بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ
İsrâiloğulları, mûcize eseri olarak denizden açılan yollardan geçip Sînâ yarımadasına çıktılar. Bunları izlemekte olan Firavun da açılmış olan bu yollara ordularıyla birlikte girdi. Ancak yüce Allah, Mûsâ ve beraberindeki müminleri kurtardı, Firavun ve beraberindekileri ise denizde boğdu (Hz. Mûsâ ve Firavun hakkında bk. Bakara 2/49-59; A‘râf 7/103-141; Tâhâ 20/9-80; Kasas 28/3-46).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 154فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ
فَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَـرَٓاءَ ; mazii fiildir, bu fiilde 3 tane elif vardır. Biri رَٓ harfinden sonra gelmiş zaid bir eliftir, ikincisi hemzeden ibdal olmuş bir eliftir, üçüncüsü kelimenin son harfi olan eliftir. Bu üçüncü elif li-iltikâi’s sakineyn (Arkadan sakin elifle başlayan bir kelimenin gelmesi sebebiyle) hazf olmuştur. (Semîn el Halebî, Ed-Dürrü’l-Masûn fî Ulûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn, tafsirap internet sitesi)
تَرَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. الْجَمْعَانِ fail olup müsenna olduğu için ref alameti eliftir.
فَ karinesi olmadan gelen قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى cümlesi şartın cevabıdır.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَصْحَابُ fail olup lafzen merfûdur. مُوسٰٓى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
مُوسٰٓى kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّا لَمُدْرَكُونَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مُدْرَكُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup cemi müzekker salim olduğu için ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
تَـرَٓاءَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi رأى ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhür( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
مُدْرَكُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ
فَ , istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Ahkâf Suresi, 29)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ şart cümlesi, لَمَّا’nın muzâfun ileyhidir.
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا لَمُدْرَكُونَ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ ve benzeri cümleler, اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi لَمُدْرَكُونَۚ ism-i mef’ûl kalıbında gelmiştir.
تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, birbirine yaklaşmaktır (et-tekârub ve’t-tedânî). Bu lafzın müstear olduğunu söyledik. Çünkü havaya kalkmış toz bulutları ve çatışma tozları gibi engeller sebebiyle birbirini görmeseler de iki topluluğun görmekle nitelenmesi güzel olmuştur. Çünkü iki topluluğun, birbirini görmesi ile kastedilen, gözlerin birbirini görmesi değil, şahısların birbirine yakın olmasıdır. Bu, Arapların birbirine yakın iki kabile hakkında söylediği, تقراء ناراهما (ateşleri birbirini görüyor) sözü gibidir ki bu ifade, iki ateş yerine iki insan olsaydı birbirini görecek olmalarından dolayı, (birbirleriyle karşı karşıya, birbirine yakın) demektir. (Kur’an Mecazları Şerif er-Râdî)
لَمُدْرَكُونَ da okunmuştur ki إدراك الشيئ ’den gelir, o da birbirini takip edip yok olmaktır. Yani onların elleriyle arka arkaya helak olacağız demektir. (Beyzâvî)
لَمُدَّرِكُونَ, “Birbirine karışıp yok oldu” anlamındadır.
Hasan el-Basrî, bu ifadeye, “onlar ahiret bilgisinden mahrum oldular. Bu bilginin cahili oldular” manasını vermiştir. Buna göre tefsirini yapmakta olduğumuz ayetin manası, “Biz, bizden hiç kimse kalmayacak biçimde onların ellerinde yok olup gitme hususunda birbirinizi izliyoruz.” şeklinde olur. İşte tam o bu esnada Hz. Musa (a.s.) onlara كَلَّاۚ / “hayır” demiştir ki bu, onları içine düştükleri o zandan men etmek içindir.
Hz. Musa’nın onları cesaretlendirmesi Daha sonra da Hz. Musa (a.s.) şu iki şey ile onların gönüllerini takviye edip yatıştırmıştır:
1- “Şüphesiz ki Rabbim, benimle beraberdir” sözüyle. Bu, ilahî yardımın ve onun tekeffül edilmiş olmasının bir delilidir.
2- “O beni, kurtuluş yoluna iletecektir” şeklindeki sözüdür. el-Hûda kurtuluş ve necat yolu demektir. Cenab-ı Hakk, Hz. Musa’ya (a.s.) kurtuluş yolunu gösterip düşmanlarını helak edeceğini bildirince, böylece ilâhi yardım hususunda zirveye ulaşmış demektir. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
كَلَّا ret ve caydırma harfidir.
Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
Mahzuf mekulü’l-kavl cümle için ta’liliyyedir. Takdir, …كلّا لن يدركونا (Hayır. Asla bizi yakalayamayacaklar) şeklindedir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
مَعِيَ kelimesi اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mutealliktir. رَبّ۪ي kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَيَهْد۪ينِ fiili اِنَّ ’nin ikinci haberi olarak mahallen mansubdur.
سَيَهْد۪ينِ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. سَيَهْد۪ينِ fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denir.قَالَ كَلَّاۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قَالَ fiilinin mekulü’l kavli mahzuftur. Cümlenin takdiri …كلّا لن يدركونا [Hayır. Asla bizi yakayamazlar.] şeklindedir.
كَلَّا red ve caydırma harfidir.
Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ, kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ, cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
Mahzuf mekulü’l-kavl cümlesi için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَعِیَ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. رَبِّی izafeti, إِنَّ ’nin muahhar ismidir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبِّ ismiyle mütekellim zamirinin izafeti, mütekellimin, Allah Teâlâ’dan yardım ve destek beklediğinin işaretidir.
سَیَهۡدِینِ cümlesi إِنَّ ’nin ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Filin sonundaki kesra, fasılaya riayet için hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Fiilin başındaki سَ harfi tekid içindir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَیَهۡدِینِ cümlesi, اِنَّ ’nin ikinci haberi veya tek haberi ya da رَبِّ kelimesinden haldir. (Sâfi, https://tafsir.app/26/61)
Bir görüşe göre de istinaf cümlesidir. (Derviş, https://tafsir.app/26/61)فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَوْحَيْنَا | diye vahyettik |
|
2 | إِلَىٰ |
|
|
3 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
4 | أَنِ |
|
|
5 | اضْرِبْ | vur |
|
6 | بِعَصَاكَ | değneğinle |
|
7 | الْبَحْرَ | denize |
|
8 | فَانْفَلَقَ | sonra yarıldı |
|
9 | فَكَانَ | ve oldu |
|
10 | كُلُّ | her |
|
11 | فِرْقٍ | bölüm |
|
12 | كَالطَّوْدِ | bir dağ gibi |
|
13 | الْعَظِيمِ | kocaman |
|
فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى مُوسٰٓى car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
اَنِ tefsiriyyedir. اضْرِبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت ’dir.
بِعَصَاكَ car mecruru اضْرِبْ fiiline mütealliktir.
الْبَحْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْحَيْنَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi وحى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ
Cümle atıf harfi فَ ile takdiri فضرب (vur) olan cümleye matuftur. فَ , matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْفَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَ atıf harfidir. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, كُلُّ olup lafzen merfûdur. فِرْقٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَالطَّوْدِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
الْعَظ۪يمِ kelimesi لطَّوْدِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْقَلَـبُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi قلب ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
الْعَظ۪يمِ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ
فَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Tefsiriyye olan اَنْ ’i takip eden اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ cümlesi masdar tevilindedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
عَصَاكَ şeklindeki izafet kısa yoldan izah ve her ikisinin şanı içindir.
Tefsiriyye; kelamdaki kapalılığı veya karışıklığı ortadan kaldırmak maksadıyla getirilen açıklayıcı kelamla yapılan ıtnâb türüne verilen isimdir. Tefsir, ifadeyi eksik ve fazla olmamak kaydıyla sadece kullanılan önceki ibareyi izah etmeyi amaçlar; ek bir mana getirmez. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
“(Vurunca) derhal, (deniz) yarıldı” buyurmuştur. Bu ifadeyle, “o da vurdu, böylece de deniz yarıldı” manasının kastedildiğinde şüphe yoktur. Çünkü bu, neredeyse sözden anlaşılan ve bilinen bir husustur. Zira vurma işi olmadan denizin ayrılması caiz değildir. Bununla beraber Cenab-ı Hakk, ona vurmayı emretmiştir. Çünkü bu fiilin zikredilmesi, adeta oyalanma ve boşa vakit geçirme sayılır. Bir de Cenab-ı Hakk bunu asa sebebiyle meydana gelen mucizelerinden kılmıştır. Bir başka husus da şudur: Denizin o asa sebebiyle yarılması Hz. Musa (a.s.) için büyük bir nimet olmuştur. Ve İsrailoğullarının, bu işin Hz. Musa’nın (a.s.) Allah nezdindeki mertebesinden dolayı meydana geldiğini bilmeleri manasını daha fazla kuvvetlendirmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)
فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ
“Hemen” anlamı veren atıf harfi فَ ’nin dahil olduğu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, فضرب (Vurdu) olan mukadder cümleye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ cümlesi, فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur كَالطَّوْدِ, nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
فِرْقٍ ’daki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ [Koca bir dağ gibi] terkibinde mürsel mücmel teşbih vardır. “Yere iyice oturmak ve öyle kalmak hususunda dağ gibi oldu.” demektir. Teşbih edatı söylenmiş teşbih yönü söylenmemiştir. (Safvetu’t Tefasir)
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden الْعَظ۪يمِ kelimesi الطَّوْدِ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
كَان, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Râgıb el İsfehanî)
انْفَلَقَ fiili, انفعال babındadır. Sülasi fiilin başına hemze ve sakin ن ilave edilerek yapılır. Birçok alime göre, انفعال babında mezid olan fiillerin kazandığı tek anlam mutavaattır (dönüşlülüktür). Mutavaat, bir mef’ûlün, bir failin eylemini kabul etmesi ve bu eylemle alınmak istenen neticeye olumlu cevap vermesidir. Mef’ûlün, canlı veya cansız olması fark etmez. انفعال babı mutavaat içindir. Mutavaat ise müteaddî fiilin lâzım fiile dönüşmesidir. Müteaddî fiil bu baba girince lâzım yani geçişsiz olur. Bu bâba, etkileri gözle görülen somut fiiler aktarılır.
الفرق kelimesi, “denizden bölünen parça” anlamındadır. Bu ifade, كل فلق şeklinde de okunmuştur ki mana aynıdır. الطَّوْدِ “yüksek dağ” anlamında olup “göğe doğru yükselen” demektir. (Keşşâf)
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَزْلَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ثَمَّ mekân zarfı olup fetha üzere mebnidir اَزْلَفْنَا fiiline mütealliktir.
الْاٰخَر۪ينَ muzâfun ileyh olup ى ile mecrurdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْاٰخَر۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi أخر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَزْلَفْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi زلف ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …أوحينا cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَزْلَفْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
ثَمَّ zarfı هناك anlamında olup اَزْلَفْنَا fiiline mütealliktir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ ; Onları yani firavun ve kavmini denize yaklaştırdık demektir. Bu açıklamayı İbni Abbas ve başkaları yapmıştır. (Kurtubî)
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ ifadesiyle alakalı olarak şu iki bahis bulunmaktadır:
Birinci bahis: وَاَزْلَفْنَا kelimesine “Denizin, diğerlerine açıldığı, yarıldığı o yere, firavunun kavmini yaklaştırdım.” manasını vermişlerdir. Bu hususta şu üç izah yapılmıştır:
1) Biz firavunun kavmini, Kıptîleri, İsrailoğullarına yaklaştırdık.
2) Biz o Kıptîleri birbirlerine yaklaştırdık ve onlardan hiç kimse kurtulamayacak derecede bir araya sıkıştırdı.
3) “Biz onları denize sürdük...” Bazı alimler de ayetin bu ifadesine, “Hz. Musa’nın (a.s.) peşine düştüklerinde, dünyada iken onların üzerinde dikilip duran bir bulutla gölgelememiz ve böylece de şaşırmış vaziyette kalmaları suretiyle “Biz, firavun ve kavmini hapsettik” manasını vermişlerdir.
İkinci bahis: Cenab-ı Hakk bu yakınlaştırma işini, onların Hz. Musa’yı (a.s.) araştırmak için birleşmiş olmaları bir küfür olmasına rağmen kendisine nispet etmiştir. Cübbaî bu hususa şu iki bakımdan cevap verir.
1) Firavunun kavmi, İsrailoğullarının peşine düşmüştü. İsrailoğulları ise bu işi, Allah'ın emriyle yapmıştı. Binaenaleyh İsrailoğullarının yola çıkışları, Allah'ın tedbiriyle olup firavunun kavmi de onların peşine düşünce, Cenab-ı Hakk bu işi, mecazi olarak kendisine nispet etmiştir.
2) Bu ifadenin manasının “O vakitte onlar ecellerine yaklaştıkları için biz onları ölümlerine yaklaştırdık” şeklinde olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Razi)
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مُوسٰى mef’ûlun bih olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la makabline matuf olup mahallen mansubdur. مَعَهُٓ mahzuf sılaya mütealliktir.
اَجْمَع۪ينَ kelimesi مَنْ müşterek ism-i mevsûl için manevi tekid olup mansubdur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
Tekid, tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid - ٌمُؤَكِّد ), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked ( مُؤَكَّدٌ ) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نجى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ
Ayet önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
اَنْجَيْنَا azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَنْجَيَ fiili اِفعال babındadır. Bu bab, zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise تفعيل babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
Mef’ûl konumundaki مُوسٰى kelimesine matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası mahzuftur. مَعَهُٓ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَجْمَع۪ينَۚ kelimesi مَنْ için tekid olarak gelmiştir. Anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâbdır.ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَغْرَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْاٰخَر۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır. الْاٰخَر۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi أخر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَغْرَقْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi غرق ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ
ثُمَّ atıf harfiyle …وَاَنْجَيْنَا cümlesine atfedilen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezattır.
اَغْرَقْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Önceki ayetteki وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى cümlesiyle ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَغْرَقْنَا - اَنْجَيْنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
فِی ذَ ٰلِكَ car mecruru إِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَةً kelimesi إِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.
وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اَكْثَرُهُمْ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ
Ayet, beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Bu Allah’ın ve Resulünün emrine muhalefet etmeye yeltenenler için bir sakındırma ve Hz. Muhammed (s.a.) için ibret alınacak bir hadise olmuş olur. (Fahreddin er-Razi)
وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ , itiraziyyedir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.
İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbni Hişam ve İbni Malik’te haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”In Kullanımı)وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Ayet atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْعَز۪يزُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ۟ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزُ ve الرَّح۪يمُ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Ayet önceki ayetteki اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca رَبَّكَ izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
الْعَز۪يزُ haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Haber olan iki vasfın, aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
الرَّح۪يمُ - الْعَزٖيزُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Fahreddin Râzî şöyle der: Ayette, Allah'ın الْعَز۪يزُ (güçlü) sıfatının الرَّح۪يمُ۟ (merhametli) sıfatından önce gelmesinin sebebi şudur: Akla gelebilir ki Allah, onları cezalandırmaktan aciz olduğu için merhametlidir. İşte bu vehmi ortadan kaldırmak için üstün ve güçlü manasına gelen الْعَز۪يزُ sıfatı zikredilmiş, böyle olmasına rağmen kullarına merhametli olduğu bildirilmiştir. Çünkü merhamet, üstün güçle birlikte bulunduğunda daha etkili olur.
Şuara Suresinde ard arda gelen 8 ve 9. ayetler sekiz yerde tekrarlanmıştır. İlki Hz. Muhammed'i (s.a.) ve Rabbinden gelenleri yalanlayanları tekzip açıklamasından sonra gelmektedir. Daha sonra her tekrarlanış önceki yalanlayanların kıssalarının hemen ardından her bir kıssadan sonra gelmiştir. Her birinin farklı bir durum için gelmesi, ifadenin zikredilişine güzel bir anlam katmıştır. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı'nda Itnâb Üslûbu)
Ayetin bu son cümlesi, birçok ayette tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)
Ayetteki şu muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, mutlak galiptir ve çok merhametlidir cümlesinin önceki ifadelerle münasebeti şudur: O topluluk bu çok net mucizeleri görüp müşahede etmelerine rağmen yine de kâfir olmuşlardır. Allah Teâlâ ise onları helak etmeye kādir ve azîz, galip bir zattı. Ama buna rağmen O, onları helak etmemiş, tam aksine onlara çeşitli rahmetlerini yağdırmıştır. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk'ın böyle olması, O'nun rahmetinin mükemmel lütuf ve ihsanının, çok geniş olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Son iki ayet kıssanın en güzel şekilde sona ermesi olan hüsn-i intihâ sanatına örnektir.
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ
Hz. İbrâhim’in kıssasının bir bölümü anlatılarak onun müşriklerden olmadığına, bilâkis getirdiği dinin Hz. Muhammed’in getirdiği dinle özü itibariyle aynı olduğuna, onu sevdiklerini ve peşinden gittiklerini iddia edenlerin Hz. Muhammed’i de sevmeleri, ona tâbi olmaları gerektiğine işaret edilmektedir. Ayrıca kıssada Allah’ın birliği esasına dayanan tevhid dinini yaymak uğrunda öz vatanından hicret etmiş olan Hz. İbrâhim’in Filistin, Mısır ve Hicaz’da yaşadığı gurbet hayatı ve şirke karşı verdiği mücadele anlatılarak başta Hz. Peygamber olmak üzere müminlere ümit aşılanmakta ve teselli verilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 157
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اتْلُ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلَيْهِمْ car mecruru اتْلُ fiiline mütealliktir.
نَبَاَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. اِبْرٰه۪يمَۢ muzâfun ileyh olup kesra yerine fetha almıştır.
اِبْرٰه۪يمَۢ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ
وَ , istînâfiyyedir. Ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ, siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ izafeti, نَبَاَ için tazim ifade eder.
نَبَاَ , büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zann-ı galib oluşan haberdir. Bu iki özelliği taşımayan habere نَبَاَ denmez. نَبَاَ diye tanımlanan haberin hakkı, yalandan arınmış olmasıdır. (Müfredat) Her نَبَاَ haberdir fakat her haber نَبَاَ değildir.
نَبَاَ , haber demektir. Bu, onların kabul etmek zorunda kalacakları bir delil olsun diye onlara söylenmiştir. (Kurtubî)
Yani ey Resulüm! Müşriklere Hz. İbrahim'in O muazzam kıssasını da sana vahyolunduğu gibi oku ki daha önce zikredildiği gibi bu müşriklerin, kendilerine gelen ayetlere iki yoldan biriyle dahi (Seni Hz. İbrahim'e kıyaslamak ve kendilerini de onun helak olan kavmine kıyaslamak veya bu konuda sen kimseden bir şey duymaksızın, sana gelen vahiy ile bu kıssayı olduğu gibi anlatmanı düşünerek) iman etmediklerine vakıf olasın. (Ebüssuûd)
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ
Bu âyetlerin zâhirinden anlaşıldığı üzere Hz. İbrâhim’in kavmi ay, güneş ve yıldızlara veya bunların yerdeki sembolü olan putlara tapıyorlardı. Bu toplumun gökyüzündeki en büyük tanrıları güneş, yeryüzündeki en büyük tanrıları ise onun temsilcisi olan Baal adındaki put idi. Onlara göre insanların hayatını putlar yönetiyordu, yaratma ve yok etme işini de zaman yapıyordu (İbn Âşûr, XIX, 141). İşte Hz. İbrâhim, kavminin Allah’ı bırakıp da tapmış oldukları bütün tanrıların uydurma, onlara tapanların da yanlış yolda olduklarına işaret etmiş, bundan sonra da gerçek ve tapılmaya lâyık olan tanrının yaratan, hidayete erdiren, yediren, içiren, şifa veren, öldüren, hayat veren ve kıyamet gününde günahları bağışlayan Allah Teâlâ olduğuna dikkat çekmiştir.
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ
اِذْ zaman zarfı olup نَبَاَ ’den bedeldir. قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
لِاَب۪يهِ car mecruru قَالَ fiiline müteallik olup harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti ي ’dır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَوْمِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Mekulü’l-kavli مَا تَعْبُدُونَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur..
مَا istifham ismi mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
تَعْبُدُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ayete dahil olan zaman zarfı اِذْ, önceki ayetteki نَبَاَ ’den bedeldir. Veya نَبَاَ ’den bedeli iştimal olarak mahallen mansubdur.
إذْ قالَ (dediğinde) bir zarftır yani dediği zaman demektir. Cümle haberin açıklamasıdır. Kıssa geçmişte olmuştur. Zaman isminin kıssadan verilen habere muzâf olması münasiptir. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ لِاَب۪يهِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا تَعْبُدُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.
مَا istifhâm ismi, تَعْبُدُونَ fiilinin mukaddem mef’ûlü konumundadır.
