بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ لَا تَدْر۪ي لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | peygamber |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | طَلَّقْتُمُ | boşa(mak iste)diğiniz |
|
5 | النِّسَاءَ | kadınları |
|
6 | فَطَلِّقُوهُنَّ | onları boşayın |
|
7 | لِعِدَّتِهِنَّ | iddetleri içinde |
|
8 | وَأَحْصُوا | ve sayın |
|
9 | الْعِدَّةَ | iddeti |
|
10 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
11 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
12 | رَبَّكُمْ | Rabbiniz |
|
13 | لَا |
|
|
14 | تُخْرِجُوهُنَّ | onları çıkarmayın |
|
15 | مِنْ | -nden |
|
16 | بُيُوتِهِنَّ | evleri- |
|
17 | وَلَا | ve |
|
18 | يَخْرُجْنَ | kendileri de çıkmasınlar |
|
19 | إِلَّا | ancak başkadır |
|
20 | أَنْ |
|
|
21 | يَأْتِينَ | gelmeleri |
|
22 | بِفَاحِشَةٍ | bir edepsizlikle |
|
23 | مُبَيِّنَةٍ | apaçık |
|
24 | وَتِلْكَ | bunlar |
|
25 | حُدُودُ | sınırlarıdır |
|
26 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
27 | وَمَنْ | ve kim |
|
28 | يَتَعَدَّ | geçerse |
|
29 | حُدُودَ | sınırlarını |
|
30 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
31 | فَقَدْ | gerçekten |
|
32 | ظَلَمَ | yazık etmiştir |
|
33 | نَفْسَهُ | kendisine |
|
34 | لَا |
|
|
35 | تَدْرِي | bilmezsin |
|
36 | لَعَلَّ | belki |
|
37 | اللَّهَ | Allah |
|
38 | يُحْدِثُ | ortaya çıkarır |
|
39 | بَعْدَ | sonra |
|
40 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
41 | أَمْرًا | yeni bir iş |
|
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّبِيُّ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap cümlesi nidanın cevabıdır.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَلَّقْتُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. طَلَّقْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. طَلِّقُوهُنَّ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِعِدَّتِهِنَّ car mecruru طَلِّقُوهُنَّ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, مستقبلات لأول عدّتهنّ (gelecek ilk iddetleri) şeklindedir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْصُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْعِدَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
طَلَّقْتُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi طلق ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَحْصُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصي ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Fiil cümlesidir. اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَبَّكُمْ izafeti lafza-i celâlin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُخْرِجُوهُنَّ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ بُيُوتِهِنَّ car mecruru تُخْرِجُوهُنَّ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَخْرُجْنَ atıf harfi وَ ‘la لَا تُخْرِجُوهُنَّ ‘ye matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَخْرُجْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
اِلَّٓا istisna edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile mahzuf hale mütealliktir.Takdiri, إلّا مذنبات بإتيانهنّ الفاحشة (Açık bir günah işlemedikçe) şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَأْت۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِفَاحِشَةٍ car mecruru يَأْت۪ينَ fiiline mütealliktir. مُبَيِّنَةٍ kelimesi فَاحِشَةٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُخْرِجُوهُنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُبَيِّنَةٍۜ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret zamiri تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. حُدُودُ اللّٰهِ haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَعَدَّ şart fiili olup, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. حُدُودَ اللّٰهِ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir.Tekid ifade eder. ظَلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. نَفْسَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَعَدَّ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerden olup تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi عدد ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
لَا تَدْر۪ي
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَدْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. تَدْر۪ي bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ ile başlayan isim cümlesi تَدْر۪ي fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً
İsim cümlesidir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. اللّٰهَ lafza-i celâl لَعَلَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. يُحْدِثُ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحْدِثُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَعْدَ zaman zarfı يُحْدِثُ fiiline mütealliktir. İşaret zamiri ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirtir, ك ise muhatap zamiridir. اَمْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُحْدِثُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حدث ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا tekid ifade eden tenbih harfidir. النَّبِيُّ münadadan bedeldir. Bedel, bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olan اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَۚ , şart üslubunda gelmiştir.
