Âl-i İmrân Sûresi 154. Ayet

ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  ...

Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; “Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok” diyorlardı. De ki: “Bütün iş, Allah’ındır.” Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.” De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah, bunu göğüslerinizdekini denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
3 عَلَيْكُمْ size
4 مِنْ
5 بَعْدِ ardından ب ع د
6 الْغَمِّ o üzüntünün غ م م
7 أَمَنَةً bir güven ا م ن
8 نُعَاسًا bir uyku ن ع س
9 يَغْشَىٰ bürüyen غ ش و
10 طَائِفَةً bir kısmınızı ط و ف
11 مِنْكُمْ sizden
12 وَطَائِفَةٌ ve bir kısmınız da ط و ف
13 قَدْ doğrusu
14 أَهَمَّتْهُمْ kaygısına düşmüştü ه م م
15 أَنْفُسُهُمْ kendi canlarının ن ف س
16 يَظُنُّونَ bir zanda bulunuyorlar ظ ن ن
17 بِاللَّهِ Allah’a karşı
18 غَيْرَ -sız غ ي ر
19 الْحَقِّ hak- ح ق ق
20 ظَنَّ zannı (gibi) ظ ن ن
21 الْجَاهِلِيَّةِ cahiliyye ج ه ل
22 يَقُولُونَ diyorlardı ق و ل
23 هَلْ var mı
24 لَنَا bize
25 مِنَ
26 الْأَمْرِ bu işten ا م ر
27 مِنْ hiçbir
28 شَيْءٍ şey ش ي ا
29 قُلْ de ki ق و ل
30 إِنَّ şüphesiz
31 الْأَمْرَ ا م ر
32 كُلَّهُ bütünüyle ك ل ل
33 لِلَّهِ Allah’a aittir
34 يُخْفُونَ onlar gizliyorlar خ ف ي
35 فِي
36 أَنْفُسِهِمْ içlerinde ن ف س
37 مَا şeyleri
38 لَا
39 يُبْدُونَ açıklayamadıkları ب د و
40 لَكَ sana
41 يَقُولُونَ diyorlar ki ق و ل
42 لَوْ şayet
43 كَانَ olsaydı ك و ن
44 لَنَا bize
45 مِنَ
46 الْأَمْرِ bu işten ا م ر
47 شَيْءٌ bir şey (fayda) ش ي ا
48 مَا
49 قُتِلْنَا öldürülmezdik ق ت ل
50 هَاهُنَا burada
51 قُلْ de ki ق و ل
52 لَوْ şayet
53 كُنْتُمْ olsaydınız ك و ن
54 فِي
55 بُيُوتِكُمْ evlerinizde dahi ب ي ت
56 لَبَرَزَ mutlaka boylardı ب ر ز
57 الَّذِينَ olanlar
58 كُتِبَ yazılmış ك ت ب
59 عَلَيْهِمُ üzerine
60 الْقَتْلُ öldürülme(si) ق ت ل
61 إِلَىٰ
62 مَضَاجِعِهِمْ yatacakları yeri ض ج ع
63 وَلِيَبْتَلِيَ ve denemesi içindir ب ل و
64 اللَّهُ Allah’ın
65 مَا olanı
66 فِي içinde
67 صُدُورِكُمْ göğüsleriniz ص د ر
68 وَلِيُمَحِّصَ ve açığa çıkarması içindir م ح ص
69 مَا olanı
70 فِي içinde
71 قُلُوبِكُمْ kalbleriniz ق ل ب
72 وَاللَّهُ Allah
73 عَلِيمٌ bilir ع ل م
74 بِذَاتِ özünü
75 الصُّدُورِ göğüslerin ص د ر
 

Sonra o kederin ardından Allah size bir güven, bir grubunuzu kendinden geçiren uyuklama hali verdi; bir grup da kendi canlarının derdine düşmüşler, Allah hakkında haksız yere Câhiliye düşüncelerine kapılarak, "Bu işten bize ne?" diyorlardı. De ki: "İşin tamamı Allah’a aittir." Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar: "Bu işte bizim görüşümüz alınsaydı burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde dahi olsaydınız, yine de haklarında ölüm yazılmış olanlar ölüp düşecekleri yere geleceklerdi. Bu, Allah’ın içinizde olanı ortaya çıkarması ve kalplerinizdeki şüpheyi gidermesi içindir. Allah kalplerde olanı bilir."