ما cinsi tayin için gelmiş istifham ismidir. (Âşûr)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümle muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Hz. İbrahim’in neye taptıklarını bildiği halde onlara bunu soru olarak yöneltmesi, tecâhül-i ârif sanatının güzel örneklerindendir.
Allah Teâlâ, bu surenin başında kavminin kâfir olması sebebiyle Hz. Muhammed’in (s.a.) alabildiğine üzüldüğünü zikretmiş, daha sonra Hz. Muhammed’in (s.a.) böylesi sıkıntıların, Hz. Musa (a.s.) için de söz konusu olduğunu anlayabilmesi için Hz. Musa’nın (a.s.) kıssasından yine bu sebeple Hz. İbrahim’in (a.s.) üzüntüsünün de kendisinin üzüntüsünden daha şiddetli olduğunu anlayabilmesi için bunun peşinden Hz. İbrahim’in (a.s.) kıssasını getirmiştir. Çünkü onları hakka davet etmek ve dikkatlerini çekmek durumu hariç kendilerini düştükleri o halden kurtaramadığı halde Hz. İbrahim’in (a.s.) babasını ve kavmini cehennemde görmesi İbrahim (a.s.) için en büyük bir sıkıntıdır. İşte bu sebeple o onlara, مَا تَعْبُدُونَ demiştir. Hz. İbrahim (a.s.) onların putperest olduklarını biliyordu. Fakat bu soruyu onlara taptıkları şeylerin ibadete müstehak olmadıklarını göstermek için sormuştur. (Fahreddin er-Razi)
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli نَعْبُدُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
نَعْبُدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اَصْنَاماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَظَلُّ istimrar ifade eden, nakıs merfû muzari fiildir. كَانَ gibi ismini ref, haberini nasb eder.
نَظَلُّ ’nun ismi müstetir olup takdiri نحن ’dur.
لَهَا car mecruru عَاكِف۪ينَ ’ye mütealliktir. عَاكِف۪ينَ kelimesi نَظَلُّ ’nun haberi olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
عَاكِف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan عكف fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَاماً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittsâldir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan نَعْبُدُ اَصْنَاماً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müşriklerin Hz. İbrahim'in sorusuna verdikleri cevaptır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ
فَ ile öncesine atfedilen bu cümle istimrar ifade eden, nakıs fiil نَظَلُّ ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهَا, önemine binaen amili olan نَظَلُّ ’nin haberine takdim edilmiştir.
نَظَلُّ ’nin haberi olan عَـٰكِفِینَ, ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin, onlarda sabit olduğuna işaret etmiştir.
Onların sözlerine “Bütün gün onlara hizmet etmekte sabit ve devamlıyız.” ifadesini ilave etmeleri, konuyu açıklamak ve anlamını kuvvetlendirmek için yaptıkları ıtnâbdır.
Hz. İbrahim, babasının ve kavminin taptıkları şeylerin ibadeti hak etmediklerini göstermek için “Onlara neye tapıyorsunuz?” diye sorunca onlar, “Putlara tapıyor, onlara ibadete devam ediyoruz.” şeklinde karşılık vermişlerdir. Müşriklerin, hallerini açıklarken “putlara tapıyoruz” tarzında kısa cevap vermeyip “onlara ibadete devam ediyoruz” lafzını da zikrederek sözü uzatmaları sevinmelerinden ve taptıkları şeylerle övünmelerinden dolayıdır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
عكف, bir şeye devam etmek, onu sürdürmek demektir. Onlar gece değil de bütün gün o putlara taptıkları için نَظَلُّ demişlerdi.
Burada, “Allah yolunda neyi harcayacaklarını sana soruyorlar. De ki: Malınızın ihtiyaç fazlasını!” “Rabbiniz neyi indirdi? Dediler ki hayır indirdi.” ayetleri ile benzerlerinde olduğu gibi yeterli cevap ile iktifa edilmeyip Hz. İbrahim'in kavminin, yaptıklarını izhar etmekle tatminkâr cevabı verdikten sonra putlara tapmaya devam edeceklerini de buna ilave etmeleri, habis nefislerindeki sevinç ve iftiharı ortaya koymak içindir. (Fahreddin er-Râzî)
عاكِفِينَ ile عابِدِينَ manası kastedilmiştir. Bunun için fiil عَلى ile değil لَ ile müteaddi olmuştur. Rabbin şanı kendisine sığınmak, fayda veya zarar vermek olduğu için İbrahim (a.s.) onlara bu putlarla olan durumları hakkında soru sormuştur. Putlar kendilerine dua edeni işitir mi, onlara bir fayda veya zarar verir mi demiştir. Bu sorular putların ilah olmadığının delilidir. (Âşûr)
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَسْمَعُونَكُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِذْ zaman zarfı يَسْمَعُونَ fiiline mütealliktir.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَدْعُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ
Bu ayetle Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in cevabını bildiriyor. Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tahkir ve alay anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اِذْ Zaman zarfı يَسْمَعُونَ fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …تَدْعُونَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
[Sizi işitiyorlar mı?] cümlesinde mutlaka hazfedilen bir muzâf olduğu düşünülmelidir; “Sizin dualarınızı işitiyorlar mı?” anlamındadır. Katâde ifadeyi, “Dualarınıza cevap verdiklerini size işittiriyorlar mı, buna güçleri yetiyor mu yani!” anlamında يَسْمَعُونَكُمْ şeklinde okumuştur. اِذْ geçmiş zamandaki olayların aktarılması için kullanılmasına rağmen burada muzari fiil ile gelmiştir ve anlam şöyledir: “Dua ettiğiniz önceki zamanlardaki halinizi aklınıza getirin; hiç sizi işittikleri veya size işittirdikleri oldu mu, söyleyin!” Bu, muhatabı susturmada daha etkilidir. (Keşşâf)
هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ [Sizi duyuyorlar mı?] ifadesi أيسمعون دعائكم demektir, veya يَسْمَعُونَكُمْ تدعون demektir ki اِذْ تدعون ifadesi bu manaya delâlet ettiği için hazf edilmiştir. تدعون ’nin muzari olarak gelmesi, geçmiş halin hikâyesi olmasındandır, zihinde canlandırılmıştır. (Beyzâvî)اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ
اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ
Fiil cümlesidir. اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْفَعُونَكُمْ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَضُرُّونَ fiili atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. يَضُرُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ
Hz. İbrahim’in putlar hakkındaki sorularının devamı olan ayet önceki ayetteki يَسْمَعُونَكُمْ fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve aşağılama anlamında geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen اَوْ يَضُرُّونَ cümlesinin atıf sebebi tezattır.
Birbirine atfedilmiş olan bu iki cümle mukabele teşkil etmektedir.
اَوْ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يَنْفَعُونَكُمْ - يَضُرُّونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
Bu; delili ortaya koymak için sorulmuş bir sorudur. Onlar size bir fayda sağlayamayıp bir zarar da veremediklerine göre sizin onlara ibadet etmenizin anlamı nedir? (Kurtubî) Yani ayette lazım-melzum alakasıyla mecazi mürsel mürekkeb sanatı vardır.
