Mâide Sûresi 64. Ayet

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ  ...

Bir de Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lânete uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden indirilen (Kur’an) onlardan birçoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozguncuları sevmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَتِ ve dediler ق و ل
2 الْيَهُودُ yahudiler
3 يَدُ eli ي د ي
4 اللَّهِ Allah’ın
5 مَغْلُولَةٌ bağlıdır غ ل ل
6 غُلَّتْ bağlandı غ ل ل
7 أَيْدِيهِمْ kendi elleri ي د ي
8 وَلُعِنُوا ve la’netlendiler ل ع ن
9 بِمَا ötürü
10 قَالُوا söylediklerinden ق و ل
11 بَلْ hayır
12 يَدَاهُ O’nun iki eli de ي د ي
13 مَبْسُوطَتَانِ açıktır ب س ط
14 يُنْفِقُ verir ن ف ق
15 كَيْفَ nasıl ك ي ف
16 يَشَاءُ diliyorsa ش ي ا
17 وَلَيَزِيدَنَّ ve andolsun artıracaktır ز ي د
18 كَثِيرًا çoğunun ك ث ر
19 مِنْهُمْ onların
20 مَا şeye
21 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
22 إِلَيْكَ sana
23 مِنْ -den
24 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
25 طُغْيَانًا azgınlığını ط غ ي
26 وَكُفْرًا ve küfrünü ك ف ر
27 وَأَلْقَيْنَا biz atmışızdır ل ق ي
28 بَيْنَهُمُ onların aralarına ب ي ن
29 الْعَدَاوَةَ düşmanlık ع د و
30 وَالْبَغْضَاءَ ve kin ب غ ض
31 إِلَىٰ kadar
32 يَوْمِ gününe ي و م
33 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
34 كُلَّمَا ne zaman ك ل ل
35 أَوْقَدُوا yakmışlarsa و ق د
36 نَارًا bir ateş ن و ر
37 لِلْحَرْبِ savaş için ح ر ب
38 أَطْفَأَهَا onu söndürmüştür ط ف ا
39 اللَّهُ Allah
40 وَيَسْعَوْنَ ve koşarlar س ع ي
41 فِي
42 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
43 فَسَادًا bozgunculuğa ف س د
44 وَاللَّهُ Allah da
45 لَا
46 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
47 الْمُفْسِدِينَ bozguncuları ف س د
 
Rızık, Allah Teâlâ’nın canlılara yeme içme ve başka hususlarda yararlanmak üzere verdiği her şeyi ifade eder. Allah sadece inananlara değil, kendisini inkar edenlere, hatta kendisine iftira edenlere de bol bol rızık verir. Peygamberimiz, Rabbimiz’in bu özelliğini şöyle dile getirmiştir: “Duyduğu incitici sözlere karşı Allah’tan daha sabırlı davranabilen kimse yoktur. O’na ortak koşarlar, çocuğu olduğunu söylerler. Ama Allah onlara afiyet vermeye ve onları rızıklandırmaya devam eder”
(Müslim, Sıfatü’l-münâfikîn, 49).
Ve ne kadar harcasa da O’nun hazinesi asla tükenmez. Resûlullah bunu bir benzetmeyle insanlığa şöyle açıklamıştır: “Allah’ın eli doludur. Gece gündüz yaptığı cömertçe lütuflar, O’nun elindekileri tüketmez. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri neler verdiğini görmüyor musunuz? (Bütün bu verdikleri) Allah’ın elindeki hiçbir şeyi eksitmemiştir.” “O’nun arşı, suyun üzerindedir. Diğer elinde de terazi vardır (adildir). O, kimine az verir, kimine de çok verir”
(Buhârî, Tevhid, 19).
 
 

 

  Tafe'e طفأ :

  Sülasi طَفَأ fiili ateş söndü; أطْفَأَ ateşi söndürdü demektir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece ifal babında 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli itfaiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.  الْيَهُودُ  fail olup lafzen merfûdur.

