Âl-i İmrân Sûresi 7. Ayet

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  ...

O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 الَّذِي
3 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
4 عَلَيْكَ sana
5 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
6 مِنْهُ Onun
7 ايَاتٌ (bazı) ayetleri ا ي ي
8 مُحْكَمَاتٌ muhkemdir (ki) ح ك م
9 هُنَّ onlar
10 أُمُّ anasıdır ا م م
11 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
12 وَأُخَرُ ve diğerleri de ا خ ر
13 مُتَشَابِهَاتٌ müteşabihdir ش ب ه
14 فَأَمَّا olanlar
15 الَّذِينَ
16 فِي
17 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
18 زَيْغٌ eğrilik ز ي غ
19 فَيَتَّبِعُونَ ardına düşerler ت ب ع
20 مَا olanlarının
21 تَشَابَهَ müteşabih ش ب ه
22 مِنْهُ onun
23 ابْتِغَاءَ çıkarmak için ب غ ي
24 الْفِتْنَةِ fitne ف ت ن
25 وَابْتِغَاءَ ve bulmak için ب غ ي
26 تَأْوِيلِهِ onun te’vilini ا و ل
27 وَمَا oysa
28 يَعْلَمُ bilmez ع ل م
29 تَأْوِيلَهُ onun te’vilini ا و ل
30 إِلَّا başka kimse
31 اللَّهُ Allah’tan
32 وَالرَّاسِخُونَ ileri gidenler ر س خ
33 فِي
34 الْعِلْمِ ilimde ع ل م
35 يَقُولُونَ derler ق و ل
36 امَنَّا inandık ا م ن
37 بِهِ Ona
38 كُلٌّ hepsi ك ل ل
39 مِنْ
40 عِنْدِ katındandır ع ن د
41 رَبِّنَا Rabbimiz ر ب ب
42 وَمَا
43 يَذَّكَّرُ düşünüp öğüt almaz ذ ك ر
44 إِلَّا başkası
45 أُولُو sahiplerinden ا و ل
46 الْأَلْبَابِ sağduyu ل ب ب
 

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu mealdeki âyeti okudu: "(Habibim) Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar Kitab'ın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına göre) onun te'viline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar. Halbuki onun te'vilini Allah'tan başkası bilmez, ilimde yüksek gayeye erenler ise; "Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz katındadır" derler. (Bunları) salim akıllılardan başkası iyice düşünmez."

Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayetin okunmasını tamamlayınca bana şunu söyledi: "Kur’ân'ın müteşâbih ayetlerine tâbi olanları gördüğünüz vakit bilin ki onlar Allah'ın ayette haber verdiği kimselerdir, onlardan sakının."

Buhârî, Tefsir, Âl-i İmrân 1; Müslim, İlim 1, (2665); Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmrân (2996); Ebu Davud, Sünne 2, (4598).

 

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ


İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ ’dir. İrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. عَلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktr. الْكِتَابَ   mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مِنْهُ اٰيَاتٌ   cümlesi  الْكِتَابَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.  مِنْهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اٰيَاتٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مُحْكَمَاتٌ   kelimesi  اٰيَاتٌ  'un sıfatı olup lafzen merfûdur.

هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ  cümlesi  اٰيَاتٌ  kelimesinin hali olarak mahallen mansubdur. Veya sıfatı olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُنَّ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اُمُّ الْكِتَابِ  haberdir. الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ  ifadesi atıf harfi  وَ ’la  اٰيَاتٌ ’e matuftur.

مُحْكَمَاتٌ , sağlam olanlar anlamına gelir.  اُمُّ الْكِتَابِ , kitabın aslı ve problemleri çözmede kendisine müracaat edilen kısmı demektir. اُخَرُ  kelimesi  اُخْرَى  kelimesinin çoğuludur.  مُتَشَابِهَاتٌۜ , birbiriyle benzeşen ve karıştırılan şeyler anlamına gelir. Bu konu hakkında pek çok görüş vardır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

  

 فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ 


فَ  istînâfiyyedir. اَمَّا  şart veya tafsil harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  زَيْغٌ  muahhar mübtedadır.    

