بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓائِهِنَّ وَلَٓا اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَٓائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّۚ وَاتَّق۪ينَ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا | yoktur |
|
2 | جُنَاحَ | bir günah |
|
3 | عَلَيْهِنَّ | onlara |
|
4 | فِي | hakkında |
|
5 | ابَائِهِنَّ | babaları |
|
6 | وَلَا | ve yoktur |
|
7 | أَبْنَائِهِنَّ | oğulları |
|
8 | وَلَا | ve yoktur |
|
9 | إِخْوَانِهِنَّ | kardeşleri |
|
10 | وَلَا | ve yoktur |
|
11 | أَبْنَاءِ | oğulları |
|
12 | إِخْوَانِهِنَّ | kardeşlerinin |
|
13 | وَلَا | ve yoktur |
|
14 | أَبْنَاءِ | oğulları |
|
15 | أَخَوَاتِهِنَّ | kızkardeşlerinin |
|
16 | وَلَا | ve yoktur |
|
17 | نِسَائِهِنَّ | kadınları |
|
18 | وَلَا | ve yoktur |
|
19 | مَا |
|
|
20 | مَلَكَتْ | bulunan(köle)leri |
|
21 | أَيْمَانُهُنَّ | ellerinde |
|
22 | وَاتَّقِينَ | ve korkun |
|
23 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
24 | إِنَّ | şüphesiz |
|
25 | اللَّهَ | Allah |
|
26 | كَانَ |
|
|
27 | عَلَىٰ | üzerine |
|
28 | كُلِّ | her |
|
29 | شَيْءٍ | şey |
|
30 | شَهِيدًا | şahittir |
|
لَا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓائِهِنَّ وَلَٓا اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَٓائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّۚ
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ismi olup fetha üzere mebnidir. عَلَيْهِنَّ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, في رؤية آبائهنّ (babalarının görmesinde) şeklindedir.
لَٓا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
لَٓا اَبْنَٓائِهِنَّ ,لَٓا اِخْوَانِهِنَّ ,لَٓا اَبْنَٓاءِ اِخْوَانِهِنَّ , لَٓا اَبْنَٓاءِ اَخَوَاتِهِنَّ , لَا نِسَٓائِهِنَّ herbiri atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. لَٓا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
مَا müşterek ism-i mevsûlü, ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ ’ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْمَانُهُنَّۚ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاتَّق۪ينَ اللّٰهَۜ
وَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. اتَّق۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّق۪ينَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلٰى كُلِّ car mecruru شَه۪يداً ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَه۪يداً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
شَه۪يداً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓائِهِنَّ وَلَٓا اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَٓائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. لَا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ , cinsini nefyeden nefy harfi لَا’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. جُنَاحَ, kelimesi bu لَا ’nın ismidir.
Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْهِنَّ ’nin müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
لَا ’nın haberine müteallık olan ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ ibaresinde muzaf, mahzuftur. Takdiri, رؤية [Görmesi] şeklindedir.
ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ ’ye matuf olan müteakip isimlerde nefiy harfi لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.
ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ tabirindeki ف۪ٓي harfinde istiare vardır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, öncesine matuftur. Sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Ayette “günah yoktur” ifadesinden sonra günah olmayanların sayılması taksim sanatıdır.
عَلَيْهِنَّ ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ - وَاتَّق۪ينَ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
اٰبَٓائِهِنَّ - اَبْنَٓائِهِنَّ - اِخْوَانِهِنَّ - اَخَوَاتِهِنَّ - نِسَٓائِهِنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. اِخْوَانِ - اَبْنَٓائِ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette amca ve dayı zikredilmemiştir, çünkü onlar da baba hükmündedir. İşte bundan dolayıdır ki وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ [ve babaların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı…] Bakara Suresi 133. ayetinde böyle ifade edilmiştir. Hz. İsmail, Hz. Yakub'un amcası olduğu halde babası olarak ifade edilmiştir.