يَدُ اللّٰهِ  mübtedadır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَغْلُولَةٌ haber olup lafzen merfûdur.

غُلَّتْ  meçhul mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.  اَيْد۪يهِمْ  naib-i faildir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لُعِنُوا  damme üzere meçhul mebni fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  وَلُعِنُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُواۢ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَغْلُولَةٌ  kelimesi sülâsî  mücerred olan  غلل  fiilinin ism-i mef’ûludur. 


 بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ


بَلْ  idrâb ve atıf harfidir.  بَلْ; Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدَاهُ  mübteda olup ref alameti elif (ا) dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَبْسُوطَتَانِ  haber olup ref alameti elif (ا) dir.

يُنْفِقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  كَيْفَ  şart ismi, hal olarak mahallen mansubtur.  يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  كيف يشاء أن ينفق ينفق  [Nasıl infak etmek isterse öyle infak eder.] şeklindedir.

مَبْسُوطَتَانِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بسط  fiilinin ism-i mef’ûludur.

 

وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ 


وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabına dahil olan lâm-ı vakıadır.  يَز۪يدَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nunu sakiledir. Mebni muzari fiildir.

Tekid  نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

كَث۪يرًا  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنْهُمْ  car mecruru  كَث۪يرًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   اُنْزِلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اُنْزِلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

اِلَيْك  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

طُغْيَانًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  كُفْرًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  طُغْيَانًا’e matuftur.


وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ 


Cümle atıf harfi  وَ ‘la  قَالَتِ الْيَهُودُ  atfedilmiştir.  اَلْقَيْنَا  sükun ile mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بَيْنَهُمُ  mekân zarfı,  اَلْقَيْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْعَدَاوَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْبَغْضَٓاءَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْعَدَاوَةَ’ye matuftur.

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  اَلْقَيْنَا  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ 


كُلَّمَٓا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Şartın cevabı  اَطْفَاَهَا  fiiline müteallıktır.  اَوْقَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

نَارًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  لِلْحَرْبِ  car mecruru  نَارًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

Şartın cevabı  اَطْفَاَهَا اللّٰهُ ’dur.  اَطْفَاَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

يَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ’la  اَلْقَيْنَا  fiiline matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْعَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَسْعَوْنَ  fiiline müteallıktır.  فَسَادًا  masdar olup hal yerindedir. Yani  يسعون مفسدين (Fesat yapmaya çalışırlar.) demektir.


وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Mübtedanın haberi  لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ  cümlesi haber olup mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

یُحِبُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  الْمُفْسِد۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُفْسِد۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 
 

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ 


وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَتِ  fiilinin mekulül-kavli ise sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade eden izafetle gelmiştir. 

İtiraziyye olarak fasılla gelen  غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ  cümlesi, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad formunda gelmesine rağmen beddua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluştuğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Aynı üsluptaki  وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. 

Cer mahallindeki masdar harfi  لُعِنُوا ,مَا  fiiline müteallıktır.

Burada Yahudilerin ellerinin bağlanması, yani cimrilikleri ve lanete uğramaları mazi fiille yani haber cümlesi şeklinde gelmiş olmakla beraber beddua manasındadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi, Ebüssuûd, Âşûr)

مَغْلُولَةٌ - غُلَّتْ  ve  قَالَتِ -  قَالُواۢ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Elleri bağlı olmak], cimrilikten istiare veya mecaz-ı mürseldir.

غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ [Elleri bağlansın.] sözünde müşâkele sanatı vardır. Müşâkele sanatını onların dili ile konuşmak şeklinde tanımlayabiliriz.

Allah onların kendisine attığı iftirayı onların ağzından çıkan ifadedeki kelimenin kökü olan  غَلَّ  kelimesini kullanarak lanetlemiştir. Aynı kelime kök ve biçim yönüyle ne kadar yakınlık arz etse de gerçek anlamı dışında ve çok farklı anlamlarda kullanılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)  


بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ


İstînâfiyye olan cümlede  بَلْ  idrâb harfidir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Sübut ifade eder.