Onlar “sadece putlara tapıyoruz” deseler bu yeterli bir cevap olurdu. Ama onlar, cevabı uzatmak için buna, “Onun için bütün gün onlara hizmet etmekte sabit ve devamlıyız.” ifadesini ilave etmişler. Onlar bunu, putlara tapmaktan ötürü duydukları sevinç ve iftiharı ortaya koymak için ilave etmişlerdir, işte bundan ötürü Hz. İbrahim (a.s.) onların inanç ve yollarının bozuk olduğuna dikkat çekmek için هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَ اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ “Siz çağırdığınızda onlar sizi duyuyorlar mı?” yahut “Size (taparsanız) bir fayda, (tapmazsanız) bir zarar verebiliyorlar mı?” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi hazf edilmiştir. Takdiri, لم نجدها كذلك (Onları bu şekilde bulmadık.) şeklindedir.
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ )” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada, yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اٰبَٓاءَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يَفْعَلُونَ olan mahzuf mef’ûlün mutlak’a mütealliktir.
ذٰ işaret ismi sükun üzere mebni, mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَفْعَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا بَلْ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İdrâb harfi بَلْ , intikal içindir.
بَلْ ; idrâb edatıdır. İdrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vazgeçmek” demektir. Rummânî بَلْ edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Putların vasıflarını kanıtlama konumundan, onların babalarını bu şekilde bulduları görüşlerine karşı kesin bir mücadele konumuna geçilmiştir. (Âşûr)
Babalarımızı da aynısını yaparken bulduk.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli, takdiri لم نجدها كذلك (onları bu şekilde bulmadık) olan mahzuf cümledir.
وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
و , istînâfiyyedir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ cümlesinde îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili يَفْعَلُونَ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle, وَجَدْنَٓا fiilinin ikinci mef’ûlüdür.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Bu kelimeyle babalarının fiilini, kendi fiillerine benzetmişlerdir. Bu kelime mahzuf bir mastarın sıfatıdır. يَفْعَلُونَ فِعْلًا كَذَلِكَ الفِعْلِ (Bu fiil gibi fiil işlerler) şeklinde takdir edilir. (Âşûr)
Onlar bu sözleriyle, taptıkları putların, hiçbir şey işitmediklerini ve hiçbir fayda ve zarar veremediklerini itiraf etmişler ve taklitten başka hiçbir dayanakları olmadığını izhar etmek zorunda kalmışlardır. Yani biz, zikredilen şeylerden hiçbirini atalarımızdan öğrenmedik ve görmedik; biz atalarımızı böyle yapar bulduk; onlar bizim ibadetimiz gibi ibadet ediyorlardı; biz de onlara uyduk. (Ebüssuûd)
قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَفَرَاَيْتُمْ cümlesi mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Takdiri, أتأمّلتم فرأيتم (Düşündünüz ve gördünüz mü?) şeklindedir.
Hemze istifhâm harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’un ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْبُدُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur. تَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, takdiri أتأمّلتم (Düşündünüz mü?) olan mahzuf cümledir. Mekulü’l-kavl cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hemze inkari istifham, فَ atıf harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ cümlesi, mukadder mekulü’l-kavle matuftur. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve kınama anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ, nakıs fiil كان’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Biz babalarımızı böyle bulduk. Onlar da böyle yapıyorlardı. İşte bu, taklidin batıl, delillere sarılmanın ise vâcip (gerekli) olduğuna delalet eden en güçlü delillerdendir. Çünkü işi tersinden alsak ve taklidi övüp delile sarılmayı yersek, bu hareketimiz, Cenab-ı Hakk'ın yerdiği o kâfirlerin yolunu övmek, övdüğü Hz. İbrahim (a.s.) yolunu da zemmetmek olur. (Fahreddin er-Râzî)
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ
Munfasıl zamir اَنْتُمْ, önceki ayette geçen تَعْبُدُونَ ’deki fail zamirini tekid içindir. Mahallen merfûdur.
اٰبَٓاؤُ۬كُمُ atıf harfi و ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَقْدَمُونَ kelimesi اٰبَٓاؤُ۬كُمُ ’un sıfatı olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ
اَنْتُمْ , önceki ayetteki تَعْبُدُونَ ’deki zamiri tekid içindir.
الْاَقْدَمُونَ kelimesi, وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
“Şimdi gördünüz mü, gerek sizin gerek daha önceki atalarınızın neye tapmakta olduğunuzu” diye cevap verdi. O, bu ifadesi ile batılın yeni veya eski, onu yapanların az veya çok olması ile değişmeyeceğini anlatmak istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
آباؤُكم kelimesi أنْتُمْ zamirine atfedilmiştir. Böylece bu, eskilerin onlara taptığını bildiği halde bu putlara ilgisizliğini ziyadesiyle göstermek için onların tapınmayı hak ettiği konusundaki şüphelerini geçersiz kılmayı da içeriyordu. (Âşûr)
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَدُوٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. ل۪ٓي car mecruru عَدُوٌّ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
اِلَّا istisna harfidir. رَبَّ müstesnadır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
الْعَالَم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ
فَ istînâfiyyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلَّا istisna edatı, رَبَّ müstesna olarak mansubtur.
Hz. İbrahim düşmanlığı putlara isnad etmiştir. Sebep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
رَبَّ الْعَالَم۪ينَ izafeti, alemlerin şanı içindir.
Hz. İbrahim'in, işte onlar benim, muhakkak ki düşmanlarımdır ifadesi ile onlara tapanların düşmanlığı kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
عَدُوٌّ (Düşman) ve صدق kelimeleri hem müfred hem cemi manasında kullanılırlar. (Kurtubî)
Onların ibadet edenlere düşman olduklarını kast ediyor. Şöyle ki onlara tapmakla düşmandan daha çok zarar görürler ya da onları ibadete teşvik eden en azılı düşmanlarıdır demektir ki o da şeytandır. Ancak işi kendine dönük olarak tasvir etmesi, onlara gönderme yapmak içindir. Zira bu, açıkça nasihat etmekten daha yararlıdır. Ve şunu da bildirmek istemiştir ki nefsinden başlamak kabule daha şayandır. Düşmanı عَدُوٌّ şeklinde tekil olarak vermesi, aslında mastar olup ذوُ عَدُوٌّ (adavet sahibi) manasına olmasındandır.