“…Sonra o kederin ardından Allah üzerinize içinizden bir grubu saran bir güven duygusu bir uyuklama indirdi.”

Bu, o mümin kullarını kuşatan ilahi rahmetin sonucu meydana gelen olağanüstü bir mucizedir. Çünkü, bir an için de olsa, korkup kaçışan yorgunları uyku bürüdü mü, bünyelerinde büyü etkisini yapar, onları yeniden yaratır ve niteliği bilinmeyen bir şekilde bünyelerine güven duygusunu serper. Bunu, sıkıntı ve zorluk anında denediğimden söylüyorum. O anda, insanın kısır ifadesinin tasvir edemeyeceği şekilde yüce Allah’ın kuşatıcı ve derin rahmetini hissetmiştim.

Tirmizi, Nesei ve Hakim, Hammad b. Seleme’nin hadisinden, O da Enes’ten, O da Ebi Talha’dan şöyle rivayet ederler: Ebu Talha der ki: “Uhud günü başımı kaldırıp baktığımda onlardan kabuğuna çekilip uyuklamayan biri yoktu.”

Ebu Talha’dan yapılan bir başka rivayette “Uhud günü saflarda iken bizi bir uyku basmıştı. Öyle ki kılıcım elimden düşer gibi oluyor ben de tutuyordum. Tekrar düşüyor tekrar tutuyordum” der.

(Fizilal’il Kur’ân)

 

  Kelle كلّ : 

  

 

 

 

Kelle كلّ :

 Bir sözcük olarak كُلّ lafzı bir şeyin parçalarının birleştirilmelerinden doğan bütünü anlatır. Bu iki şekilde olabilir. Birisi bir şeyin zatını ve  ona mahsus özelliklerinin oluşturduğu bütün manasınadır. Bu 'tamam' manasını ifade eder. Yüce Allah’ın وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً 17/29 sözü gibi... İkincisi kişilerin oluşturduğu bütündür. Bu muzaaf olarak kullanılır.

  Bazen ال ile marifelik kazanan bir isme muzaaf olur. Tıpkı كُلّ اليوْم  ifadesi gibi... Bazen de bu ismi gösteren zamire muzaaf olur, Yüce Allah’ın şu sözlerinde olduğu gibi.. فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 15/30 ... Kimi zamanda müfred bir nekraya muzaaf olur, bu da Yüce Allah’ın 17/13 وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ 2/29 وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟  vb. sözlerinde geçen كلّ  kelimeleri gibi.. Bazense bu  كُلّ kelimesi izafe edildiği şeyden soyutlanmış halde kullanılır ama bu izafet manası ona gizli olarak verilir. Yüce Allah’ın şu sözleri buna birer misaldir: لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ 36/40 وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ 27/87 

  ٌكُلّ kelimesi ne Kuran’da ne de Arap şiirinde hiçbir zaman الكُلّ şeklinde marife olarak geçmemiştir. كَلالة  ise çocuk ve babanın dışında kalan mirasçılar için kullanılan bir isimdir.