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki   فَ  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  فَ  harfi varsa, o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Zemahşeri, El-mufassal fi ilmi'l arabiyye)

فَ  şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Şartın cevabı olan  يَتَّبِعُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَتَّبِعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsul  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَشَابَهَ مِنْهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  تَشَابَهَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنْهُ  car mecruru  تَشَابَهَ  fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır.  ابْتِغَٓاءَ sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur.  الْفِتْنَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 ابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  


وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ


Fiil cümlesidir. وَ   haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir.  تَأْو۪يلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  الرَّاسِخُونَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la   اللّٰهُ  lafza-i celâline matuftur.  الرَّاسِخُونَ ’nin ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  فِي الْعِلْمِ  car mecruru الرَّاسِخُونَ ’ye müteallıktır. 

يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪  cümlesi  الرَّاسِخُونَ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli  اٰمَنَّا بِه۪ۙ ‘dir. يَقُولُونَ fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline mütealliktir.  كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri  كله şeklindedir.  مِنْ عِنْدِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  رَبِّ  muzâf olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   


 وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ


وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَذَّكَّرُ  damme ile merfû muzari fiildir.  إِلَّاۤ  hasr edatıdır.  أُو۟لُوا۟  fail olup ref alameti و ’dir. Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır.  ٱلۡأَلۡبَـٰبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

یَذَّكَّرُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ


Müstenefe cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber inkarî kelamdır.

Burada Kur’ân indirme sıfatı Allah tealaya has kılınarak bir kasır yapılmıştır ki cümlede böylece hem tekid hem de bir hazırlık vardır. Aynı zamanda müşriklerin aşağıdaki ayetlerdeki sözlerini de geçersiz kılar:
إنَّما يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ [النحل: ١٠٣] 
أساطِيرُ الأوَّلِينَ اكْتَتَبَها فَهي تُمْلى عَلَيْهِ بُكْرَةً وأصِيلًا [الفرقان: ٥]
 وما تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّياطِينُ [الشعراء: ٢١٠] 
وما يَنْبَغِي لَهم وما يَسْتَطِيعُونَ [الشعراء: ٢١١] 
إنَّهم عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ [الشعراء: ٢١٢]
Çünkü onlar; Kur’ân için kahin sözü, şair sözü demişlerdir. Bu kasırda  أنْزَلَ  fiilinin kullanılması görülmemiş bir belagattır. Kasır uslubu olmasa bile bu fiil Allah tealaya mahsustur. Çünkü bu fiil vahiyle eşanlamlıdır ve Allah tealadan başkası için sözkonusu değildir. Aynı uslubdaki  هو الَّذِي آتاكَ الكِتابَ (O; sana kitabı verendir.) sözü gibi değildir. (Âşûr)

Müsnedin ismi mevsulle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْزَلَ  'de fiilin failden kaynaklanması vurgulanır.

Kur'an için marife olarak  الْكِتَابَ  kelimesinin kullanılmasında, kitap ismini almaya layık olanın sadece Kur'an olduğu gibi bir mana vardır. (Safvetü't-Tefasir)

عَلَيْ harfiyle gelmesinde istiare vardır. “Sen adeta kitapla iç içesin, tamamen kitaba bürünmüşsün” manası ifade edilmiştir.

مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اٰيَاتٌ muahhar mübtedadır. Sıfat olan  مُحْكَمَاتٌ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Faide-i haber ibtidaî kelam olan  هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ  cümlesi  اٰيَاتٌ ’ün hali veya sıfatıdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Müsnedin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

Kitabı indirdik lafzından sonra ondaki ayetlerin muhkem ve müteşabih olduklarının belirtilmesi cem’ maa’t-taksim sanatıdır.