İstisna-i munkatı’dır ya da muttasıldır ki هُمْ zamiri taptıkları bütün mabutlara gider, atalarından Allah'a tapanlar da vardı. (Beyzâvî)
Hz. İbrahim (a.s.), “Şüphesiz onlar benim düşmanımdır.” sözüyle putların kendilerine tapanlara düşman olduklarını anlatmaya çalışmıştır. Öyle ki onlara tapanlar, onlardan, düşmandan gördüklerinden daha çok zarar görürler. Fakat bu durumu kendine dönük olarak tasvir etmesi, onlara ta’rîzde bulunmak içindir. Çünkü nasihatte bu üslup açıkça anlatmaktan daha etkilidir. Ve şunu da bildirmek istemiştir ki nasihate kendi nefsinden başlamak kabule daha şayandır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
رَبَّ الْعَالَم۪ينَ şeklindeki müstesna ifadesi istisnâ-i munkatı’ yani “Ma‘bûdun bi’l-hak olan Allah, o sahte tanrılara (putlara) dahil değildir.” manasında olup “Lakin alemlerin Rabbi bana doğru yolu gösterir.” demekte ve bununla şunu kastetmektedir: Yaratılışımı tamamlayıp bana ruh üflediğinde, bunun ardından yararıma olan ve beni ilgilendiren her konuda bana doğruyu kesintisiz bir hidayetle sürekli O gösterir. Aksi halde anne karnında kan emerek gıdalanılabileceğini ona kim öğretmiş olacak; doğar doğmaz memenin (ne olduğunu), onun yerini ve nasıl emileceğini ona kim öğretmiş olacak; dünyayı ve ahireti gösteren benzer bilgileri ona kim öğretmiş olacak (kim)?! (Keşşâf)
Hz. İbrahim onlara tariz olmak üzere durumu kendi nefsinde tasvir ederek “İşte onlar gerçekten benim düşmanımdır.” demiştir. Zira nasihat konusunda tariz, sarahatten daha faydalıdır. Bir de Hz. İbrahim'in “Benim düşmanıdır.” demesi, bunun bir nasihat olduğunu ve kabule daha çok şayan olması için kendi nefsinden başladığını zımnen bildirmektedir. (Ebüssuûd)
فَإنَّهم عَدُوٌّ لِي teşbih-i beliğ kabilindendir. Onlar benim düşmanım gibidir. Onlara kızıyorum ve zarar veriyorum demektir. Putlara ait zamirin فَإنَّها şeklinde değil de akıllıların çoğulu şeklinde فَإنَّهم olarak gelmesi putlarla ilgili kullandıkları ifadelerin çoğunda olduğu gibi onların idrak eden varlıklar olduğuna inandıkları içindir. (Âşûr)
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl رَبَّ الْعَالَم۪ينَ ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَن۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَلَقَن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamiri ى mefulün bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَهْد۪ينِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَهْد۪ينِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. يَهْد۪ينِ fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denir.
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ
Sıfat cümlesi olan bu ayet, fasılla gelmiştir.
رَبَّ الْعَالَم۪ينَ için sıfat konumundaki müfret müennes has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي ’nin sılası olan خَلَقَن۪ي cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Sılaya فَ ile atfedilen فَهُوَ یَهۡدِینِ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
یَهۡدِینِ fiilinin sonundaki kesra, fasılaya riayet kastıyla hazfedilen mütekellim zamirinden ivazdır.
فَهُوَ ’deki فَ, sebep içindir. Eğer mevsûl olan اَلَّذ۪ي mübteda kabul edilirse, atıf içindir. Eğer رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ ’in sıfatı kabul edilirse nazmın değişmesi اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهَداَنِى olması gerekirdi. Yaratmanın önce olup hidayetin de sürekli olmasındandır. (Beyzâvî)
Hz. İbrahim (a.s.) mazi lafzı ile خَلَقَنٖى demiş, daha sonra muzari lafzı ile يَهْدٖينِ [Bana hidayet eder] demiştir. Bunun sebebi şudur: İnsanın ve eşyanın zatı, dünyada yenilenmez, aksine malum olan bir zamana (ecele) kadar kalır. Cenab-ı Hakk’ın hidayeti ise ister dünyevi menfaatler hususunda olsun, mesela insanın duyularının faydalı şeyleri, zararlı şeylerden ayırması şeklinde olur, ister dini menfaatler hususunda olsun, mesela insanın aklının hakkı bâtıldan, hayrı şerden ayırması şeklinde olur, bu her an ve her zaman tekrar eder. Binaenaleyh bu ifade ile Hz. İbrahim (a.s.) sayesinde yaratılışının tam olduğu diğer şeyleri, geçmişte tek bir defada yaratanın ve onu her an ve her zamanda çeşitli hidayetleri ile hem dini hem dünyevi menfaatlere sevk edenin Hakk Subhânehû ve Teâlâ olduğunu beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ
وَ atıf harfidir. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl رَبَّ الْعَالَم۪ينَ ’in ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ يُطْعِمُن۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُطْعِمُن۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُطْعِمُن۪ي damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamiri ى mefulün bih olarak mahallen mansubdur.
Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. يُطْعِمُن۪ي fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denilir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْق۪ينِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
يُطْعِمُن۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi طعم ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ
Önceki ayette geçen, sıfat konumundaki الَّذ۪ي ‘ye matuf, müfred müennes has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي ’nin sılası هُوَ يُطْعِمُن۪ي cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üsluptaki يَسْق۪ينِ cümlesi, وَ ’la sılaya atfedilmiştir..
يَسْق۪ينِ fiilinin sonundaki esre, fasılaya riayet sadedinde hazfedilen mütekellim zamirinden ivazdır.
يُطْعِمُن۪ي - يَسْق۪ينِۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ cümleleri verilen her türlü nimetten kinayedir.
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ de birinciye göre mahzûf mübtedanın haberidir, çünkü makabli ona delalet etmektedir, iki الَّذ۪ي için de durum aynıdır. İki veçhe (ihtimale) göre de ism-i mevsûlun tekrar edilmesinin sebebi; sılalardan her birinin hükmü tek başına gerektirmesindendir. (Beyzâvî)
Bana yediren ve bana içiren O'dur ifadesine, rızık menfaatleri ile ilgili olan her şey girer. Bu böyledir. Çünkü Hakk Teâlâ, insan için yiyecekler yaratmış ve ona onlardan yararlanma gücü vermiştir. Binaenaleyh şehvet (arzu), kuvvet ve ayırt etme (temyiz) gibi insanda yiyecekleri yiyip onlardan yararlanmasını sağlayacak özellikler bulunmasaydı, bu tam bir nimet olmazdı, bir işe yaramazdı. Hz. İbrahim burada yedirme ve içirmeden bahsederek, o iki şeyin dışında kalan diğer şeylere dikkat çekmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu sıfatların başında الَّذ۪ي ’nin tekrar edilmesi, hükmü gerektirmek noktasında her birinin Allah'ın müstakil bir yüce sıfatı olduğunu, başka bir sıfatın devamı kılınmayıp Allah hakkında bağımsız olarak zikredilmeye değer olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ
Merada مرض: مَرَضٌ insana mahsus itidalin dışına çıkmaktır. Bu da iki çeşittir: Birincisi bedenle ilgili olan cismani marazdır. İkincisi cahillik, nifak, cimrilik, korkaklık, iki yüzlülük ve diğer ahlaki rezilliklerdir. Bunların maraza benzetilmesiyle ilgili üç görüş ileri sürülmüştür: ya bedenin kamil bir biçimde tasarrufta bulunmasına engel olan hastalık gibi faziletlere erişmeye/idrake engel olmalarıdır, ya ahiret hayatını elde etmeye engel olmasıdır, ya da hasta bedenin zararlı şeylere meyletmesi gibi bunlardan dolayı nefsin kötü inançlara meyletmesidir.