   كُلّ ve جمع farkı : Bazılarına göre küll, cüzleri ihata anlamına gelir. Dildeki asıl anlamı itibarıyla küll تَكَلّله (onu ihata etti) yani  أخاطَ بِهِ etrafını ihata etti ifadesinden alınmıştır. İhata bazen bölümleri/birimleri kuşatma yoluyla olur. Küllün- nâsi ifadesinde olduğu gibi.. Küll , ecmaun ifadesinde olduğu gibi bazen söz başlangıcında pekiştirme anlamında kullanılır, ancak bu durumda ifade, küll kelimesi ile başlar. Nitekim Hicr 30 ayetinde ifade bu şekilde kullanılmıştır. Çünküكُلّ kelimesi amellere bağlıdır ve ifadeye  كُلّ ile başlanır. Ecmaun ise ancak daha önce geçmiş bir ifadeden sonra gelir. Doğrusu şudur:  كُلّ eb’azı/ bölümleri kuşatmayı, جَمْع ise cüzleri/parçaları kuşatmayı gerektirir.

  Kelimedeki asıl anlam yüklenilen ağırlıktır. Sıklıkla manevi yük hakkında kullanılır. Örneğin yetim, bakımını üstlenen kişi için bir كَلّ 'dir. Yine put ona kulluk edenler için bir كَلّ  dir. (Müfredat-Tahqiq-Furuq-Bursevi) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formlarında 377 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri küllün, külliyen, külliye ve külliyattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

 

 

 

مَضَاجِعِ (medâci’) kelimesinin manası yatılan yerler olup Kur’ân-ı Kerim’de yalnızca bu sigayla (çoğul) üç defa geçmiştir. Ayetlerden birisi erkeklere kadınları yataklarında yalnız bırakmalarını emreden Nisa/34 ve diğeri de gece ibadetle meşgul olup az uyuyan kimselerden bahseden ‘onların bedenleri uyuyacak yerlerden uzak durur’ mealindeki Secde/16’dır. (تَتَجَافَىٰ جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا) (http://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=DjE)

 

 

ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ


Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru aynı şekilde  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  الْغَمِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

اَمَنَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  نُعَاسًا  kelimesi  اَمَنَةً ’den bedeldir.

يَغْشٰى  fiili  نُعَاسًا’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. يَغْشٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.   

طَٓائِفَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مِنْكُمْ  car mecruru  طَٓائِفَةً’in mahzuf sıfatına müteallıktır.    

  

وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ 


وَ  istînâfiyyedir.  طَٓائِفَةٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اَهَمَّتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اَنْفُسُهُمْ  faildir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَظُنُّونَ  fiili,  طَٓائِفَةٌ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur.  يَظُنُّونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  يَظُنُّونَ  fiiline müteallıktır.  غَيْرَ  mef’ûlu mutlaktan naibtir.  الظنّ manasını tekid etmek içindir. Yani يظنون ظنّا غير صحيح  demektir.  الْحَقِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ظَنَّ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  الْجَاهِلِيَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

غَيْرَ الْحَقِّ  masdar hükmündedir. “Onlar Allah hakkında, gereken hak ve doğru zandan başka bir zanda bulunuyorlar.” manasındadır. “Cahiliyye zannı” ondan bedeldir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)

             

يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ


Cümle  يَظُنُّونَ  fiilinin bedeli olarak mahallen merfûdur. Fiil cümlesidir.  

يَقُولُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ ’dir.

هَلْ  istifham harfidir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.

لَنَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  

مِنَ الْاَمْرِ  car mecruru  شَيْءٍ ’in mahzuf haline müteallıktır.  مِنْ  zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mahallen mübteda olarak merfûdur.      

    

قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir. 

Mekulü’l-kavli,  اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.  الْاَمْرَ   kelimesi  اِنَّ ’nin ismidir.  

كُلَّهُ  manevi tekiddir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

لِلّٰهِ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.     

Cümle,  يَقُولُونَ  fiilinin failinin hali olarak mahallen mansubtur. Fiil cümlesidir.   

يُخْفُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  car mecruru  يُخْفُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُبْدُونَ لَكَ ’dir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُبْدُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

لَكَ  car mecruru  يُبْدُونَ  fiiline müteallıktır.

