjdeleme hususunda mübalağa ifade eden birer kelimedirler. (Fahreddin er-Râzî)
[İman edecek kimselere…] ifadesi hakkında şu iki açıklama yapılmıştır:
a. Peygamber (s.a.) hem müminleri hem de kâfirleri korkutup müjdeler. Ancak bu ayette iki gruptan birisi bildirilip diğeri zikredilmemiştir. Çünkü onlardan birini zikretmek aynı zamanda diğerini ifade eder.
b. Hz. Peygamber (s.a.), her ne kadar herkes için bir nezîr ve bir beşîr ise de ancak ne var ki bu korkutma ve müjdelemeden yararlanan sadece müminlerdir. İşte bu sebepten dolayı Cenab-ı Hakk, sadece müminleri zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette uyarıcının müjdeciden önce zikredilmesi, bu makamın uyarı makamı olmasından dolayıdır.(Ebüssuûd ve Âşûr)
لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟, imanı gerçekleştirmek hususunda kâfirler için büyük bir teşvik ve küfür ile azgınlıkta ısrar edenler için de büyük bir sakındırmadır. (Ebüssuûd)