Müsnedün ileyh olan  يَدَاهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  يَدَا, şan ve şeref kazanmıştır.

Bu cümle istînafî olup Allah Teâlâ’nın sonsuz cömertliğini tekid etmekle beraber cehalet ve dalaletlerinden dolayı, söylemeye cüret ettikleri o sözün sebebi olan mali sıkıntıya da dikkatleri çeker. Onların mali sıkıntıya düşmeleri, Allah Teâlâ’nın feyzinde bir kusur olduğundan değil, fakat şundandır ki: Allah Teâlâ’nın infakı, O’nun yüksek iradesine bağlıdır. Yüksek iradesi de dünya ve ahiret işlerinin yörüngesi olan bir takım hikmetlere mebnidir. Ve onların içinde bulundukları günahlar sebebiyle ilâhî hikmet, rızıklarının daraltılmasını gerektirmiştir. Nitekim Maide Suresi’nin 66. Ayetinde, “Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rabblerinden kendilerine indirilmiş olan Kur’an’ı ikame etseler (dürüstçe uygulasalar)di, hem üstlerinden hem de ayakları altından yerlerdi.” buyrulur. (Ebüssuûd)

Önceki cümlede müfret gelen  يَدَ  kelimesinde, bu cümlede tesniyeye iltifat edilmiştir.

Bu cümle, onların konuşma tarzıyla verilen cevaptır. Bu müşâkele sanatıdır.

مَبْسُوطَتَانِۙ - غُلَّتْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Cömertlikte mübalağa için  يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ  [iki eli açıktır] buyurulmuştur.

İstînâfiyye olan يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَيْفَ  soru ismi, şart manası bulunan haldir.  يَشَٓاءُ  fiili, cevabı mahzuf şart cümlesidir. Takdiri,  كيف يشاء أن ينفق ينفق  [Nasıl infak etmek isterse öyle infak eder.] şeklindedir.

مَبْسُوطَتَانِۙ - يُنْفِقُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌ [Allah’ın eli bağlıdır / sıkıdır] ifadesinde  يَدُ  kelimesi tekil kullanılmışken cevap mahiyetindeki  بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ  [O’nun her iki eli de açıktır.] ifadesinde ikil kullanılmıştır. Bu tarz bir ifade, onların sözlerini red ve inkâr açısından daha etkili, Allah’ın sonsuz cömertliğini ve cimriliğin O’ndan uzak olduğunu ispat bakımından da daha nettir. Çünkü cömert bir kişinin, malını her iki elini doldurarak vermesi cömertliğin zirve noktasıdır. Dolayısıyla, işbu nükteden hareketle mecaz, “el” kelimesinin ikil şekliyle kurulmuştur. (Keşşâf, Âşûr)


وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ 


Ayetin bu cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem  وَ ‘ı nedeniyle mecrur mahaldedir. Takdiri, أقسم  olan kasem cümlesinin hazfi sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen rabıta harfidir. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı olan  …لَيَز۪يدَنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ مَٓا   cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مِنْهُمْ, fiilin mef’ûlü olan  كَث۪يرًا ’e müteallıktır. Car mecrur ve mef’ûl konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.  كَث۪يرًا’deki tenvin tahkir içindir.

كَث۪يرًا مِنْهُمْ [Onların bir çoğundan maksad], alimleri ve reisleridir. Bu hüküm onların bir çoğuna tahsis edilmiştir, çünkü onların bazısı böyle değildir. (Ebüssuûd) 

Müşterek ism-i mevsulün sılası olan …اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  طُغْيَانًا  temyiz veya  لَيَز۪يدَنَّ  fiilinin mef’ûlüdür.

رَبِّكَ  izafetinde Hz. Peygambere ait zamirin Rabb ismine izafeti, Hz. Peygambere destek ve şeref ifade eder.