Bu ayette fiil cümlesi olan  يُخْفُونَ , hal olarak mahallen mansubtur. Sahibu’l-hal ise  يَقُولُونَ  fiilinde bulunan zamirdir. Yani يقولون مخفين  demektir. Bu hal ile sahibu’l hal arasındaki  قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِ  cümlesi itiraziyye cümlesidir. (Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler, Kanatbek Orozobekov)           


يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ


Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ’dir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانَ ’nin dâhil olduğu cümle şart cümlesidir. Nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لَنَا  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

مِنَ الْاَمْرِ  car mecruru  شَيْءٌ’un mahzuf haline müteallıktır.  شَيْءٌ kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

مَا قُتِلْنَا هٰهُنَا  cümlesi şartın cevabıdır.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.   

قُتِلْنَا  sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. 

Mütekellim zamiri  نَا  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  هٰا  tenbih harfidir. İsm-i işaret olan  هُنَا  genellikle mekân zarfı olarak kullanılır. Sükun üzere mebni olup mahallen mansubtur.  

           

قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  كُنْتُمْ ’ün dâhil olduğu cümle şart cümlesidir. Nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ي بُيُوتِكُمْ  car mecruru  كُنْتُمْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  لَوْ’in cevabının başına gelen lam-ı vakıadır.  بَرَزَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كُتِبَ عَلَيْهِمُ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كُتِبَ  meçhul mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِمُ car mecruru  كُتِبَ  fiiline müteallıktır.  

الْقَتْلُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.   

اِلٰى مَضَاجِعِ  car mecruru  بَرَزَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.                      

 

 وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ


وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  يَبْتَلِيَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte mukadder fiile müteallıktır. Takdiri; فعل ذلك بأحد  şeklindedir.   

ٱللَّهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ف۪ي صُدُورِ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  يُمَحِّصَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte önceki masdar-ı müevvele matuftur.  

يُمَحِّصَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ف۪ي قُلُوبِ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


   وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ


İsim cümlesidir. و  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. 

عَلِیمُۢ  haberdir.  بِذَاتِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ’e müteallıktır.  الصُّدُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ 


Terahi ve tertip ifade eden  ثُمَّ  ile  فَاَثَابَكُمْ ‘e atfedilen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَمَنَةً ’deki tenvin tazim ifade eder.  نُعَاسًا kelimesi  اَمَنَةً’den bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.

نُعَاسًا ’nin sıfatı olarak gelen cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat cümleleri de anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“Emniyet indirdi.” ifadesinde tecessüm sanatı ve istiare vardır.

“Uyku sizi sarıyordu.” ibaresinde mecazî isnad vardır. 

 اَمَنَةً  güven manasındadır.  نُعَاسًا   kelimesi  اَمَنَةً’den bedeldir; kendisi mef‘ûl, اَمَنَةً  mukaddem hal de olabilir. Keza “kendinizi güvende hissetmeniz için uyukladınız” anlamında mef‘ûlün leh veya  ذوي امنة  “güvenli” anlamında muhataplardan hal de olabilir. (Keşşâf)

Bu uyku, normal bir uyku olmayıp fevkalade ilâhî bir yardım olmuş ve müslümanlar bundan çeşitli şekillerde istifade etmişlerdir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Zahiren  نُعَاسًا   kelimesinin takdimi, أمَنَةٌ kelimesinin tehiri gerekirdi. Çünkü أمَنَةٌ sıfat veya mefulun li eclihi olup hakkı  إذْ يُغَشِّيكُمُ النُّعاسَ أمَنَةً مِنهُ şeklindeki Enfal Suresi 11. ayette olduğu gibi mef’ûlden önce gelmesidir. Ancak burada şanları dolayısıyla müminlere teşrif için takdim edilmiştir. Çünkü Allah’ın onlara zafer verdiği menziline konulmuşlardır. Bu uyku âdeta onlar için sekinedir. Dolayısıyla  أنْزَلَ  fiilinin mef’ûlu yerine konması münasiptir. Böylece  نُعَاسًا   kelimesi de bedel olmuştur. (Âşûr)