Ellerinin altında bulunanlardan murat, köleleri ile cariyeleridir yahut yalnız cariyeleridir. (Ebüssuûd)
وَاتَّق۪ينَ اللّٰهَۜ
وَاتَّق۪ينَ اللّٰهَ cümlesi istînâfiyyedir veya mahzuf istînâfa atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Bu ayet-i kerimede mahrem olanların bazıları sözkonusu edilmiştir. Mahremlerin hepsi ise Nûr Sûresi'nde söz konusu edilmişlerdir. Bu ayet-i kerime Nur Suresi'ndeki o ayetin bir bölümüdür. (Kurtubî)
Peygamberin eşlerini onurlandırmak için ilahi kelamı onlara yönelterek gaibden وَاتَّق۪ينَ اللّٰهَۜ şeklinde muhataba iltifat yapılmıştır. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
اِنّ ’nin haberi olan كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِكُلِّ شَيْءٍ amili olan كَانَ ’nin haberi شَه۪يد ’e takdim edilmiştir. Bu takdim Allah’ın her şeye muktedir olduğu, kudret gücünün, umuma şamil olduğunu vurgulamıştır.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
شَه۪يداً mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Lafza-i celâlin, onun kudret ve celâlini hissettirmek için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | وَمَلَائِكَتَهُ | ve melekleri |
|
4 | يُصَلُّونَ | salat etmektedir |
|
5 | عَلَى | üzerine |
|
6 | النَّبِيِّ | Peygamber |
|
7 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler |
|
9 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
10 | صَلُّوا | siz de salat edin |
|
11 | عَلَيْهِ | ona |
|
12 | وَسَلِّمُوا | ve selam edin |
|
13 | تَسْلِيمًا | içtenlikle |
|
Türkçe’de genellikle çoğul şekliyle salavat olarak kullanılan salât kelimesinin kök mânası “ateşe tutmak, kızartmak”tır. İnsan kendini ya Allah’a yöneltir, O’na arzeder, O’nun şuurunda olarak yaşar veya O’ndan yüz çevirir, bu takdirde kendini ateşe tutmuş, ateşin üstüne koymuş olur. Bu kök mânadan hareketle bir dinî terim olarak kulların “salât”ı iki mâna ifade etmektedir: 1. Genel olarak dua. Çünkü dua, kulun özünü ve gönlünü Allah’a yöneltmesidir. 2. Özel olarak namaz ibadeti. Çünkü bu ibadet, kendini Allah’a vermenin, O’nun huzuruna sunmanın en güzel aracıdır, en uygun şeklidir. Müminlerin Hz. Peygamber’e salâtı, ona dua etmeleri, onu övgü ve hayırla anmalarıdır. Kendisine, “Selâmın nasıl verileceğini bildik, sana salât nasıl olacak?” diye sorulduğunda, Resûlullah namazların oturuşlarında okuduğumuz “salavât-ı şerife”yi öğretmiş, “Bana böyle salât edersiniz” demiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 33/10). Sahih kaynaklarda meleklerin salâtı da dua, övgü ve tebrik olarak açıklanmıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 33/10). Allah’ın bir kuluna salâtı şüphe yok ki büyük bir iltifat, şeref, lutuf ve rahmettir. Ancak bunun mahiyet ve keyfiyetini bilmek mümkün değildir. Kaynaklarda bu açıdan salât, “rahmet ve övgü” şeklinde tanımlanmıştır.
43. âyette Allah’ın müminlere rahmetiyle lutuflarda bulunması, meleklerin de onlara dua etmeleri salât kelimesiyle ifade edilmiş, hemen arkasından da bu salâtın doğurduğu sonuç açıklanmıştır: İnsanı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak. Şu halde Allah’ın salâtı yalnızca övgü ve rahmetle sınırlı değildir, ona mazhar olanların gözlerini ve gönüllerini hakikate açan bir tecellidir.
“Siz de ona salât ve selâm okuyunuz” emri bağlayıcıdır, emrin yerine getirilmesi gereklidir. Ancak bunun zamanı, mekânı ve sayısı konusunda açıklama yapılmadığı için fıkıhçılar farklı yorumlar yapmışlardır. Ömürde bir defa Hz. Peygamber’e salavat okumanın ve selâm vermenin farz olduğunda ittifak vardır. Onun adı anıldıkça uygun aralıklarda aynı şeyi yapmanın müstehap (dince tavsiye edilmiş bir davranış) olduğu da ifade edilmiştir (Cessâs, III, 370; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III,1584; İbn Âşûr, XXII, 98 vd.). İbn Âşûr yaptığı araştırma sonunda sahâbenin, Hz. Peygamber’in ismi her anıldığında veya yazıldığında salavatı da okuyup yazdıklarına dair bir bilgi bulamadığını kaydetmektedir. Onun tesbitine göre sahâbe, her ismi geçtiğinde değil onun bazı fiil ve niteliklerini konuştuklarında bunu yapmışlardır. Kitapların başlangıcında salavata yer verme (salvele) âdeti Hârûnürreşîd zamanında hicrî 181 yılında başlamıştır. İsminin her geçtiği yerde salavatı okumak ve yazmak ise daha sonra, muhtemelen hicrî IV. asırda hadisçiler tarafından âdet haline getirilmiştir (s. 100-101). Ehl-i sünnet’in ilk temsilcileri salavatın Hz. Peygamber’e, kişinin gıyabında selâm vermenin ona ve diğer peygamberlere mahsus olmasını, yüz yüze selâmın bütün müminlere verileceğini bir edep olarak kabul etmişlerdir (selâmın hükmü için ayrıca bk. En‘âm 6/54; Yûnus 10/10; Nûr 24/27).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 397-399
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
مَلٰٓئِكَتَهُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُصَلُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى النَّبِيِّۜ car mecruru يُصَلُّونَ fiiline mütealliktir.
يُصَلُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صلو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صَلُّوا illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru صَلُّوا fiiline mütealliktir. Nidanın cevabıdır. سَلِّمُوا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
سَلِّمُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. تَسْل۪يماً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَلِّمُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
مَلٰٓئِكَتَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan melekler, şan ve şeref kazanmıştır.
وَمَلٰٓئِكَتَهُ , lafza-i celâle matuftur.
اِنَّ ’nin haberi olan يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
سَلِّمُوا - تَسْل۪يماً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَمَلٰٓئِكَتَهُ kelimesi اِنَّ ve isminin mahalline atıfla merfû‘ olarak وَمَلٰٓئِكَتَهُ şeklinde de okunmuştur. Kûfelilere göre bu açık bir durumdur. Basralılara göre ise يُصَلُّونَ kelimesi kendisine delalet ettiği için haber mahzuftur. (Keşşâf)
Sâvî şöyle der: Meleklerin ve müminlerin Peygambere (s.a.) salat etmelerinin hikmeti, onları bununla şereflendirmektir. Şöyle ki onlar Peygambere (s.a.) salat ve onu yüceltme hususunda Allah'a uymuşlardır. Aynı zamanda onun insanlar üzerindeki bazı haklarından dolayı bir mükafattır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.), insanlara ulaşan bütün nimetlerde en büyük vasıtadır. Bir kimseye herhangi bir şahıstan bir nimet gelirse o şahsı mükâfatlandırması onun üzerine bir haktır. Ancak insanlar Resulüllah’a (s.a.) mükafat vermekten aciz oldukları için her şeyin sahibi ve herşeye güç yetiren Allah'tan ona mükâfat vermesini istediler. İşte “Allah'ım! Muhammed'e salat et!” sözünün sırrı budur. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيّۜ [Allah ve melekleri Peygambere salat ederler.] cümlesinde Peygambere (s.a.) övgü vardır. Cümlenin bu kalıpta gelmesinde, beyan ilmi bakımından birkaç edebî incelik vardır:
a. Önemine binaen, haber cümlesi اِنَّ edatıyla tekid edilmiştir.