Bu ayette  cem‘ maa’t-tefrîḳ ve’t-taḳsîm sanatı vardır. Zira önce Kur’an ayetleri الْكِتَابَ kelimesinde cem edilmiş sonra  اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ ve َوَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ  kısmında tefrîḳ yapılmış ardında da ayetlere karşı insanların tutumu  فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ  ve  الرَّاسِخُونَ ifadeleriyle taḳsîm edilmiştir. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları  /Hasan Uçar)

Şerif er-Radi şöyle der:  اُمُّ الْكِتَابِ  ifadesi istiaredir. Bundan maksat, bu ayetlerin kitabın aslı olduğunu ve ondaki bütün özetlerin manasını cem etmiş bulunduğunu bildirmektedir. Bu ayetler, kitabın anası durumdadır. Sanki Kur'an'ın diğer ayetleri bunlara tâbi veya bunlarla alakalıdır. Bu durum, çocuğun annesi ile olan ilgisine ve önemli işlerinde ona sığınmasına benzer ki sanki Kur'an'ın diğer ayetleri de o (muhkem) lere tâbi olur, onların peşine takılır. (Safvetü't Tefâsir)

Gramer gereği اٰيَاتٌ [ayetler] kelimesinden هي ile bahsedilmeliyken ayetlerin görkemini büyüterek  هُنَّ  kullanılmıştır.

Hristiyanlar “İsa üçün üçüncüsüdür.” şeklindeki iddialarını ispat etmek için Allah’ın “Biz yaptık.”, “Biz hükmettik.” gibi sözlerini kullanmak istediklerinde bu ayet nazil olmuştur. Allah’ın birliğine ve O’ndan gayrısından ilahlık vasfının nefyedilmesine dair ayetler de dahil olmak üzere muhkem ayetler, yoruma kapalı olan apaçık ayetlerdir. “Biz yaptık.” gibi ifadeler içeren ayetler ise Arapların konuşma tarzlarını bilmeyen kimselerin anlamını kavrayamayabilecekleri müteşabih ayetler kapsamına girer. Bu ayet-i kerimede muhkem ayetlerin temel olduğu ve müteşabihlerin onlara dayanılarak yorumlanacağı ifade edilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Eğer Kur’an’ın tümü muhkem kılınsaydı, insanlar onu kolayca anlar; deney gözlem, inceleme, araştırma ve düşünüp delil çıkartma gerektiren şeylerden yüz çevirirlerdi. Böyle yaptıklarında da Allah’ın varlığına ve birliğine, yani marifetullah ve tevhide dair bilginin elde edileceği yegane yolu bırakmış olurlardı. (Keşşâf)

Muhkem” kelimesi lügatte bozulmaktan uzak, gerçek ve sağlam demektir ki, hikmet kelimesi de bununla ilgilidir. İki şeyin birbirine karşılıklı olarak ve eşit olarak benzemelerine de teşabüh, benzeyenlerden her birine de müteşabih denilir ki, birbirinden seçilemez, insan zihni onları birbirinden ayırt etmekten aciz kalır. Teşbih ve müşabehet, (yani benzetme ve benzeme) tabirlerinde bir taraf eksik ve ikinci derecede, diğer taraf tam ve esas olur. Teşabühte ise her iki taraf aynı kuvvette ve eşit benzerlikte olur, benzer yönleri ayrıntıları ortadan kaldırır da birbirinden seçilemez olurlar.(Elmalılı Hamdi Yazır)

Lafız iki manaya ihtimalli olur; onun, bu manalardan birisine nisbetle ihtimali râcih, diğerine nisbetle de ihtimali mercûh olur ve biz de, lafzın manasını râcih olana hamleder de mercûh olana hamletmezsek, işte bu “muhkem”; eğer lafzı, mercûh olan manaya hamleder de râcih manaya hamletmezsek, işte bu da “müteşabih” olur. Buna göre biz deriz ki, lafzı râcih olan manasından alıp mercûh olan manaya hamletmemiz için, mutlaka bu konuda ayrı bir delilin bulunması gerekir. Bu ayrı delil de ya lafzî ya da aklî bir delil olur. (Fahreddin er-Razi)