“İçinizden bir zümreyi örtüp bürüyordu.” sözünden anlaşılıyor ki orada bütün müminlere inen bu uyku, hepsini birden bastırmamıştır. Sözün kısası bu askerlerde iki zümre vardı. Müminler, münafıklar. Müminler, Muhammed’in (s.a.) Allah tarafından hak peygamber olduğuna ve sözleri kendi arzusundan olmayıp hak vahiy bulunduğuna kesin şekilde inanmış ve Allah’ın bu dine yardım edeceğini ve bütün dinlere üstün getireceğini de Peygamberden dinlemiş bulunduğundan, bu kötü olayın, köklerini kesecek bir yok etmeye kadar varamayacağına imanları gereğince kesin ümitleri vardı. Bu sayede o korkulara rağmen emniyetleri yok edilmemişti. 

Diğer bir topluluk da nefislerinin derdine düşmüş, kendilerinden başka bir şey düşünmüyordu. Dine, Peygambere önem vermiyor, nefislerine ait istekleriyle uğraşıyorlardı ki onlar münafıklar idi. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Korku varken uyku tutmaz. Uyku tutması, korkunun tamamen yok olduğuna delalet eder. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah, Uhud kıssasında, bu ayette onlar hakkında, “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize öyle bir eminlik öyle bir uyku indirdi ki...” buyurmuş ve Bedir kıssasında da [O zaman katından bir güven olsun diye sizi hafif bir uykuya daldırıyordu. (Enfal Suresi, 11)] buyurmuştur. Uhud kıssasında Hakk Teâlâ eminliği, uykudan önce; Bedir kıssasında da uykuyu, eminlikten önce zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Bazı alimler buradaki “uyku” lafzının, ileri derecede bir emniyet hissini kinaye yollu  ifade etmek için getirildiğini söylemişlerdir ki bu görüş zayıftır. Çünkü bir lafzı, hakiki manasını bırakıp mecazî manada kullanmak, ancak hakiki manasını kullanmaya mani bir delil (durum) bulunduğu zaman söz konusu olur. Mezkûr fayda ve hikmetleri kapsadığı halde bu lafzın hakiki manası nasıl terk edilebilir? (Fahreddin er-Râzî)


وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ 


وَ  istinâfiyyedir. Faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesi sübut ifade eder. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, tahkir ifade eder. 

طَٓائِفَةٌ  için sıfat olan  قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. 

Mef’ûl, önemine binaen fail olan  اَنْفُسُهُمْ ’a takdim edilmiştir.

اَهَمَّتْهُمْ  fiilinin mef’ûlünün hali olarak gelen …يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

و ’sız gelen müekked hal cümlesi, bu vasfın onların değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. 

قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ  cümlesinin mübteda için birinci,  يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ  cümlesinin ikinci haber olmasına da cevaz vardır.  

ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ  izafeti bedel veya mef’ûlü mutlaktır. Tekid ifade eder.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

طَٓائِفَة  kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

ظَنَّ - يَظُنُّونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  ظَنَّ - الْجَاهِلِيَّةِۜ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Bu, içinizden bir taifeyi] yani sadakat ve yakîn sahibi olanları [bürüyordu; diğer bir taife ise] yani münafıklar [kendi derdine düşmüştü;] yani onlar için ne din ne Peygamber ne de Müslümanlar önem taşıyordu; yalnızca kendileri önemliydi. Veya nefisleri ve başlarına gelen şeyler, onları üzüntü ve kedere gark etmiş, onları yakınmaya sevk etmişti.  ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ  terkibi masdar hükmünde olup “Allah hakkında beslenmesi gereken zandan başka bir zanda bulunuyorlardı.” demektir.  ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ ifadesi de “haksız zan”dan bedeldir. [Haksız zanda, cahiliyye zannında bulunuyorlardı]; ancak “Allah hakkında cahiliye insanlarınkine benzer şekilde haksız zanda bulunuyorlar.” anlamında da olabilir ki bu durumda,  غَيْرَ الْحَقِّ  terkibi يَظُنُّونَ  fiilinin tekidi olur. Buna göre mana; “Böyle bir zannı ancak Allah’ı bilmeyen şirk toplumu besleyebilir.” şeklinde olur.  (Keşşâf)


يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ


… يَظُنُّونَ  cümlesinden hal olan bu cümle fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin mekulü’l-kavli olan  هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

شَيْءٍۜ ’e dâhil olan zaid harfi cer  مِنَ, “hiçbir” manasındadır.

İstînâfiyye veya itiraziye olarak fasılla gelen  قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ  cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiştir.

Faide-i haber talebî kelam olan ve sübut ifade eden bu isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لِلّٰهِۜ ’nin amili olan haber mahzuftur.

Bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin zikri, ikazı artırmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

يَقُولُونَ  fiilinin failinden hal olan  يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Önemine binaen car mecrur, mef’ûl olan ism-i mevsûle takdim edilmiştir. Mevsûlün sılası  لَا يُبْدُونَ لَكَۜ,  menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müphem yapısı nedeniyle mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  ibaresinde istiare vardır. Bilindiği gibi  ف۪ٓي  harfi zarfiyet manası taşır. Nefisler içine girilmeye müsait bir şeye benzetilmiştir. Bu benzetme, gizliliği kuvvetlendirir.

يُخْفُونَ - يُبْدُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ  ifadesinin anlamı şudur: Açıktan konuşurlarken irşad isteyen birer mümin edasıyla sana, “Bize ilâhî emirden herhangi bir şey var mı?” diyorlar ama kendi içlerinde nifak üzereler; Senin kendilerine söylediğin ‘Her şey Allah’tandır.’ ifadesini içten içe veya birbirleri arasında tenkit ediyorlar ve ‘Mesele Muhammed’in dediği gibi ‘Her şey Allah ve velîleri içindir; galip gelecekler de onlardır.’ şeklinde olsaydı, burada asla mağlup olmazdık ve şu savaşta öldürülenler öldürülmezdi!’ diyorlar.” (Keşşâf)

Muhammed’in (s.a.) peygamberliği hakkında şüphe üzerinde bulunuyorlardı ve harbe ganimet hevesiyle veya ihtilal fikriyle gelmişlerdi. Çokları daha başlangıçta Abdullah b. Übeyy ile beraber savuşup gitmiş, bir kısmı da kaçamamış kalmıştır. Olay bu duruma dönüşünce başlangıçta gönüllerinde intikam almış gibi bir sevinç hissettiler; sonra da her iki taraf için şüpheli mevkide bulunduklarından dolayı korkuları şiddetlendikçe şiddetlendi. Gözlerine uyku girmedi. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Araplar الجَهْلَ  kelimesini الحِلْمَ kelimesinin mukabili olarak kullanırlar. (Âşûr)

“Cahiliyye zannı” tabiri  عُمَرُ الْعَدْلِ “Adalet (timsali) Ömer” sözü  gibidir. Buna göre Hakk Teâlâ, cahiliyet inancına has zannı kastetmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

“Emr” kelimesi ya “أمر” kelimesinin veya “أوامر” kelimesinin müfredi olduğuna göre bu söz birkaç manaya gelebilir. Bir yandan Hz. Peygamberin belli şartlarla Allah tarafından va’detmiş olduğu zafer işini yalanlamak maksadıyla peygamberliğe bir itiraz; diğer yönden yukarıda açıklandığı üzere Abdullah b. Übeyy’in Medine’den çıkılmaması hakkındaki reyi kabul edilmemiş olduğundan dolayı Peygamberin emir ve isteğini hatalı bulma ve bunun altında istişareden daha kuvvetli bir şekilde hükümet işine iştirak etmek ve işe karışmak, bu niyetle Peygamberin idare şeklini istibdatkar (keyfi idareye yakışır şekilde) görmek isteyen bir ihtilal fikri vardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)


 يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ


İstînâfî beyanî olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَقُولُونَ  cümlesinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda haberî isnaddır.