b. Süreklilik ifade etmesi için, isim cümlesi ile söylenmiştir.
c. Cümle, başlangıçta اِنَّ اللّٰهَ ile isim cümlesi olarak başlamış, sonunda يُصَلُّونَ ile fiil cümlesi olarak bitmiştir. Bu durum Yüce Allah'ın, Resulünü övmesinin zaman zaman yenilenerek devam ettiğine işaret eder. Bu ince sırrı bir düşünün. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Ayetteki يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيّ [salavat getirirler] ifadesinden, anılan manaların her bir ferdinin, hakikî mana olabilecek şekilde genel bir mecazî mana kastedilmelidir. O da şöyle olur: Allah ve melekleri, Peygambere hayır ve salah getirmek için onunla ilgilenirler; onun şerefini izhar etmek ve şânını tazim etmek için onunla alakadar olurlar. İşte bu da Allah'ın rahmet etmesi ve meleklerin duâ ve istiğfarda bulunmaları ile olmaktadır. Ey iman edenler! Siz de buna itina gösterin; çünkü herkesten önce bu, sizin vazifenizdir. Bu “Allah’ım! Muhammed'e salat ve selam eyle!” demek veya benzerleriyle olmaktadır. (Ebüssuûd)
يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيّ [ Peygambere salat ederler]’den maksat kendisi için yararlı olan şeye ve faydalı olan işe önem verirler; şerefini ortaya koymaya ve durumunu yüceltmeye özen gösterirler. Bu da Allah'tan rahmet, meleklerden duâ ve af dilemekle gerçekleşir. (Ruhu’l Beyan)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan صَلُّوا عَلَيْهِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَسَلِّمُوا cümlesi atıf harfi وَ ’la hükümde ortaklık nedeniyle, nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur.
تَسْل۪يماً kelimesi, سَلِّمُوا fiilinden mef’ûlu mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir.
تَسْل۪يماً - سَلِّمُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اٰمَنُوا - سَلِّمُوا - تَسْل۪يماً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't Tabîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
O’na salatü selam edin. Yani ألصٌَلاةُ عَلى الرٌَسولِ والسَّلام (Peygambere salat selam olsun!) deyin. Bu; Allah’ın, ona rahmetiyle muamele etmesi ve onu selamette kılması için dua etmek anlamındadır. (Keşşâf)
Salat, dua etmek demektir. Arapçada, دعا له [ Ona dua etti] manasında, deyimi kullanılır. Bu mana, Allah hakkında düşünülemez. Çünkü Allah ona, dua etmez. Zira dua, bir başkası için bir üçüncüsünden bir fayda talep etmek demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayet-i kerimede “salat” kelimesi geçmektedir. Bu kelime, Allah’a isnad edildiğinde “rahmet”, meleklere isnad edildiğinde “dua ve af dileme” anlamına gelmektedir. (Taberî)
وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً [Tam bir teslimiyetle de selam verin.] ifadesi bir emirdir. Binaenaleyh bu, vâcibtir. Halbuki bu, namazın dışında vâcib yani farz değildir. Bu, namazda farzdır ki bu da bizim teşehhüddeki, السلام عليك أيها النبي [Selam sana ey Peygamber…] şeklindeki sözümüzdür. Bu, selamın vâcib olmadığını söyleyenlerin aleyhine bir delildir. Cenab-ı Hakk, Peygambere (s.a.) verilen selamın, mükemmelliğini ifade etsin diye, tekîd için de (ayrıca) masdarı getirmiştir. Halbuki “salat”ı bu şekilde tekid etmemişti. Çünkü “salat” da Cenab-ı Hakk'ın, “Şüphesiz ki Allah ve melekleri, o peygambere çok salat (ve tekrimde) bulunurlar” ifadesiyle tekid olunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً مُه۪يناً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | يُؤْذُونَ | incitenler |
|
4 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
5 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisini |
|
6 | لَعَنَهُمُ | onlara la’net etmiştir |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | فِي |
|
|
9 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
10 | وَالْاخِرَةِ | ve ahirette |
|
11 | وَأَعَدَّ | ve hazırlamıştır |
|
12 | لَهُمْ | onlar için |
|
13 | عَذَابًا | bir azab |
|
14 | مُهِينًا | alçaltıcı |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً مُه۪يناً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْذُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُؤْذُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَسُولَهُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَعَنَهُمُ اللّٰهُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَعَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. فِي الدُّنْيَا car mecruru لَعَنَهُمُ fiiline mütealliktir.
الْاٰخِرَةِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. وَ atıf harfidir.
اَعَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَهُمْ car mecruru اَعَدَّ fiiline mütealliktir. عَذَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مُه۪يناً kelimesi عَذَاباً ’nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْذُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أذي ’dir.
اَعَدَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عدد ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُه۪يناً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً مُه۪يناً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve işin ne kadar korkunç ve dehşetli olduğunu ifade etmek için olabilir.
Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولَهُ izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olan, Hz. Peygamber için tazim, teşrif ve destek ifade eder.
اَنَّ ’nin haberi olan لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Allah lafzının ayette iki kez geçmesi, onun kudret ve celâlini hissettirmek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah’a eziyet etmek tabirinde namazı ve selamı küçümsemelerine işaret vardır.
وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً مُه۪يناً cümlesi اِنَّ ’nin haberine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَهُمْ, konudaki önemine binaen mef’ûl olan عَذَاباً ’e takdim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
عَذَاباً ’deki tenvin azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir. Ayrıca, mübalağa vezniyle gelen مُه۪يناً ’le sıfatlanması bu korkunçluğa delildir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَنَهُمُ - عَذَاباً - مُه۪يناً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Azabın dünya ve ahirette olmak üzere ayrıntılanması taksim sanatıdır.
Burada eza etmekten murat, mecazî olarak, Allah ve Resulünün sevmediği küfür ve günah fiilleri olabilir. Çünkü Allah hakkında hakikî manasıyla eza görmek imkânsızdır. (Ebüssuûd)
Allah'ın peygamberini incitenler, demektir. Allah'ın isminin zikredilmesi, onu şereflendirmek içindir. Ya da يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ [Allah'ı ve Resulünün incitenler] sözüyle, Allah'ı ve peygamberliği inkâr gibi Allah'ın ve Resulünün (s.a.) razı olmadığı fiiller mecazen kastedilmiştir. Her ikisi içinde mecâzî anlamdadır. Çünkü sadece Resulullah hakkında (s.a.) eziyet görmenin hakikati düşünülebilir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ |
|
|
2 | يُؤْذُونَ | incitenler |
|
3 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’min erkekleri |
|
4 | وَالْمُؤْمِنَاتِ | ve mü’min kadınları |
|
5 | بِغَيْرِ | dışındaki |
|
6 | مَا | bir şeyle |
|
7 | اكْتَسَبُوا | yaptıklarının |
|
8 | فَقَدِ | elbette |
|
9 | احْتَمَلُوا | yüklenmişlerdir |
|
10 | بُهْتَانًا | bir iftira |
|
11 | وَإِثْمًا | ve bir günah |
|
12 | مُبِينًا | açık |
|
وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟
Ayet, önceki ayetteki الَّذ۪ينَ ’ye matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْذُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُؤْذُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُؤْمِنَاتِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. بِغَيْرِ car mecruru مُؤْمِن۪ينَ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûlü muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اكْتَسَبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri, اكتسبوه (onu kazandılar) şeklindedir.
اكْتَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فَ zaiddir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
احْتَمَلُوا بُهْتَاناً cümlesi, mübteda الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
احْتَمَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بُهْتَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِثْماً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
مُب۪يناً۟ kelimesi اِثْم ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اكْتَسَبُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi كسب ’dir.
احْتَمَلُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi حمل ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُؤْمِن۪ينَ ve مُؤْمِنَاتِ kelimeleri; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟
Ayet, önceki ayetteki istînâfa matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifade eder.
Mübteda konumundaki mevsûlün sılası olan يُؤْذُونَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. بِغَيْرِ için muzâfun ileyh konumundaki ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan اكْتَسَبُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. اِثْماً tezayüf nedeniyle mef’ûl olan بُهْتَاناً ’ne atfedilmiştir.
بُهْتَاناً ve اِثْماً kelimelerindeki tenvin nev ve kesret ifade eder.
Mübalağa veznindeki مُب۪يناً۟ ’le tavsif edilmesi, اِثْماً ’in kötülük derecesini ve çeşidini artırmıştır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يُؤْذُونَ - بُهْتَاناً - اِثْماً ve الْمُؤْمِن۪ينَ - الْمُؤْمِنَاتِ ve اكْتَسَبُوا - احْتَمَلُوا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْمُؤْمِن۪ينَ - الْمُؤْمِنَاتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اكْتَسَبُوا ’deki zamir tağlib yoluyla mümin kadın ve erkeklere aittir. (Âşûr)
Bundan önce Allah ile Resulü hakkında eza vermek, mutlak olarak zikredildikten sonra burada “yapmadıkları bir şeyden dolayı” kaydıyla kayıtlandırılması, Allah ile resulüne yapılan ezanın mutlaka haksız bir eza olduğunu, müminlere yapılan ezanın ise haklı da haksız da olabileceğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Zahir olan görüşe göre bu ayet, anılan hususların hepsini ve bundan sonra gelecek kötü haber yayanların fitnesini de kapsamaktadır. (Ebüssuûd)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | Peygamber |
|
3 | قُلْ | söyle |
|
4 | لِأَزْوَاجِكَ | eşlerine |
|
5 | وَبَنَاتِكَ | ve kızlarına |
|
6 | وَنِسَاءِ | ve kadınlarına |
|
7 | الْمُؤْمِنِينَ | inananların |
|
8 | يُدْنِينَ | salsınlar |
|
9 | عَلَيْهِنَّ | üstlerine |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | جَلَابِيبِهِنَّ | örtülerini |
|
12 | ذَٰلِكَ | budur |
|
13 | أَدْنَىٰ | en elverişli olan |
|
14 | أَنْ |
|
|
15 | يُعْرَفْنَ | onların tanınması için |
|
16 | فَلَا |
|
|
17 | يُؤْذَيْنَ | incitilmemesi için |
|
18 | وَكَانَ | ve |
|
19 | اللَّهُ | Allah |
|
20 | غَفُورًا | çok bağışlayandır |
|
21 | رَحِيمًا | çok esirgeyendir |
|
İffeti koruma amacıyla güzelliklerin kapatılması mânasında örtünme emri daha önce Nûr sûresinin ilgili âyetlerinde geçmişti. Burada ise eza ve tâcizlerin engellenmesi gayesiyle dışarı çıkarken kadınların dış giysi kullanmaları istenmektedir. Hemen bütün tefsirlerin tarihe dayanarak verdiği ortak bilgiye göre Medine evleri dar ve tuvaletsiz idi. Kadınlar ihtiyaçlarını gidermek için geceleri evlerinden çıkar, biraz uzaklaşarak ihtiyaçlarını giderir ve dönerlerdi. Bu durumu fırsat bilen bazı münafıklar ve kendini bilmezler uygun yerlerde durur, kadınlara söz ve elle tâcizde bulunurlar, yakalandıkları zaman da “Biz onları câriye sandık” derlerdi. Bu mazereti ortadan kaldırmak üzere hür kadınların, dışarı çıkarken, cilbâb ismi verilen dış giysilerine bürünmeleri emredildi. Hz. Ömer, hür kadınları câriyelerden ayırarak asayişi korumak maksadıyla câriyelerin cilbâb kullanmalarını yasaklamıştı, daha sonraki dönemlerde bu yasak kalktı.
Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredat’ında (“clb” md.) cilbâb, “baş örtüsü ve entari” olarak açıklanmıştır. Başka kaynaklarda hımâr denilen baş örtüsünden büyük, vücudun üst kısmına giyilen ridâdan küçük dış örtü olarak tanımlanmıştır. Kelimeye çarşaf mânası verenler de olmuştur. Bu mânanın sözlükte dayanağı bulunmakla beraber cilbâb kelimesine yalnızca çarşaf demenin ilmî dayanağı yoktur.
Konumuz olan Ahzâb sûresinden sonra inen Nûr sûresindeki örtünme, devamlı ve iffeti korumaya yönelik bir farzdır. Burada emredilen cilbâb giyme ise asayişi korumayı ve tacizi önlemeyi hedefleyen geçici bir tedbirdir. Genellikle tefsircilerin, “evlerde oturma, zaruret bulunmadıkça dışarı çıkmama” emri, Hz. Peygamber’in hanımlarına mahsus olduğu halde diğer hanımları da bu hüküm çerçevesine almaya çalışmalarını ve dışarı çıkarken –tesettüre ek olarak– bir dış giysiye bürünmeyi devamlı bir farz haline getirmelerini, haklı bir dinî ve ahlâkî gerekçeden çok, içinde yaşadıkları çağın ve toplumun âdet ve değerlerine bağlamak uygun olur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 399-400يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّبِيُّ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ ’dır.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لِاَزْوَاجِكَ car mecruru قُلْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَنَاتِكَ ve نِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Mekulü’l kavli, يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُدْن۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. عَلَيْهِنَّ car mecruru يُدْن۪ينَ fiiline mütealliktir. مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّ car mecruru يُدْن۪ينَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْنٰٓى mübtedanın haberi olarak elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile اَدْنٰٓى ’ya mütealliktir. Takdiri, إلى أن يعرفن (tanınmalarına) şeklindedir.
يُعْرَفْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni, meçhul muzari fiildir.Naib-i faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
فَ atıf harfidir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْذَيْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni,meçhul muzari fiildir. Naib-i faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
غَفُوراً kelimesi, كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. رَح۪يماً ikinci haberi olup lafzen mansubdur.
غَفُوراً ve رَح۪يماً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir. İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَيُّهَا münada, النَّبِيُّ ondan bedeldir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olarak gelen قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
جَلَاب۪يبِهِنَّ ‘ye dahil olan مِنْ , badiyet içindir.
اَزْوَاجِكَ - بَنَاتِكَ - نِسَٓاءِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Bundan önce, eza verenlerin kötü halleri, onları bundan caydırmak için müeyyide ile beyan edildikten sonra bu ayette de Allah, Peygamberimize, o ahlaksızlardan eza gören bazı hanımlara, onların ezalarını kısmen önleyecek olan tesettürü ve eza görmek yerlerinde tanınmayı sağlayacak giysiyi o kadınlara emretmesini emretmektedir.
Cilbab, hımar'dan (başörtüsünden) daha geniş ve ridâ'dan daha küçük olup kadınların başına sarıp devamını da göğüslerinin üstüne şarlattıkları giysidir. (Ridâ, baş ile belden yukarısını örten çar, şal, futa veya aba gibi giysidir.)
Diğer bir görüşe göre ise cilbab, milhafe (yeldirme, ferace) ve kadınların bir iş için dışarı çıktıklarında yüzlerini ve bedenlerini örttükleri giysidir.
Cilbablarını üstlerine almalarından kastedilen, cilbabın bir kısmıyla örtünüp geri kalan kısmını da bedenin üstüne salıvermektir. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve tazim ifade eder.
Müsnedün ileyh, en güzel şekilde temyîz edilmek için işaret ismiyle marife olmuştur. Allah’ın emirlerine işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَدْنٰٓى , müsneddir.