Boşama karşılığında kullanılan طَلَّقْتُ kelimesi, sözlükte ‘bağdan salıvermek’ anlamındadır. Deveyi bağından çözdüm manasında, اطلقت البعير من عقاله denir. طلقته da aynı anlamdadır. Kadını boşamak terimi de bu anlamdan alınmıştır. (Rûhu’l Beyân)
Bu hitap, aslında Peygamberimizin bütün ümmetini kapsadığı halde kendisine tahsis edilmesi, Peygamberimizi teşrif için, onun makamının yüksekliğini göstermek için, hakikatte muhatabın kendisi olduğunu belirtmek içindir. Bir de, Peygamberimizin ümmeti onun tabileri olmaları ve kendisinin, bütün ümmeti temsil etmesi hasebiyle hitaba dahildir. (Ebüssuûd)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Aynı zamanda اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لِعِدَّتِهِنَّ car mecruru, فَطَلِّقُوهُنَّ fiilinin mahzuf haline mütealliktir. Kelimenin takdiri أول olan muzâfı mahzuftur. Halin ve muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لِعِدَّتِهِنَّ ‘deki lam, tevkît (zaman tayini) lamıdır. Bu lam falanca ayda falanca gün için yazıldığı zaman anlamındadır. (Âşûr)
وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْعِدَّةَ ‘in elif lam ile marifeliği ahd içindir. (Âşûr)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ cümlesi وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ ile لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ arasında itiraz cümlesidir. وَ itiraziyyedir. (Âşûr)
Kadının boşandıktan veya kocası öldükten sonra beklediği zamana ”iddet" ismi verilmiştir. Çünkü kendisi için konulmuş olan günleri sayar, kendisi için vadedilen ferahlığı bekler. Ayetin manası: ”O kadınları, onlar iddetlerini karşılar bir vaziyette iken boşayın" şeklinde olmaktadır. (Rûhu’l Beyân)
طَلَّقْتُمُ - طَلِّقُوهُنَّ ve عِدَّتِهِنَّ - الْعِدَّةَۚ gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
النَّبِيُّ lafzıyla طَلَّقْتُمُ arasında, müfretten cemiye geçişte iltifat sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ şeklindeki hitap, Peygamber (sav)'e dir. Hüküm ise, hem onu hem ümmetini kapsar. Yüce Allah Peygamber (sav)'i yüceltmek için sadece ona seslendi. Nitekim bir kavmin reisine ve büyüğüne, "Ey Filan! Şunu yapın" denilir. Yani, sen ve kavmin yapın demektir. Bu, yüceltme ve değer verme yoluyla yapılan bir sesleniştir. Kurtubî şöyle der: Hitap Peygamber (sav)'e yapılmıştır. Yüceltme ve ululama maksadıyle اِذَا طَلَّقْتُمُ [boşadığınızda] şeklinde çoğul lafzıyla hitap edilmiştir.Yani, "Ey Peygamberi Ey mü'minler! Kadınları boşamak istediğinizde onları, iddetlerine sayılacak müddetin başında bulunurlar iken boşayın. Bu da temizlik anında olur. Onları hayız halinde boşamayın. (Safvetü’t Tefâsir)
اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ [Kadınları boşayacağınız zaman] ifadesi hayız çağında olan kadınlardan gerdeğe girenleri ve girmeyenleri, menopoza girenleri, küçük yaştakileri ve hamileleri kapsayan genel bir ifade iken, bunun hayız çağında olan kadınlardan gerdeğe girenlere özgü kılınması nasıl sahih olmuş?” dersen şöyle derim: Burada ne genel ne de özel bir hüküm söz konusudur. Sadece النِّسَٓاءَ (kadınlar) insan türünün dişilerine mahsus olan cins bir isimdir ki bu cins kavramı o kadınların bütününde ve bir kısmında yer bulabilen bir manadır. Buna göre النِّسَٓاءَ ifadesiyle şu da öteki de kastedilebilir. İmdi, (ayette) “Onları iddetlerini gözeterek boşayın” denince, bunun o kadınların bir kısmı için ifade edildiği ve bunların da hayız iddeti sayan, kendileriyle zifafa girilmiş kadınlar demek olduğu anlaşılır. (Keşşâf)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَبَّكُمْ kelimesi, lafza-i celâlden bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.
رَبَّكُمْ izafetinde, muzâfun ileyh olan كُمْ zamirinin ait olduğu kişiler şeref kazanmıştır. Yani Allah’a inananları şereflendirmek ve desteklendiklerini hissettirmek içindir.
اللّٰهُ ve رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır.
Cenab-ı Hak, وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ [Rabbiniz Allah'tan korkunuz] demiş de, sadece واتقوا اللّه "Allah'tan korkun" dememiştir (niçin)? Deriz ki: Böyle söylemesinde, öbür türlü söylemesinde bulunmayan beliğ bir incelik vardır. Çünkü Rabb kelimesi, o kimselerin, çeşitli ortamların son derece mükemmel bir biçimde sağlanması ile, in'am ve ikram demek olan terbiyenin (rububiyet) meydana geldiğine dikkatlerini çekmektedir. Dolayısıyla bu eğitmenin elden kaçırılacağı endişesiyle insanlar, alabildiğine ittika (endişe) duyarlar. (Fahreddin er-Râzî)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّكُمْۚ [Rabbiniz olan Allah'tan korkun.] ‘Korkmak’ diye tercüme edilen takva, aslında insanı hoşlanmadığı şeylerden koruyan ve onunla bu hoşlanmadığı şeyin arasına giren kalkan ve benzeri koruyucular edinmek demektir. Sonra semtte kulu koruyan ve daimi zararlardan kurtulmasına, mevcut menfaatlerle yaşamasına sebep olan şey için istiare olarak kullanılmıştır. (Rûhu’l Beyân)
ا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مِنْ بُيُوتِهِنَّ car mecruru تُخْرِجُوهُنَّ fiiline mütealliktir.
وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِلَّٓا istisna edatıdır. Masdar harfi اَنْ ’den sonraki يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ cümlesi, masdar tevilinde, mahzuf ب harfiyle birlikte, mahzuf hale mütealliktir. Takdiri, إلّا مذنبات بإتيانهنّ الفاحشة (Açık bir günah işlemedikçe) şeklindedir. İki tekid hükmündeki kasrla tekid edilen masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِلَّٓا ve لَا harfiyle oluşan kasr, fiille car mecrur arasındadır. يَخْرُجْنَ maksur/sıfat, masdar-ı müevvel maksurun aleyh/mevsûf, kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur.
بِفَاحِشَةٍ car mecruru يَأْت۪ينَ fiiline mütealliktir. مُبَيِّنَةٍ kelimesi فَاحِشَةٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
تُخْرِجُوهُنَّ - يَخْرُجْنَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Âşûr ise itiraz cümlesi olduğu görüşündedir. وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ cümlesindeki وَ itiraziyyedir. Bu cümle وَلَا يَخْرُجْنَ ile لَا تَدْر۪ي لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً arasında itiraziyedir. (Âşûr)
Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. تِلْكَ mübteda, حُدُودُ اللّٰهِۜ izafeti haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır. (Âşûr)
تِلْكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında tazim ifade eder. Çünkü müsned lafza-i celâle muzâf olmak suretiyle şeref kazanmış ve müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Veciz ifade kastına matuf حُدُودُ اللّٰهِۜ izafetinde Allah ismine muzâf olan حُدُودُ , tazim edilmiştir.
حُدُودُ اللّٰهِ Allah’ın hudutları ne demektir? “Allah’ın sınırlarından murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Bir şeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır. حُدُودُ الدار (evin sınırları) ifadesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delalet eden söz de “o şeyin haddi (sınırı)” diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifade ettiği hükmün içine başkasının girmesine mani olur. “Başkası” ise o sözün dışında kalan her şeydir. (Fahreddin er-Râzî, Nisa/13)
حُدُودُ ; haddin (sınırın) çoğuludur ki حَد , onu başka bir yerden ayıran, tecavüzü engelleyen bir mekan zarfıdır. Bu kelime burada temsil yoluyla karşı gelmekle çözülmeyen amel için kullanılmıştır. (Âşûr, Nisa/13)
حد sözlükte men etmek ve iki şeyi birbirine karışmaktan alıkoyan engel anlamındadır.
وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ
Cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada şart cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberi manada olması bu atfı mümkün kılmıştır.
Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ , şart cümlesidir. Şart cümlesi aynı zamanda haberdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Konudaki önemine binaen, zamir makamında zahiren zikredilen حُدُودَ اللّٰهِ izafetinin tekrarlanmasında, tenbih ve ikazı artırmak için zamir makamında lafz-ı celâlin zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ , tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ [Bunlar Allah'ın sınırlarıdır.] cümlesinden sonra وَمَنْ يَتَعَدَّهم (Kim onları aşarsa) şeklindeki zamir yerine وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ [Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa] şeklinde açık isim getirilmesi, korkutmak içindir. (Safvetü’t tefâsir- Rûhu’l Beyân)
لَا تَدْر۪ي لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. Cümlede muhatap, talak yapanlardır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Gayr-ı talebî inşâî isnad olan لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً cümlesi, تَدْر۪ي fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. Lafz-ı celâl terecci harfi لَعَلَّ ‘nin ismi, يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً cümlesi haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْدَ ذٰلِكَ zaman zarfı يُحْدِثُ fiiline mütealliktir.
يُحْدِثُ fiilinin mef’ûlü olan اَمْراً ‘deki nekrelik, tazim ve nev içindir.
Zaman zarfına muzafun ileyh olan işaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ayetteki, tenbih ve ikazı artıran bu dördüncü tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَعَلَّ ’nin haberinin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler.(Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
لَا تَدْر۪ي (Bilmezsin) hitabı, sınırları aşan kimse içindir. Onu tecavüzden caydırmaya ziyadesiyle önem verildiği için ona doğrudan doğruya hitap edilmiştir. Yoksa birilerinin vehmettiği gibi bu hitap, Peygamberimiz için değildir. (Ebüssuûd)
لَعَلَّ اللّٰهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْراً [Bilmezsin, olur ki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkarıversin] ayetinde, önemi artırmak için iltifat sanatı yapılmıştır. Ayet hitap üslubuyla gelmiştir. Oysa ki asıl olan, III. şahıs üslubuyla لَا يَدْر۪ي (bilmez) şeklinde gelmesidir. (Safvetü’t Tefâsir)
تِلْكَ - ذٰلِكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَاَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَاَق۪يمُوا الشَّهَادَةَ لِلّٰهِۜ ذٰلِكُمْ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجاًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | zaman |
|
2 | بَلَغْنَ | vardıkları |
|
3 | أَجَلَهُنَّ | sürelerinin sonuna |
|
4 | فَأَمْسِكُوهُنَّ | onları (yanınızda) tutun |
|
5 | بِمَعْرُوفٍ | güzelce |
|
6 | أَوْ | yahut |
|
7 | فَارِقُوهُنَّ | onlardan ayrılın |
|
8 | بِمَعْرُوفٍ | güzellikle |
|
9 | وَأَشْهِدُوا | ve şahid tutun |
|
10 | ذَوَيْ | sahibi iki kişiyi |
|
11 | عَدْلٍ | adalet |
|
12 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
13 | وَأَقِيمُوا | ve yapın |
|
14 | الشَّهَادَةَ | şahidliği |
|
15 | لِلَّهِ | Allah için |
|
16 | ذَٰلِكُمْ | işte budur |
|
17 | يُوعَظُ | öğütlenen |
|
18 | بِهِ | onunla |
|
19 | مَنْ | kimseye |
|
20 | كَانَ |
|
|
21 | يُؤْمِنُ | inanan |
|
22 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
23 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
24 | الْاخِرِ | ahiret |
|
25 | وَمَنْ | ve kim |
|
26 | يَتَّقِ | sakınırsa |
|
27 | اللَّهَ | Allah’dan |
|
28 | يَجْعَلْ | yaratır |
|
29 | لَهُ | ona |
|
30 | مَخْرَجًا | bir çıkış |
|
فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ
فَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلَغْنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلَغْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. اَجَلَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْسِكُوهُنَّ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِمَعْرُوفٍ car mecruru اَمْسِكُوهُنَّ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَارِقُوهُنَّ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِمَعْرُوفٍ car mecruru فَارِقُوهُنَّ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.
اَمْسِكُوهُنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَارِقُوهُنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi فرق ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَاَق۪يمُوا الشَّهَادَةَ لِلّٰهِۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la اَمْسِكُوهُنَّ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir. اَشْهِدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ذَوَيْ mef’ulun bih olup müsenna olduğu için يْ ile mansubdur. İzafetten dolayı نَ düşmüştür. عَدْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْكُمْ car mecruru ذَوَيْ ‘in mahzuf haline veya sıfatına mütealiktir. اَق۪يمُوا atıf harfi وَ ‘la اَمْسِكُوهُنَّ ‘ye matuftur.
اَق۪يمُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الشَّهَادَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِلّٰهِ car mecruru اَق۪يمُوا fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, لوجه اللَّه (Allah’ın yüzü için) şeklindedir.
اَشْهِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شهد ’dir.
اَق۪يمُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ‘dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذٰلِكُمْ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, كُمْ ise muhatap zamiridir. يُوعَظُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُوعَظُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. بِه۪ car mecruru يُوعَظُ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. يُؤْمِنُ fiili كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يُؤْمِنُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline mütealliktir. الْيَوْمِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْاٰخِرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُؤْمِنُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجاًۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتَّقِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَّقِ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen cümlesi şartın cevabıdır. يَجْعَلْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهُ car mecruru amili يَجْعَلْ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir. مَخْرَجاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
جَعَلَ değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi üç şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَّقِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَاَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَاَق۪يمُوا الشَّهَادَةَ لِلّٰهِۜ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi aynı zamanda اِذَا ‘nın muzâfun ileyhidir. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ [Sonra müddetlerini doldurdukları zaman…] ifadesi "o kadınlar, iddet zamanlarının bitimine yaklaştıklarında..." demek olup, "iddet zamanları bittiğinde..." demek değildir. Binaenaleyh, burada "zamanın gelmesi, ulaşması" ile kastedilen, bu zamanın bizzat gelmesi değil, yaklaşmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
‘İddet süresi’ diye tercüme edilen اَجَلَ , bir şey için tayin edilen süredir. (Rûhu’l Beyân)
فَ karînesiyle gelen فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Aynı üslupta gelen فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesi muhayyerlik bildiren atıf harfi اَوْ ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
بِمَعْرُوفٍ car mecruru اَمْسِكُوهُنَّ ‘deki falin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَاَمْسِكُوهُنَّ veya فَارِقُوهُنَّ ‘deki emir, ibaha içindir. اَوْ ise tahyir içindir. بِمَعْرُوفٍ ‘daki بِ mülâbese içindir. (Âşûr)
اَمْسِكُوهُنَّ - فَارِقُوهُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesiyle, فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayette önemini vurgulamak için tekrarlanan بِمَعْرُوفٍ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
وَاَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Mef’ûl olan ذَوَيْ ‘nın muzâfun ileyhi olan عَدْلٍ ‘deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.
مِنْكُمْ car mecruru ذَوَيْ عَدْلٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
الشَّهَادَةَ ‘in elif lamla marifeliği istiğrak içindir. Yani, tüm şahitlikler anlamındadır. Onunla şer’i şahitlik emredildiği için örfî istiğraktır. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَاَق۪يمُوا الشَّهَادَةَ لِلّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَشْهِدُوا - الشَّهَادَةَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki اَشْهِدُوا emri, tedip (terbiye etmek) anlamındadır. Bunun irşad anlamında olması da mümkündür. (Zülfikar Durmuş, Kur’an-ı Kerim’de İbâha İfade Eden Emir Sıygalarının Çeviri Problemi)
ذٰلِكُمْ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكُمْ mübteda, يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyh olan işaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكُمْ ile Allah’ın emirlerine işaret edilerek önemi vurgulanmıştır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُوعَظُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
يُوعَظُ fiilinin naib-i fail konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ cümle, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi olan يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ‘nin, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline mütealliktir.