Tef'il babındaki تَمْرِيضٌ formu hastaya bakmak ve hastanın bakımıyla meşgul olmaktır. Hakikatte ise hastadan hastalığı izale etmektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri maraz ve emrâzdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)2nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَرِضْتُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرِضْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَشْف۪ينِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَشْف۪ينِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. يَشْف۪ينِ fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denir.وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ
Önceki ayetteki sıla cümlesine matuf olan bu ayet, şart üslubunda gelmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetin haber manalı olması, atfı mümkün kılmıştır.
Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâf olduğu مَرِضْتُ şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
فَ karinesiyle gelen cevap olan فَهُوَ يَشْف۪ينِ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يَشْف۪ينِ fiilinin sonundaki esre, fasılaya riayet sadedinde hazfedilen mütekellim zamirinden ivazdır.
مَرِضْتُ - يَشْف۪ينِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayrıca مَرِضْتُ cümlesiyle, فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِ (Hastalandığımda o bana şifa verir) cümlesinde edebe uyulmuştur. Zira İbrahim (as), Allah'a karşı edepli davranarak وَاِذَا أمرضنى (Allah beni hasta yaptığı zaman) dememiş, hastalığı kendine isnat etmiştir. Zira her ne kadar, hastalık ve şifa Allah'tan da olsa edepli davranmış olmak için Allah'a kötülük nispet edilmez. (Safvetü’t Tefasir)
“O beni hasta etti” demek yerine “hastalandım” demiştir; zira hastalıkların çoğu insanın yeme, içme vb. şeylerdeki aşırılıklarından kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı da hekimler şöyle derler: Ölülerin çoğuna “Ecelinizin sebebi nedir?” diye sorulsaydı, hazımsızlık derlerdi. (Keşşâf)
Bu ayet Kur'an'da geçen 6 şifa ayetinden biridir.
Bu sıfat, yedirme ve içirme sıfatının devamı olarak zikredilmiş, çünkü sağlık ile hastalık, genellikle yemek ve içmekle bağlantılıdır.
Hz. İbrahim'in hasta olmayı kendi nefsine, şifayı ise Allah'a isnad etmesi, güzel edebi gözetmek içindir. Nitekim Hızır (as) da: “Ben onu kusurlu yapmak istedim” ve “Rabbin istedi ki o iki çocuk en güçlü çağlarına erişsin.” demişti. (Ebüssuûd)
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ
الَّذ۪ي , müfred müzekker has ism-i mevsûl رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ ’in üçüncü sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُم۪يتُن۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُم۪يتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki ن vikayedir. Merfû muzari fiillere, mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. يُم۪يتُن۪ي fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denir. Mütekellim zamiri ى mefulün bih olarak mahallen mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحْي۪ينِۙ cümlesi يُم۪يتُن۪ي cümlesine atfedilmiştir.
يُحْي۪ينِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
يُم۪يتُن۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi موت ’dir.
يُحْي۪ينِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حىى ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ
78. ayette geçen, sıfat konumundaki الَّذ۪ي ’ye atfedilen üçüncü ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي ’nin sılası olan يُم۪يتُن۪ي cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ثُمَّ atıf harfiyle öncesine atfedilen ثُمَّ يُحْي۪ينِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi tezattır.
يُحْي۪ينِ fiilinin sonundaki esre, fasılaya riayet sadedinde hazfedilen mütekellim zamirinden ivazdır.
يُم۪يتُن۪ي - يُحْي۪ينِۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ
وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي atıf harfi و ’la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اَطْمَعُ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اَطْمَعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انَا ’dir.
اَنْ masdar harfidir. Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte اَطْمَعُ fiiline mütealliktir.
يَغْفِرَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ل۪ي car mecruru يَغْفِرَ fiiline mütealliktir. خَط۪ٓيـَٔت۪ي mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı يَغْفِرَ fiiline mütealliktir. الدّ۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ
Önceki ayette geçen, sıfat konumundaki الَّذ۪ي ’ye atfedilen dördüncü ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي ’nin sılası olan اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ cümlesi, takdir edilen بِ ile birlikte يَغْفِرَ fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ل۪ي , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Birçok ayette (75. ayetten itibaren) Hz. İbrahim, muhataplarını ikna etmek için Allah’ın birçok sıfatını sıralamıştır. Bu üslup, istidrâc sanatıdır. Ayrıca bu sıfatların sayılması taksim sanatıdır.
Az sözle çok anlam ifade etmek üzere izafet formunda gelen يَوْمِ الدّ۪ينِ , karşılıkların verildiği gün, kıyamet günü anlamındadır.
خَط۪ٓيـَٔت۪ي (hatamı) ifadesi خطاياي (hatalarımı) şeklinde de okunmuştur; kendisinden nadiren sadır olan bazı küçük günahları kastetmektedir; zira peygamberler, âlemler (yani tüm insanlık) için seçilmiş günahsız kişilerdir. (Keşşâf)
Nehhâs dedi ki: “Günah”ın, “günahlar” anlamında kullanılması Arapçada bilinen bir husustur. Kıraat alimleri Yüce Allah'ın: [Böylelikle günahlarını itiraf edecekler.] (Mülk, Suresi, 11) ayetinde “günah” kelimesi tekil olmakla birlikte çoğul olarak; günahlar anlamındadır. (Kurtubî)
İstidrâc; muhatabı fethetmek için onu etkileyecek, yakınlaştıracak veya korkutup rağbet ettirecek, vazgeçirecek, teşvik edecek şeyleri aniden değil de alıştıra alıştıra söyleme sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ
84. âyette “Bana, sonra gelecekler içinde iyilikle anılmayı nasip eyle!” diye çevirdiğimiz cümledeki “lisân-i sıdk” (doğruluk dili) tamlaması iki türlü yorumlanmıştır:
a) Bu tamlamadaki lisân terimi dille aktarılabilecek, dille ulaştırılabilecek şeyleri veya bunları aktaranları ifade için mecaz olarak kullanılmıştır. Buna göre Hz. İbrâhim söylediklerinin doğru, gerçek ve yüce mânalar taşıyan sözler olmasını veya kendi soyundan, getirmiş olduğu hak dini sonraki nesillere aktaracak kimselerin gelmesini Allah Teâlâ’dan niyaz etmiştir. Nitekim yüce Allah duasını kabul ederek başta Hz. Muhammed olmak üzere onun soyundan birçok peygamber göndermiş ve Hz. Peygamber’e onun dinine uymasını emretmiştir (bk. Nahl 16/123; krş. Âl-i İmrân 3/95; Nisâ 4/125).
b) Bu tamlama Hz. İbrâhim’in, sonraki nesiller içerisinde iyilikle anılmak istediğini ifade etmektedir. Bundan dolayıdır ki müslümanlar onu önder kabul eder, kendisini ve soyundan gelenleri hayırla anarlar. Yahudi ve hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap da aynı şekilde ona ve soyundan gelenlere saygı gösterirler (Zemahşerî, II, 512; krş. Meryem 19/50).