كَانَ ’nin dâhil olduğu şart cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatı vardır. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانَ ’nin ismi  شَيْءٌ’daki tenvin, nev ifade eder.

Cevap  cümlesi  مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاَمْرِ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Münafıkların, savaş meydanından bahsederken  هٰهُنَاۜ  şeklinde işaret ismi kullanmaları tahkir içindir.

Aslında bu sözü söyleyenler, ölmeyenlerdi. “Öldürülmezdik” diyerek ölenlerle kendilerini tağlîb yapmışlardır. Yani ölenler gibi acı çekip onların ayrılığından âdeta ölmüş gibi olduklarını ifade eder. Ayrıca bu ifade, ölüp gidenlerin de aynı düşünceye sahip olduklarına işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)


 قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ


Fasılla gelen ayet, emir üslubunda haberî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda haberî isnaddır.  كَانَ ’nin dâhil olduğu şart cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır.  كُنْتُمْ  ,ف۪ي بُيُوتِكُمْ ’ün mahzuf haberine müteallıktır. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi  لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i  mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılasında takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِمُ  önemine binaen fail olan  الْقَتْلُ ’ya takdim edilmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Burada yatak; ölüm manasında istiaredir. Yatağına sevk edilen insan, ölüme sevk edilen insana benzetilmiştir. Kimse Allahu Teâlâ’nın kudretine karşı çıkamaz. (Kur’an Işığında Belâgat Dersler Beyân İlmi, Fatma Serap Karamollaoğlu)

الضُّجُوعِ Uyumak ve rahatlamak için yatağa yatmak demektir, burada istiare yoluyla savaşarak öldürülmek manasında kullanılmıştır. Bunun güzelliği şehitlerin diri olmasındadır. Bu; istiare veya takdiri bir müşakaledir. Çünkü ما قُتِلْنا هاهُنا [Burada öldürülmezdik.] sözü şehitlerin evlerindeki yataklarında keyifle oturdukları manasını taşır. (Âşûr)

 

وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ


Muzariyi nasb eden, cümlenin manasını sebep bildiren masdara çeviren lam-ı ta’lil nedeniyle masdar tevilindeki …لِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا  cümlesi, mahzuf fiile  müteallıktır. Takdiri; … فعل ذلك بأحد ‘dir. 

Müsnedün ileyhin bütün kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  اللّٰهُ  ismiyle marife olması, kalplere korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur.

Yine masdar tevilindeki  وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ  cümlesi, tezayüf nedeniyle önceki masdar-ı müevvele matuftur. 

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

[Göğüslerinizde olanı imtihan etmek için] ifadesinden sonra [kalplerinizde olanı temizlemek için] buyruğunun gelmesi, ıtnâb sanatıdır.

قُلۡ - یَقُولُونَ , ٱلۡقَتۡلُ - قُتِلۡنَا , كَانَ - كُنتُمۡ ,  ظَنَّ - یَظُنُّونَ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ٱلصُّدُورِ - ٱلصُّدُورِ-  قُلُوبِكُمۡۚ  ,  مَّا - ٱلَّذِینَ  , یُمَحِّصَ - یَبۡتَلِیَ , مَضَاجِعِهِمۡۖ - بُیُوتِكُمۡ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

صُدُورِكُمۡ  kelimesinde irsâd sanatı vardır. 