الْاٰخِرِ kelimesi بِاللّٰهِ ‘ye matuf olan الْيَوْمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Örfen gün, güneşin doğmasından batmasına kadar olan zamandır. Ama burada murad edilen bu değildir. Burada uzun olsun kısa olsun mutlak: anlamda zamandır. Bu zaman, ya sınırlıdır ki o, dünya zamanıdır. Ya da sınırsızdır, o da ahiret zamanıdır. Dünya gününden sonra olduğu için ”ahiret" denilmiştir. (Rûhu’l Beyân)
Bakara Suresinde ذالك….من كان منكم buyurulmuşken, Talak 2 ayetinde ise ذالكم …من كان يؤمن gelmiştir. Burada son derece dakik izahatler vardır.
Bakara ayetinde, taklil ve teb’id ifade eden lafızlar tercih edilmiştir (ذالك ve من). Çünkü bu ayetin öncesinde talak verdiği eşlerine zulmeden, onlara verdikleri mehri geri almak için onlara baskı yapan kocaların değersizliğine vurgu yapılıyor. Talak ayetinde ise cemi muhatap zamiri ذالكم ve منكم yerine de يؤمن lafızları tercih edilmiştir. Burada hanımlarının mallarına tamah etmeyen zahidlerden bahsediliyor. Dolayısıyla azlık ifadesi olan bir durum yoktur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni Min Ğaribi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1489)
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجاًۙ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi مَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ , şarttır. Şart ismi مَنْ mübteda, يَتَّقِ اللّٰهَ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tenbih ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجاً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan مَخْرَجاًۙ ‘in nekreliği, tazim ve nev ifade eder.
لَهُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu cümle, Allah'ın mezkûr sınırlarını gözetmenin vücubunu, iyilik vadederek tekid etmektedir. Nitekim, ["Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, gerçekten kendi nefsine zulmetmiş olur."] ayeti de, ceza tehdidiyle onu tekid etmektedir. (Ebüssuûd)
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَرْزُقْهُ | ve onu rızıklandırır |
|
2 | مِنْ |
|
|
3 | حَيْثُ | yerden |
|
4 | لَا |
|
|
5 | يَحْتَسِبُ | ummadığı |
|
6 | وَمَنْ | ve kim |
|
7 | يَتَوَكَّلْ | dayanırsa |
|
8 | عَلَى |
|
|
9 | اللَّهِ | Allah’a |
|
10 | فَهُوَ | O |
|
11 | حَسْبُهُ | ona yeter |
|
12 | إِنَّ | şüphesiz |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | بَالِغُ | yerine getirendir |
|
15 | أَمْرِهِ | buyruğunu |
|
16 | قَدْ | elbette |
|
17 | جَعَلَ | koymuştur |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | لِكُلِّ | için |
|
20 | شَيْءٍ | herşey |
|
21 | قَدْرًا | bir ölçü |
|
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يَرْزُقْهُ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ حَيْثُ car mecruru يَرْزُقْهُ fiiline mütealliktir. لَا يَحْتَسِبُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَيْثُ mekân zarfıdır. Devamlı kendisinden sonra cümle gelir. Edat bu cümleye muzâf olur. Edattan sonraki bu cümle isim veya fiil cümlesi olabilir. Kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef’ûlun fihidir. Sonu daima damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur. (Hasan Akdağ ; Arap Dilinde Edatlar)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَحْتَسِبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يَحْتَسِبُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi حسب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki مَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ ‘a matuftur. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتَوَكَّلْ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَوَكَّلْ şart fiili olup sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَتَوَكَّلْ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. حَسْبُهُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَوَكَّلْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
بَالِغُ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اَمْرِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَالِغُ kelimesi, sülâsi mücerredi بلغ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْراً
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لِكُلِّ car mecruru amili جَعَلَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. جَعَلَ değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi üç şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجاً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا يَحْتَسِبُ cümlesi, يَرْزُقْهُ ‘ya müteallik olan mekân zarfı مِنْ حَيْثُ ‘nun muzâfun ileyhidir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hal ve yön arasındaki benzerlik dolayısıyla حَيْثُ kelimesi mecazen hal ve yön manasında kullanılmıştır. Rızka yakın olmak, geldiği yere benzetilmiştir. Burada مِنْ harfi mecazen başlangıç noktasını ifade etmiştir. Böylece tebei istiare olmuştur. مِنْ حَيْثُ ifadesindeki مِنْ harfinde tebei istiare vardır. (Âşûr)
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ , şarttır. Şart ismi مَنْ mübteda, يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَهُوَ حَسْبُهُ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin حَسْبُهُۜ izafetiyle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَحْتَسِبُ - حَسْبُهُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ile tekid edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması muhabbet ve mehabet duyguları uyandırmak içindir.
قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْراً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mef’ûl olan قَدْراً ‘in nekreliği, tazim içindir.