Muhkem ayetler, mana ve murada delaletleri kesin; ibareleri sağlam, ihtimal ve iştibahtan masun ve mahfuz olan ayetlerdir. İşte bunlar Kitabın asıl, anasıdır; diğer ayetler için de başvurulan ilkelerdir.

Müteşabih ayetler, benzer manalara gelen; hangi manada alınmasının daha uygun olacağı konusunda zahirde kesin bir ayrım yapılamayan fakat ancak iyi bir inceleme ve derin bir tefekkür sonunda açıklığa kavuşturulan ve asıl muradı anlaşılan ayetlerdir. (Ebüssuûd)



فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ 


فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi isim cümlesi formunda gelmiştir. Mübteda olan ism-i mevsûlün sılasında takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  زَيْغٌ  muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması bu kişilere tahkir ifade eder. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı mevcuttur.

 فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi ... فَيَتَّبِعُونَ مَا , aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَشَابَهَ مِنْهُ  cümlesi  ism-i mevsûl olan  مَا ’nın sılasıdır.  ابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ , mef’ûlün lieclih olan  ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ ’ye matuftur.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ  [kalplerinde eğrilik vardır.] Müteşabih ayetlerin peşine koşanlar  hakkındaki bu ayet-i kerimede  زَيْغٌ  kelimesinde istiare yapılmıştır.  زَيْغٌ ; yoldan çıkmak sapmak demektir, kalpteki yanlış düşünceler  için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her iki durumun da zararlı olmasıdır. Ayette hakiki manadan mecazî manaya geçişin sebebi; fitne çıkarmanın da yoldan sapmak gibi yanlış olduğunu etkili bir şekilde ifade etmektir. 

ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ [Kalplerinde eğrilik bulunanlar] yani bidat ehli; “fitne çıkarmak” insanları dinlerinden fitne yoluyla saptırmak ve onları yoldan çıkarmak amacıyla “ve müteşabihlerin peşine düşmek” yani onları arzularına göre tevil etmek “amacıyla onun müteşabih kısmına uyarlar;” müteşabihlerin peşine düşerler ki bu müteşabihler bidatçinin muhkem ayetlere uymayan görüşlerine hamledilebileceği gibi ehl-i hakkın görüşlerine de hamledilebilirler. (Keşşâf)

Burada  يَتَّبِعُونَ  ile boyun eğmek değil, bir şeyin arkasından gitmek kastedilmiştir. Bu kullanım, “Şeytanın okuduklarına tâbi olurlar.” [el-Bakara 2/102] ayetindeki anlama benzemektedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bu ifade, batıla sarılan ve kendi batılı için müteşabihle ihticâc eden herkese şamildir. Çünkü lafız ’”âmm” (umumi) bir lafızdır. Sebebin hususi olması, lafzın umumiliğine mani değildir. Bu tabire, kendisinde bir karışıklık ve iltibas bulunan her husus dahildir. (Ebüssûud)


وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ


وَ ’la gelmiş hal cümlesidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  مَا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr fiille fail arasındadır. يَعْلَمُ  maksûr / sıfat,  اللّٰهُۢ  maksûrun aleyh / mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.  الرَّاسِخُونَ  kelimesi  اللّٰهُۢ lafzına matuftur.

فِي الْعِلْمِ  ibaresinde, فِی  harfindeki zarfiyyet manasının delaletiyle istiare vardır. Bu cümlede harfin dahil olduğu kelime yani  الْعِلْمِ  zarfa benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibat ve alakadır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde, tüm kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin zikri, haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ayrıca  لِلَّهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ  tabirinde de istiare vardır. İlimde derinleşmiş kimseler, ağır bir şeyin çukur bir yere yerleşmesine benzetilmiştir.