Masdar harfi اَنْ ve müteakip يُعْرَفْنَ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen إلى harf-i ceriyle birlikte اَدْنٰٓى ’ya mütealliktir. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَا يُؤْذَيْنَ cümlesi, يُعْرَفْنَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اَدْنٰٓى - يُدْن۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُؤْذَيْنَ fiili اِفعال babındadır.
يُعْرَفْنَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
غَفُورًا رَح۪يمًا۟ şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَان fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Ragıb el-İsfehani)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani Allah ezelde غَفُوراً ve رَح۪يماً olduğu gibi gelecekte de Gafur ve Rahim’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَد۪ينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ ف۪يهَٓا اِلَّا قَل۪يلاًۚۛ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَئِنْ | andolsun eğer |
|
2 | لَمْ |
|
|
3 | يَنْتَهِ | vazgeçmezlerse |
|
4 | الْمُنَافِقُونَ | iki yüzlüler |
|
5 | وَالَّذِينَ | ve |
|
6 | فِي | bulunanlar |
|
7 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
8 | مَرَضٌ | bir hastalık |
|
9 | وَالْمُرْجِفُونَ | kötü haberler yayanlar |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْمَدِينَةِ | şehirde |
|
12 | لَنُغْرِيَنَّكَ | seni üstüne süreriz |
|
13 | بِهِمْ | onların |
|
14 | ثُمَّ | sonra |
|
15 | لَا |
|
|
16 | يُجَاوِرُونَكَ | senin yanında kalamazlar |
|
17 | فِيهَا | orada |
|
18 | إِلَّا | dışında |
|
19 | قَلِيلًا | az bir zaman |
|
İslâm dini, farklı inanç sahipleriyle birlikte yaşamayı reddetmiyor. Farklı inanan ve yaşayanlar yapılan sözleşmeye ve ülkenin kanun-larına, kurallarına riayet ettikleri sürece genel kural olarak müslümanların hak ve özgürlüklerinden yararlanarak yaşarlar ve gelişirler. Müslüman olmayan tebaa sözleşmeyi bozar, müslümanlara karşı düşmanlarla iş birliği yapar veya ülkenin kanunlarına, genel ahlâka ve kamu düzenine aykırı davranırlarsa önce uyarılırlar, sonra da –içinde sürgün ve ölümün de bulunduğu– çeşitli cezalara çarptırılırlar. Medine’de bulunan münafıklarla kalplerinde çürüklük bulunanlar; yani iman-inkâr arasında gidip gelenler, sûrenin başından beri örnekleri verilen çeşitli kötü fiilleri işlemişlerdi. Bunlar içinde halkın moralini bozmak için durmadan asılsız haber yayanlar, müslüman akıncıların harekâtı hakkında olumsuz yalan bilgiler verenler de vardı. Âyetler bunlara bir ders verme zamanının geldiğini bildiriyor ve gerekli uyarıyı yapıyor.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 401
Ğarave غرو : غَرِيَ bir şeye düşkün veya tutkun olmak, yapışmak demektir. İf'al formu olan أغْرَى fiili ise tutkun, düşkün ya da bağlı hale getirmek manasına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece if'al babı formunda fiil olarak 2 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli iğra etmek (kışkırtmak)tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَد۪ينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَنْتَهِ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. الْمُنَافِقُونَ fail olup ref alameti و’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlü atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dır. İrabtan mahalli yoktur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَضٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
الْمُرْجِفُونَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. فِي الْمَد۪ينَةِ car mecruru الْمُرْجِفُونَ ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نُغْرِيَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِهِمْ car mecruru نُغْرِيَنَّكَ fiiline mütealliktir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
نُغْرِيَنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غرو ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُرْجِفُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ ف۪يهَٓا اِلَّا قَل۪يلاًۚۛ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُجَاوِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪يهَٓا car mecruru يُجَاوِرُونَكَ fiiline mütealliktir. اِلَّا hasr edatıdır. قَل۪يلاً zaman zarfı mef’ulü fih olup يُجَاوِرُونَكَ fiiline mütealliktir. Veya mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, زمنا قليلا [az bir zaman]’dır.
Fiilin işlendiği zamanı veya yeri bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün fihin diğer adı zarftır.
Mef’ûlün fih mansubdur. Başına harf-i cer gelirse mahallen mansub olur.
Mef’ûlün fihin harfi cerleri şunlardır: فِي - بِ .
Mef’ûlün fih fiilinin önüne geçebilir. Mef’ûlün fihi bulmak için fiile “nerede, ne zaman” soruları sorulur. Mef’ûlün fih ikiye ayrılır:
1. Zaman zarfı: Fiilin oluş zamanını bildiren mef’ûlün fihtir.
2. Mekan zarfı: Fiilin oluş yerini, mekânını bildiren mef’ûlün fihtir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُجَاوِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جور ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Musareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَد۪ينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümledeki لَ, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إنْ şart harfidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106)
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf kasemin cevabı şart üslubunda gelmiştir.
Şart cümlesi olan لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَد۪ينَةِ menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, يَنْتَهِ fiilinin failine matuftur. Sılası olan ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan مَرَضٌ ’daki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Kalplerinde hastalık olanların ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, onların bilinen kişiler olduğunu belirtmenin yanında tahkir içindir.
الْمُرْجِفُونَ, tezayüf nedeniyle, fail olan الْمُنَافِقُونَ ’ye atfedilmiştir.
فِي الْمَد۪ينَةِ car-mecruru, ism-i fail vezninde gelen الْمُرْجِفُونَ ’ye veya ondaki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
Mahzuf kasem ve nun-i sakile ile tekid edilmiş لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudus, istimrâr ve teceddüd ifade etmiştir.