لِكُلِّ شَيْءٍ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu kelam, Allah'a tevekkül etmenin ve işi tamamıyla O'na havale etmenin zorunluluğunu beyan etmektedir. Zira insan rızık ve her şeyin ancak Allah'ın takdiriyle gerçekleştiğini bilirse, kadere teslim olmaktan ve Allah'a tevekkül etmekten başka bir şey kalmaz. (Ebüssuûd-Fahreddin er-Râzî)
وَالّٰٓئ۪ يَـئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَٓائِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ وَالّٰٓئ۪ لَمْ يَحِضْنَۜ وَاُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۜ وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّائِي | ve onlar |
|
2 | يَئِسْنَ | kesilenler |
|
3 | مِنَ | -ten |
|
4 | الْمَحِيضِ | adet- |
|
5 | مِنْ | -dan |
|
6 | نِسَائِكُمْ | kadınlarınız- |
|
7 | إِنِ | eğer |
|
8 | ارْتَبْتُمْ | şüphe ederseniz |
|
9 | فَعِدَّتُهُنَّ | onların bekleme süresi |
|
10 | ثَلَاثَةُ | üç |
|
11 | أَشْهُرٍ | aydır |
|
12 | وَاللَّائِي | ve olanlar da |
|
13 | لَمْ |
|
|
14 | يَحِضْنَ | henüz adet görmeyenler |
|
15 | وَأُولَاتُ | ve olanların |
|
16 | الْأَحْمَالِ | gebe |
|
17 | أَجَلُهُنَّ | süresi |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | يَضَعْنَ | doğumlarına kadardır |
|
20 | حَمْلَهُنَّ | yüklerini |
|
21 | وَمَنْ | ve kim |
|
22 | يَتَّقِ | korkarsa |
|
23 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
24 | يَجْعَلْ | yaratır |
|
25 | لَهُ | ona |
|
26 | مِنْ |
|
|
27 | أَمْرِهِ | işinde |
|
28 | يُسْرًا | bir kolaylık |
|
Hayeda حيض :
حَيْضٌ belirli bir vakitte ve belirli bir nitelikte rahimden çıkan kandır.
مَحِيضٌ ise hayız görme ve hayızın yeri ve zamanıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir kez sülasi formda fiil, üç kez de isim formunda toplam 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli hayızdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَالّٰٓئ۪ يَـئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَٓائِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müennes has ism-i mevsûl الّٰٓئ۪ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَـئِسْنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَـئِسْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. مِنَ الْمَح۪يضِ car mecruru يَـئِسْنَ fiiline mütealliktir.
مِنْ نِسَٓائِكُمْ car mecruru يَـئِسْنَ ‘ deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنِ ارْتَبْتُمْ cümlesi mübteda الّٰٓئ۪ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِنِ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ارْتَبْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عِدَّتُهُنَّ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ثَلٰثَةُ haber olup lafzen merfûdur. اَشْهُرٍۙ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzâf, temyiz muzafun ileyh olur. Muzâfın harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzâf olduğu için cümledeki konumuna göre îrabını alır, temyiz muzâfun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) ارْتَبْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ريب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَالّٰٓئ۪ لَمْ يَحِضْنَۜ وَاُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la birinci الّٰٓئ۪ ‘ye matuftur. İsim cümlesidir. Cemi müennes has ism-i mevsûl الّٰٓئ۪ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يَحِضْنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَحِضْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
اُو۬لَاتُ atıf harfi وَ ‘la istînâfiyye matuftur. اُو۬لَاتُ mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاَحْمَالِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَجَلُهُنَّ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel ikinci haber olarak mahallen merfûdur.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. يَضَعْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen mansubdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
حَمْلَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْراً
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتَّقِ اللّٰهَ mübteda مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَّقِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَجْعَلْ cümlesi şartın cevabıdır. يَجْعَلْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهُ car mecruru يَجْعَلْ fiiline mütealliktir. مِنْ اَمْرِ car mecruru يُسْراً ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُسْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتَّقِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.وَالّٰٓئ۪ يَـئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَٓائِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ وَالّٰٓئ۪ لَمْ يَحِضْنَۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki الّٰٓئ۪ has ism-i mevsûlun sılası olan يَـئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَٓائِكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنَ الْمَح۪يضِ car mecruru يَـئِسْنَ fiiline mütealliktir. مِنْ نِسَٓائِكُمْ car mecruru يَـئِسْنَ fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart üslubundaki اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍ cümlesi mübtedanın haberidir.