طُغْيَانًا ,كُفْرًا ’e matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

طُغْيَانًا - كُفْرًا  kelimelerindeki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Rabb isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

[(Resulüm!) Şimdi, Rabbinden Sana indirilenler bunlardan çoğunun azgınlık ve inkârını] “artıracak tabii...” Yani Kur’an inmeye devam ederken -hasetleri yüzünden- bile bile reddetmekteki devamlılıkları artacak ve Allah’ın ayetlerini inkâr da daha da ileri gidecekler. (Keşşâf)


 وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ 

 

وَ  atıftır. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümlede ayetin başındaki gaib zamirden azamet zamirine iltifat vardır.

Bu onların o menfur yazıya sevkeden sebebin yani hasetlerinin beyanıdır. Bu yüzden onların küfür ve tuğyanları artmıştır. Bu Resulullah’ın (s.a.) dikkatli olması için bir hazırlık ve çirkin sözlerinden dolayı aşırı öfkelenmeleri sebebiyle teselli bulmasıdır. (Âşûr)

الْعَدَاوَةَ  - الْبَغْضَٓاءَ  kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Bunların arasına… “öyle bir düşmanlık ve öfke saldık”] ki bunun sonucu, dava ve ifadeleri birbirini tutmaz, kalpleri darmadağınıktır, aralarında ne bir ittifak ne de bir dayanışma vardır. (Keşşâf)


كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ 

 

كُلَّمَٓا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır.  حين  manasındadır.

Şart cümlesi olan …كُلَّمَٓا ,اَوْقَدُوا’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  نَارًا’deki tenvin tahkir ve nev ifade eder.

Cevap olan اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ  cümlesi,  şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması tazim ve azamet içindir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَلْقَيْنَا  fiilindeki azamet zamirinden, gaib zamire iltifat edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُۙ  isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

اَوْقَدُوا - اَطْفَاَهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Savaş için  اَوْقَدُوا نَارًا  [ateş yakmak] ifadesi kullanılarak temsilî istiare yapılmıştır. Savaş ateşe benzetilmiştir. Harbin ateşi yoktur ama, ateşe benzetilmiştir. Ateşin odunu yediği gibi harb de savaşanları yer, bitirir.

“Allah ateşlerini söndürür.” cümlesi, savaşı neticesiz bırakır manasındadır. Teşbih-i tenasidir. Gerçekten ateş yanmış da Allah onu söndürmüştür gibi söylenmiştir.

اَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُ  cümlesi bir temsildir. Harbe hazırlanma, harbe hazırlıklı olma ve bu emre kararlı olma hali, bir ihtiyaç için ateş yakan sonra bu yaktığı ateşin söndüğü kimsenin durumuna benzetilmiştir. Çünkü bu alevlendirme, kor ve ateşin savaş için istiare olarak kullanılması yaygındır. Savaş kızıştı, filan maşadır, harb, harb süngüsü tabirleri bunlardandır.  اَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ  sözü de böyledir ve burada  نَارًا hakiki anlamda değildir. (Âşûr)

…اَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ  cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal olan فَسَادًاۜ  masdardır.  مفسدين  manasındadır. Veya mef’ûlün lieclihtir. Kelimedeki tenvin nev, tahkir ve teksir ifade eder. Ayrıca bu kelimede irsâd vardır.


وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, haşyet uyandırmak içindir.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması, hükmü takviye eder. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Haber menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi ise hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Burada fesat çıkaranlara verilecek ceza söylenmemiş, sadece Allah’ın onları sevmediği söylenmiştir. Üstü kapalı bir anlatım söz konusudur. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Zamir makamında الْمُفْسِد۪ kelimesinin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini belirtmek ve onların ifsatta kök saldıklarını beyan etmek içindir. (Ebüssuûd) 

فَسَادًا - الْمُفْسِد۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin son cümlesi, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.