Kalplerinde eğrilik olanlar ile ilimde derinleşenler arasında mukabele vardır. 

Arapçada “rusûh”, bir şeyin iyice içinde olmak demektir. Bil ki ilimde râsih olan, yakînî ve kat’î deliller ile Allah’ın zat ve sıfatlarını; Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu bilen kimsedir. Böyle birisi, Kur’an’ın bir müteşabih ayetini görüp, kat’î delil de Allah’ın muradının o ayetin zahiri manası olmadığına delalet edince, Allah’ın muradının ayetin zahiri manasından başka olduğunu ve o muradın hak olduğunu, ayetin zahiri manasının bırakılmasının, Kur’an’ın sıhhatini tenkit etmede bir şüphe teşkil etmeyeceğini kesinkes anlamış olur. (Fahreddin er-Razi)


يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ


Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle  الرَّاسِخُونَ ’den haldir. Mekulü’l-kavl,  اٰمَنَّا بِه۪ۙ  cümlesi de faide-i haber ibtidaî kelam olan müsbet fiil cümlesidir. 

عِنْدِ رَبِّنَاۚ  izafetinde Rab ismine muzâf olan  عِنْدِ  ve muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri  نَاۚ  şeref kazanmıştır.

Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen  كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ  cümlesi  اٰمَنَّا بِه۪ۙ ’den bedeldir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede  كُلٌّ ’nün muzâfun ileyhinin ve  مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ ’in müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

[Onun te’vilini ancak Allah ve ilimde derinlik sahibi olanlar bilirler.] Bazı kıraat alimleri Allah lafzında dururlar. Bu durumda ayet [Müteşâbihi, Allah’tan başkası bilmez.] manasına gelir. Abdullah b. Mes‘ûd mushafında [Onun te’vilini yalnız Allah bilir. İlimde derinlik sahibi olanlar ona iman ettik derler.] şeklindedir.

 [Derler ki: Biz iman ettik. Hepsi Rabbimizin katındandır.] Yani muhkem ve müteşabih bütün ayetler Allah katındandır. Bu  görüşe göre  وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ  ifadesi mübtedadır. Haberi [Onlar ‘Biz ona iman ettik, hepsi Rabbimizin katındandır.’ derler.] ifadesidir. Diğer görüşe göre bu ifade hal konumunda bulunur. [Ona iman ettik, diyerek] şeklinde takdir edilir.  Burada atıf harfine gerek duyulmamıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 عِنْدِ  lafzının getirilmesindeki fayda: Müteşabih ayetlere iman hususunda, daha güçlü ifadeye ihtiyaç duyulur. İşte bundan dolayı, ifade daha tekitli olsun diye  عند getirilir. (Fahreddin er-Razi)


وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ


وَ  istînâfiyyedir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. مَا  ve  اِلَّا ile oluşan kasr fiille fail arasındadır.  يَذَّكَّرُ  maksûr / sıfat,  اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  ; maksûrun aleyh / mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade etme yollarından biri olan izafetle gelmiştir.

مُتَشَـٰبِهَـٰتࣱۖ - تَشَـٰبَهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ٱلۡكِتَـٰبَ - ٱبۡتِغَاۤءَ - تَأۡوِیلِهِ - إِلَّاۤ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu cümle, makabli için bir zeyl olup ilimde râsih olanları keskin zeka ve güzel nazar ile methetmek üzere doğrudan doğruya Allah (celle celâlühü) tarafından zikredilmiştir. Yine bu cümle, ilimde râsih olanların müteşabih ayetlerin teviline ehil olmak için nasıl hazırlandıklarına da işaret eder ki o da, aklın önündeki hissiyat perdelerini sıyırıp atmaktır.(Ebüssuûd)