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Kasemin cevabının delaletiyle şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَنُغْرِيَنَّكَ fiilinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Hz. Peygamberin üzerlerine gitmesinin teşvik edildiği kimselerin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
الْمُنَافِقُونَ - الْمُرْجِفُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhâtabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede مَرَضٌ kelimesinde istiare yapılmıştır. Maraz bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. Maraz bedeni, nifak ve küfür ise kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müstear olduğunun delili yani karine-i mânia ayet-i kerimenin küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını izhar eden münafıkları zem siyâkında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil, kalbî fesatları zemmedilmektedir. Ayette hakiki manadan mecazî manaya geçişin sebebi; nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ [Eğer münafıklar son vermezlerse…]’den sonra لْمُرْجِفُونَ [yalan haber yayanlar]’ın söylenmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesidir. Çünkü yalan haber yayanlar münafıkların kendileridir. Yüce Allah, yaptıklarının çok çirkin olduğunu vurgulamak ve adiliklerini göstermek için önce genel, sonra özel olarak zikretti. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ ف۪يهَٓا اِلَّا قَل۪يلاًۚۛ
Cümle, terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle, لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille, mahzuf zaman zarfı arasındadır.
قَل۪يلاً , mahzuf zaman zarfından naibdir. Takdiri, زمنا قليلا [az bir zaman]’dır.
يُجَاوِرُونَكَ maksur/sıfat, زمنا قليلا maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat da olabilir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması câizdir. Fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَل۪يلاًۚۛ ’deki tenvin kıllet ifade eder.
مَلْعُون۪ينَۚۛ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلاً
مَلْعُون۪ينَۚۛ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلاً
Ayet önceki ayetteki لَا يُجَاوِرُونَكَ ’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اَيْنَ مَا şart manalı iki fiili cezm eden mekân zarfıdır.
ثُقِفُٓوا şart fiili olup damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir, mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen اُخِذُوا cümlesi şartın cevabıdır.
اُخِذُوا damme üzere mebni,meçhul mazi fiildir, mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
قُتِّلُوا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. تَقْت۪يلاً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.مَلْعُون۪ينَۚۛ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلاً
مَلْعُون۪ينَۚ, önceki ayetteki يُجَاوِرُونَكَ fiilinin failinin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلاً cümlesinde اَيْنَ مَا şart edatıdır. Mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilen ثُقِفُٓوا, şart fiilidir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi اُخِذُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
Aynı üslupta gelen وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلاً cümlesi şartın cevabına matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
تَقْت۪يلاً kelimesi, tekid ifade eden mef’ûlu mutlaktır.
ثُقِفُٓوا - اُخِذُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قُتِّلُوا - تَقْت۪يلاً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قُتِّلُوا تَقْت۪يلاً cümlesinde, tekîd için vurgu için fiille birlikte mastarı getirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلاً “Nerede ele geçirilirlerse...” yani nerede bulunurlarsa, demektir. قُتِّلُوا ’nun tef’îl babından olması çokluğa delalet eder. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سُنَّةَ | sünneti (yasası) budur |
|
2 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
3 | فِي | arasındaki |
|
4 | الَّذِينَ |
|
|
5 | خَلَوْا | geçen(millet)ler |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | قَبْلُ | önceden |
|
8 | وَلَنْ | ve |
|
9 | تَجِدَ | (imkan) bulamazsın |
|
10 | لِسُنَّةِ | sünnetini (yasasını) |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | تَبْدِيلًا | değiştirmeğe |
|
سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۚ
Fiil cümlesidir. سُنَّةَ mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, سنّ الله ذلك سنّة (Allah bunu sünneti olarak koydu) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl فِي harf-i ceriyle سُنَّةَ ’ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası خَلَوْا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلُۚ car mecruru خَلَوْا fiiline mütealliktir.
وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تَجِدَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لِسُنَّةِ cer mecruru amili تَجِدَ’nin mahzuf mef’ûlun bihine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَبْد۪يلاً İkinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. سُنَّةَ اللّٰهِ, mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, سنّ [sünnet olarak koydu]’dur.
Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen سُنَّةَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celale muzaf olan سُنَّةَ şan ve şeref kazanmıştır.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, harfi-cerle birlikte سُنَّةَ اللّٰهِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Sılası olan خَلَوْا مِنْ قَبْلُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Veciz anlatım kastıyla gelen سُنَّةَ اللّٰهِ izafetinde Allah Teâlâ'ya aid zamire muzaf olan سُنَّةَ şan ve şeref kazanmıştır.
مِنْ قَبْلُ car-mecruru, خَلَوْا fiiline mütealliktir. قَبْلُۜ , mahzuf bir kelimeye muzaftır. Kelimedeki ötre, muzafun ileyhten ivazdır.
(Allah'ın daha önce geçen kimseler hakkındaki kanunu gibi) tekid eden mastardır yani سن اللّه ذلك في الأمم الماضية (Allah bunu geçmiş ümmetlerde adet edinmiştir) demektir. O da peygamberlere münâfıklık edip onların sarsılmasına çalışanların ve benzerlerinin nerede yakalanırlarsa öldürülmeleridir. (Beyzâvî)
وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً
وَلَنْ تَجِدَ cümlesi atıf harfi ile makabline matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. لَنْ tekid ifade eder. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
Mef’ûl olan تَبْد۪يلاً ’deki tenvin kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre, umum ve şumule işarettir.