Müfessirler, 89. âyette “temiz bir kalp” diye çevirdiğimiz “kalb-i selîm” tamlamasını şu mânalarda yorumlamışlardır: Şirk ve şüpheden arınmış, iman esaslarına samimiyetle inanmış, mânen sağlıklı (İbn Kesîr, VI, 159), kötülüklerden korunmuş (Esed, II, 749), sünnete gönülden bağlı olup bid‘atlardan uzak duran, mal ve evlât sahibi olduğu için şımarmayan bir kalp (Şevkânî, IV, 103). Râzî’ye göre bu konudaki görüşlerin en doğrusu, kalb-i selîmi, “Cehaletten ve kötü huylardan arınmış kalptir” diye tanımlayan görüştür (XXIV, 151).
Hz. İbrâhim bu duayı yaptığı zaman kendisine peygamberlik görevi verilmişti (Râzî, XXIV, 147; İbn Âşûr, XIX, 145). Bu sebeple müfessirler, meâlinde “hikmet” diye çevirdiğimiz hükm kelimesini birçok yerde “peygamberlik” anlamında yorumlarken, burada 83. âyette “derin bilgi, doğru hüküm verme ve kavrama yeteneği” gibi anlamlarda yorumlamışlardır. Müfessirler, İbrâhim’in babasının affı dışındaki bütün dileklerinin kabul olunduğuna dair çeşitli deliller getirmişlerdir (Râzî, XXIV, 147-150). İbrâhim aleyhisselâm, babasının Allah düşmanı bir putperest olduğunu anlayınca ve bu inancında ısrar ettiğini görünce ondan uzaklaşmıştır (bk. Tevbe 9/114; Meryem 19/42-48). Hz. İbrâhim’in “hep iyilikle anılması” konusundaki duasının bir sonucu olarak her ümmet ona ayrı bir sevgi duymuş ve adını övgüyle anar olmuştur. Müslümanlar namazda ve namaz dışında “salli” ve “bârik” dualarını okurken Hz. Peygamber’le birlikte onu da anarlar.
Lehaqa لحق : لَحِقَ fiili arkasından yetişmek veya onu yakalamak demektir. Yine bu anlamda ألْحَقَ şeklinde de kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı fiil formunda 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ilhak olmak, mülhak ve Lâhikadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ
Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim ي zamirinden ivazdır.
Nidanın cevabı هَبْ ل۪ي ’dir. هَبْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
ل۪ي car mecruru هَبْ fiiline mütealliktir. حُكْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَلْحِقْن۪ي sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamiri ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالصَّالِح۪ينَ car mecruru اَلْحِقْن۪ي fiiline mütealliktir. الصَّالِح۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَلْحِقْن۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi لحق ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
بِالصَّالِح۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret olmak üzere hazf edilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevabı olan هَبْ ل۪ي حُكْماً cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmesine karşın cümle, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ cümlesi aynı üslupta gelerek hükümde ortaklık sebebiyle هَبْ ل۪ي حُكْماً cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur ل۪ي, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan حُكْماً ’deki tenvin, kesret ve tazim ifade eder.
Surenin bu sayfasında istisnasız bütün ayetlerin fasılasındaki نَۙ - وَ ve نَۙ - ي harfleriyle oluşan ahenk, okuyucuyu cezbetmektedir. Bu fasılalar arasında seci ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.Bazen öyle anlar yaşar ki insan. Önüne baksa, denizle gözgöze gelir. Arkasına dönse, düşmanın yaklaştığını görür. Aklında, kurtuluş ihtimallerini değerlendirir. Kaçacak yeri yoktur.
Denize doğru bir adım daha atar. Panik dalgası yayılır. Düşmana görünmeden kaçacak yerinin olmadığı manzarayı izler. Çaresizliğin soğuk ve yapışkan elini göğsünde hisseder.
Umutsuzluğun boğucu karanlığında nefes almaya çalışırken, deniz tarafından bir ses yükselir: ‘Allah’tan; görebildiğin ve idrak edebildiğin hayırları değil. Göremediğin ve bilmediğin hayırları da iste.’
Kalbine dolan umutla beraber, ağrısı dinen adam gibi huzurla hafifler ve der ki: ‘Ey Allahım! Senden hakkımda en hayırlı olacak ve gönlüme en hoş gelecek kurtuluşu istiyorum.’
Denizde açılan yola kararsız bir heyecanla baktıktan sonra ilerler. Allah’ın rahmetiyle, kendisinin kurtulduğu ama korkusunun ve sıkıntısının kaynağı olanların, denizin karanlığında kaybolduğuna şahit olur.
Ey Allahım! Senin katında hayırlar sonsuzken, kendi dilimle dualarımı daraltmaktan Sana sığınırım.
Ey Allahım! Senin dışında tapılanlar, benim düşmanımdır. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren Sensin. Beni yediren ve içirensin. Hastalandığım zaman bana şifa verensin. Ağrımı dindirensin. Sıkıntımı giderensin. Canımı alacak olan ve sonra beni diriltecek olansın. Hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum yine Sensin.
Ey Allahım! Bulunduğum her sıkıntılı halin içindeyken, beni; ‘Rabbim benimledir! Bana bir çıkış yolu gösterecektir!’ tevekkülüne sahiplerden eyle.
Amin.
***
Kimisi vardır, kalbini ve aklını boş düşüncelerle doldurur. Boştur. Boşu sever, boşu konuşur. Ölüp gittiğinde elle tutulur geriye hiçbir şey kalmamıştır. Halbuki insan, Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin ışığı altında düşünmeye davet edilir. Belki de bunu yeterli ışık altında kitap okumaya benzetmek mümkündür. Karanlıkta kitabın sayfalarını çevirsin dursun, okumadığı kelimelerin faydasını görmesi mümkün değildir.
İnsan, kendisini ve içindekilerle beraber bütün alemi yaratan Allah’a daha iyi bir kul olmak için aklını doğru şekilde kullanmalıdır. Ancak o zaman hatalarını farkeder, tepkilerinin sebebini araştırır ve İslam yolunda sağlam adımlarla ilerler. Böylelikle dünyevi ve uhrevi yönlerini geliştirir. Bu şu demektir; düşünce aleminde Allah’ın kendisini gördüğünü idrak eden bir kul, hayatının her alanında iyileşmeye başlar.
Herhangi bir yoldayken, durup düşünebilmek Allah’tan gelen bir nimettir. Zira, düşünen bir kul şükreder ya da yardım için Rabbine sığınır ve harekete geçer. Ancak düşüncenin faydalı haline ulaşmak isteyen kul, her şey de olduğu için bu işi de Allah’ın rızasını gözeterek, Allah’a yaklaşmak umuduyla yapmalıdır. Aksi takdirde, yeryüzünde dolu gibi gözüken ama göklerde kıymeti olmayan düşüncelerle ömrünü çürütür.
Ey Allahım! Kullarına akıl verensin. Bizi aklını kullanan ve doğru düşünen kullarından eyle. Keyfi için değil, Sana yaklaşmak için kafa yoranlardan eyle. Karanlıklar içinde değil, imanın aydınlığında ve nefsiyle değil, kalbiyle düşünenlerden eyle. Faydasız düşüncelerden, işlerden ve insanlardan muhafaza buyur. Bizi, bize iki cihanda da fayda, huzur, bereket ve hayır getirecek düşüncelerle, işlerle ve insanlarla meşgul olan kullarından eyle.
Amin.