Burada yatak; ölüm manasında istiaredir. Yatağına sevk edilen insan, ölüme sevk edilen insana benzetilmiştir. Kimse Allahu Teâlâ’nın kudretine karşı çıkamaz. (Kuran Işığında Belâgat Dersler Beyan İlmi, s. 156)

 قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ  [De ki: Evlerinizde olsaydınız] yani eğer Allah birinin bu savaşta bulunup şehit olacağını bilmekteyse bunu Levh-i Mahfuz’a yazmışsa, isterseniz evlerinizde oturun, bu mutlaka gerçekleşecek; “Allah’ın öldürüleceklerini bildiği kimseler, [o devrilecekleri yerlere] yani çarpılıp yıkılacakları yerlere ‘çıkıp gideceklerdir’ ki Allah’ın, olacağını bildiği şey gerçekleşsin.” Demek isteniyor ki Allah bu savaşta şehit olacak müminleri Levh-i Mahfuz ’a yazdığı gibi sonuçta müminlerin galip geleceğini de yazmıştır; çünkü bilmektedir ki nihai galibiyeti müminler elde edecek; İslamiyet, sonunda bütün dinlere üstün gelecek; bazen başlarına gelen olumsuzluklar müminleri arıtıp durultacak/saflaştıracak ve şehitliğe teşvik edecektir; şehit olma hırsı ise onları cihada tahrik edecek ve bu suretle, nihai galibiyet hasıl olacaktır. (Keşşâf)

وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ  [Kalplerindekini temizlemek için] ibaresinde istiare-i tebeiyye vardır. Vesveseler ve inanç zayıflıkları kir ve pisliğe benzetilmiştir. Acılara, yaşanan imtihanlara gösterilecek sabır, bu kirleri temizleyen arındırıcı su ve sabun mesabesindedir. Kirli bir şey kullanılamaz, kirleri çoğaldıkça katmerlenir ve atılmaktan başka yapılacak birşey kalmaz. Kalp de eğer nifaktan temizlenmezse sahibini kulluk dairesinden çıkarıp cehenneme atılmasına yol açar. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)

الصُّدُورُ kelimesi vicdan manasındadır. Çünkü Arapçada sadr, batıni hisler için kullanılır. İbtila fiili de  الصُّدُورِ ile birlikte kullanılır, çünkü ahlak ve vicdan imtihanıdır. İmtihanda hayır da şer de vardır.  Böylece nefste olan şey ortaya çıkar.

Burada القَلْبُ kelimesi itikad manasında kullanılmıştır. Çünkü Arapçada kalp, tefekkür ve itikadın hasıl olduğu yerdir. التَّمْحِيصِ kelimesi de kalplerle birlikte kullanılır. Çünkü zanların ve akaidin her türlü hayır kaynağı olabilmek için temizlenmeye ihtiyacı vardır. (Âşûr)

“Allah imtihan etmek için, sizi onlardan geri çevirdi.” (Âl-i İmran Suresi, 152) ayetinde imtihan zikredildiği halde burada ikinci kez imtihan niçin zikredilmiştir? denir ise deriz ki “Söz uzadığı için Cenab-ı Allah bu kelimeyi tekrar zikretmiştir. Yine önceki imtihanın müminlerin hezimeti, ikincisinin ise diğer haller ve hadiseler olduğu da söylenmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ


Müste’nefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda,  عَل۪يمٌ  haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette dört kez zikredilmesi teberrük, ikaz ve haşyet duyguları hissettirmek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.  

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

بِذَاتِ الصُّدُورِ   ifadesiyle cüz söylenip kül murad edilmiş veya mahal söylenip hal kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel sanatıdır.. 

Ayrıca  عَل۪يمٌ  vasfı lazım-melzum alakasıyla “muttakilere karşılığını fazlasıyla verir” anlamı taşır.

Allah her şeyi bildiği halde özellikle  عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  [muttakileri bilir] buyurulması takvaya teşvik için yapılmış tağlîb sanatıdır.