سُنَّةِ اللّٰهِ ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
سُنَّةِ اللّٰهِ pekiştirici masdar konumunda olup [Allah peygamberlerine münafıklık edenlerin bulundukları yerde öldürülmesini sürekli başvurduğu bir uygulama kılmıştır.] anlamındadır. Mukātil “Tıpkı Bedir savaşına katılanlar öldürüldüğü ve esir alındığı gibi.” demiştir. (Keşşâf)
Başımı örtme kararını orta ikide aldım. Ailem emin misin? diye sordu. Çünkü engelliydim ve beni tanımayan insanlar, nereye gidersem gideyim, beni gözleriyle takip ediyordu. Parmaklarıyla gösterip aralarında fısıldaşıyorlardı. Engelliyim diye beni adam yerine koymayan çok insan vardı. Bazı insanlar sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da engelli olduğum önyargısıyla yaklaşıyordu. Ve başımı örttüğümde bu sıkıntılar artacak diye endişeleniyordu ailem. Haklıydılar. Arttı.
Ergenliği atlatıp yüzüm biraz daha yaşımı belli edene kadar ki - bu yıllar aldı - başörtüsünü hoş karşılamayan teyzeler bedenleriyle ve sözleriyle çok yorum yaptı. Bana bakarak "çık çık" sesi çıkardılar. Kaç teyze "çocuğu örtüye sarmışlar" diyerek anneme düşmanca baktı. Yanımızdan geçerken nefretle bir şeyler mırıldandılar. Kimisi zaten engelliyim, kimden neyimi saklıyorum diye düşündü. Dar zihniyetliler, bunun benim kararım olamayacağını ve birilerinin beni zorladığını düşündü. Başörtüsünden zorlandığımı hissetmedim. Benim yaptığım Allah'ın emriydi. Öyleyse kusur insanlardaydı.
Bu yüzden tesettürü amacından saptıran ve "tesettür zor, yapmayan anlamaz" diyenlere katılmıyorum. Zor olan Allah'ın emri değil. Allah'ın emirlerini zorlaştıran, devamlı dünyaya yaklaşmak isteyen ve etrafındaki insanların yorumlarını önemseyen, insanın kendi nefsi. Uygulamaya çalıştığımız her emirde, çektiğimiz her sıkıntıda Allah'ı hatırlayıp tevekkül etmek nefsimize ağır gelmeseydi, bu dünya imtihan yeri olmazdı.
Rabbim Senin emirlerine, yalnız Senin rızan için uymamda. Dırdır eden nefsime, onun kölesi olmadığımı hatırlatmamda yardımcım ol. Emirlerini gerçekleştirmek isteyen ama nefislerine kulaklarını tıkayamayan her kuluna yardım et. Attığım her adım Senin yolunda ilerlememe vesile olsun. Yaptığım her hareket ve verdiğim her karar Senin rızanı gözetsin. Rahmet et ya Rab! Af et ya Rab!
Amin.
***
Bazen belki şeytani vesveseler, belki de nefsani hırslar araya girer ve insanı boşvermişlik kuyusuna indirip, ona ‘aman ne olursa olsun’ dedirtir. İncinmekten hoşlanmayana başkalarını incitmeyi hoş gösterir. Bahaneleri hazırdır ve bu yüzden de kendince sonuna kadar haklıdır.
Bu öyle bir haldir ki indikçe her kademesi daha da karanlıktır. Nefsin heyecanının küflü kokusu yerleşir. Kalbinin hakikat pencerelerini kapalı tutmaya devam ettikçe sahibi zehirlenir. Çürümenin şiddeti ve hastalığının sinsiliği hakkında cahil kalmakta ısrarcıdır.
Ağırlığını taşımaktan aciz ince dallara benzeyen bahanelerine tutunur ve sallanır. Haklı olduğuna inanır ve sanki birçok gerçeği unutur. Halbuki şartlar iyi olduğu zaman iyi olmak zaten kolay seçenektir. Ayrıca insanların ve ilişkilerin hep iyi kaldığı bir yer, imtihan alemi değil demektir.
Nefsi kışkırtır: ‘hep sen mi iyi davranacaksın’. Kalbin cevabı hazırdır: ‘Allah için’. Sınırları aşmamak için susmak, dönüp gitmek ve araya mesafe koymak da bir çeşit iyiliktir. Herkes, herkesi sevmek ve iyi anlaşmak zorunda değildir. Mesafeler kalben de konulabilir.
Ey Allahım! Kalplerimizin sahibi Sensin! İncinmekten ve incitmekten muhafaza buyur. Bunun için daima doğru adımlar atanlardan ve doğru tedbirleri alanlarda eyle. Seni ve rasulunu itaatsizlik ile incitmekten, dünyanın hevesine kapılıp müminleri ve kalbimizdeki imanı incitmekten muhafaza buyur. Yaşamın herhangi bir yolunda karşılaştığımız insanları ve diğer canlıları bilerek ya da bilmeyerek incitmekten muhafaza buyur. Bizi, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden ve sünnetten taviz vermeden hoşgörüyle ve muhabbetle yaklaşanlardan eyle. Yaptığımız her işte yalnız Senin rızanı umanlardan, gördüğümüz hoş tavırları Senden bir nimet bilip Sana şükredenlerden ve incitici halleri bir imtihan ya da ibret hali belleyip Senin halimizi en iyi bilen olduğun imanıyla Sana sığınanlardan eyle. İki cihanda da gönüllerimizi huzur ile buluştur ve bizi kurtuluşa erenlerden eyle.
Amin.