Şart cümlesi olan ارْتَبْتُمْ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ şartın cevabı için rabıtadır. Cevap cümlesi olan فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عِدَّتُهُنَّ mübteda, veciz ifade kastına matuf ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ izafeti haberdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَالّٰٓئ۪ , önceki الّٰٓئ۪ ‘ye atfedilmiştir. الّٰٓئ۪ şeklindeki cemi müennes has ism-i mevsûlun sılası olan لَمْ يَحِضْنَ cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
"Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, evlenmeden kendi başlarına dört ay on gün beklerler." ayetinin ifade ettiği genel hüküm, bu ayetle neshedilmiştir. Zîra bu âyet, Bakara suresindeki ayetten sonra nazil olmuştur. (Ebüssuûd)
الْمَح۪يضِ - لَمْ يَحِضْنَۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۜ
اُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ cümlesi istînaf cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Veciz ifade kastına matuf اُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ izafeti mübteda, اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۜ haberdir. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ cümlesi, masdar teviliyle اَجَلُهُنَّ ‘nin haberidir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَمْلَ - الْاَحْمَالِ ve مَح۪يضِ - يَحِضْنَۜ gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَالّٰٓئ۪ لَمْ يَحِضْنَ [Hayız görmeyenler] ayetinde hazif yolu ile îcaz vardır. Haber hazf edilmiştir. ‘’Onların iddeti de üç aydır’’ demektir. (Safvetü’t Tefâsir)
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْراً
وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi يَتَّقِ اللّٰهَ , şarttır. Şart ismi مَنْ mübteda, يَتَّقِ اللّٰهَ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْراً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لَهُ , mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنْ اَمْرِه۪ car mecruru يُسْراً ’ın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mef’ûl olan يُسْراً ‘in nekreliği, kesret ve nev ifade eder.
Bu cümle ikinci ayetin son cümlesiyle harf-i cerin fazlalığı dışında aynıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir.ذٰلِكَ اَمْرُ اللّٰهِ اَنْزَلَهُٓ اِلَيْكُمْۜ وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُعْظِمْ لَـهُٓ اَجْراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | bu |
|
2 | أَمْرُ | buyruğudur |
|
3 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
4 | أَنْزَلَهُ | indirdiği |
|
5 | إِلَيْكُمْ | size |
|
6 | وَمَنْ | ve kim |
|
7 | يَتَّقِ | korkarsa |
|
8 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
9 | يُكَفِّرْ | örter |
|
10 | عَنْهُ | onun |
|
11 | سَيِّئَاتِهِ | kötülüklerini |
|
12 | وَيُعْظِمْ | ve büyütür |
|
13 | لَهُ | onun |
|
14 | أَجْرًا | mükafatını |
|
ذٰلِكَ اَمْرُ اللّٰهِ اَنْزَلَهُٓ اِلَيْكُمْۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَمْرُ اللّٰهِ haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَنْزَلَهُٓ fiili amili ذٰلِكَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَهُٓ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَيْكُمْ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir.
اَنْزَلَهُٓ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُعْظِمْ لَـهُٓ اَجْراً
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتَّقِ اللّٰهَ cümlesi mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَّقِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اللّٰهِ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُكَفِّرْ cümlesi şartın cevabıdır. يُكَفِّرْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنْهُ car mecruru يُكَفِّرْ fiiline mütealliktir. سَيِّـَٔاتِه۪ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُعْظِمْ atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. يُعْظِمْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَـهُٓ car mecruru يُعْظِمْ fiiline mütealliktir. اَجْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتَّقِ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُكَفِّرْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يُعْظِمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عظم ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذٰلِكَ اَمْرُ اللّٰهِ اَنْزَلَهُٓ اِلَيْكُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile Allah’ın emirlerine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen اَمْرُ اللّٰهِ izafetinde Allah lafzına muzâf olması اَمْرُ ye, şan ve tazim ifade etmiştir.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
اَنْزَلَهُٓ اِلَيْكُمْ cümlesi اَمْرُ اللّٰهِ ‘nin halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
ذٰلِكَ اَمْرُ اللّٰهِ [İşte Allah’ın emri…] ifadesiyle, iddet bekleyen kadınların durumuna dair öğrettiklerini kasdetmektedir; yani her kim indirdiği şu hükümlerle amel etme konusunda Allah’tan sakınıp, (kadının) süknâ hakkı, onu zarara uğratmama, hamile ise nafakasını sağlama, (çocuğunu babası adına) emziriyorsa ücretini ödeme gibi hususlara dair bahsedilenlerle alakalı üzerine düşen hukuka riayet ederse, kötülüklerinin silinmesini ve büyük mükâfatı hak etmiş olur. (Keşşâf)
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُعْظِمْ لَـهُٓ اَجْراً
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki tekipte مَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ cümlesi, şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَّقِ اللّٰهَ cümlesi, haberdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi cümlenin hükmünü takviye etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tenbih ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir..
Mef’ûl olan سَيِّـَٔاتِه۪ ‘in nekreliği, nev ve kesret ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَيُعْظِمْ لَـهُٓ اَجْراً cümlesi atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَـهُٓ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir..
Mef’ûl olan اَجْراً ‘in nekreliği, tazim ve nev ifade eder.
اَجْراً kelimesinin belirsiz gelişi, mükâfatı tamamlamayı bildiren umum ifadesi içindir. (Rûhu’l Beyân)
Cümledeki muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
لَـهُٓ - عَنْهُ ve اَجْراً - سَيِّـَٔاتِه۪ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَيُعْظِمْ لَـهُٓ اَجْراً ifadesinde istiare vardır. Allah’ın emirlerini yerine getirenlerin mükâfatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.İnsan, yeryüzünde sık sık çaresiz kalmasına rağmen her şeyi kontrol edebileceğine inanmak ister. Bunun sonucunda da, nefsinin o anki isteklerine kanarak, kendisi için en iyisinin ne olduğunu bildiğini sanar. İnsanın, imtihan dünyasında, böyle hislere meyil etmesi olağandır. Allah’a itaatsizlikten sakınanlar, kendilerini bu hislerden çabucak toparlamaya çalışırken; kimisi ise Allah’ın sınırlarından taviz vermeye hazırdır.
Nefsi için yaşayanın birçok yanılgısı vardır. Biri: Allah’ın sınırlarının özgürlüğünden çaldığını düşünür. Halbuki, onun özgürlüğünü kısıtlayan, asla istekleri tükenmek bilmeyen nefsine hizmet etme çabasıdır.
Sıkıntıya ya da dara düştüğü zaman taviz vermenin yollarını arar ve bu yüzden de batıl yollara başvurur. Toplumların ısrarla vazgeçmediği batıl inançları ve insanların daha fazla meyil ettiği nefsani hevesleri vardır. Bu yüzden de insan zaman zaman bunlardan imtihana tabi tutulur. Tefsirlerde şöyle bir açıklama vardır: İsrailoğulları’na inek kurban etmeleri emri, zamanında buzağına taptıkları sapkın hali tam anlamıyla arkalarında bırakmaları içindir.
Ey Allahım! Hayatımızda oynadığımız her rolde ve bulunduğumuz her ortamda - evlilik, iş, aile vb. - bizi Senin koyduğun sınırlara itaat eden ve adil davranan kullarından eyle. Haksızlığa uğradığımızda veya istemediğimiz bir durumla karşılaştığımızda; kalplerimizi kinden ve zihinlerimizi intikam hazırlıklarından muhafaza buyur. Sıkıntıya ve dara düştüğümüzde çaresini yalnız Senden isteyerek, yapabileceklerimizi emirlerine uygun şekilde yapanlardan; ferahlığa ve nimete kavuştuğumuzda, yine Senden geldiği bilinci ile yalnız Sana şükredenlerden eyle. Batıl inançların şerrinden ve onlardan medet umma yanılgısından muhafaza buyur. Yalnız Sana yalvarır, yalnız Senden isteriz. Hatalarımızı affeyle ve bizi razı olduğun kullarından eyle.
Amin.
***
Yaşananları, nefsinin yorumlarını katmadan olduğu gibi anlatmak çaba ister. Seçilen kelimelerin üzerinde anlatılan anıya dahil olan diğer kişilere yönelik beslenen hislerin ve anlatıcının o anı yaşarken ki ruh halinin ciddi bir etkisi vardır. Zira insan, hafızasındaki boşlukları doldurma ve imkan bulduğu her yerde nefsine hizmet etme eğilimine sahiptir. Bu yüzden, İslam dininde dürüst şahitlik kıymetlidir ve gıybet yasaktır.
Tarihe bakıldığı zaman insan hafızasının ne kadar daha değerli olduğu ve kullanıldığı anlaşılır. Hafıza kapasitesi kişiden kişiye farklılık gösterse bile günümüzde bu kapasite daha da daralmıştır. Zira sunulan kısa videolar ve resimler sayesinde gereksiz insanlar ve gereksiz bilgiler akışının zihinlere getirdiği bir yoğunluk ve yorgunluk söz konusudur. Aklın da bir çeşit dinlenmeye ihtiyacı vardır. Tam anlamıyla o anın içinde kalabilirse, müslümanın en rahat dinlendiği yer, namazıdır. Ve Allah’ı zikridir. Ancak ne yazık ki (özellikle de) internet akışının vurduğu darbe ile zamanını değerlendirme yetisini kaybeden insan hep bir yere yetişme derdindedir.
İnsanlarda huysuzluk, nefislerinde doyumsuzluk, kalplerinde karanlık ve zihinlerinde bulanıklık baskındır. Konuşulan kelimelerin, sindirilen bilgilerin ve yapılan işlerin temelinde yatan sadece dünyaya dair heveslerin sebep olduğu bir çeşit zayıflıktır. Sanki kalp, akıl ve beden kayda değer işlerle meşgul olmadığında ulaşabilecekleri potansiyellerini yitirmektedir. İslam dini, dünya hayatının her alanında yol çizerek insanı maddi ve manevi aleminde hakiki potansiyeline taşımaktadır.
Ey Allahım! Bizi yerde ve göklerde, hayırlarla anılmaya vesile olacak değerde bir hayat yaşayan kullarından eyle. Dünyevi ve uhrevi işlerimizi yalnız Senin rızan için yapanlardan ve bu yüzden de her işini doğru düzgün gerçekleştirenlerden eyle. Aklımızı, kalbimizi ve bedenimizi; bizi Sana yaklaştıracak salih amellerle meşgul kıl. Bize bu amelleri sevdir ve kolaylaştır. Yürüdüğümüz yolları ferahlık sebebi nice hayırlarla süsle ve nurun ile aydınlat. Rahmetin ve bereketin ile iki cihanda da sevindir. Senin sevdiklerine ve bizim sevdiklerimize cennetinde kavuştur.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji