وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقاًۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهاًۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَبَشِّرِ | ve müjdele |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | امَنُوا | inanan |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve işleyen |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | salih işler |
|
6 | أَنَّ | muhakkak |
|
7 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
8 | جَنَّاتٍ | cennetler |
|
9 | تَجْرِي | akan |
|
10 | مِنْ | -ndan |
|
11 | تَحْتِهَا | altları |
|
12 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
13 | كُلَّمَا | her |
|
14 | رُزِقُوا | rızıklandırıldıklarında |
|
15 | مِنْهَا | onlardaki |
|
16 | مِنْ | -den |
|
17 | ثَمَرَةٍ | meyve |
|
18 | رِزْقًا | rızk olarak |
|
19 | قَالُوا | derler |
|
20 | هَٰذَا | Bu |
|
21 | الَّذِي | şeydir |
|
22 | رُزِقْنَا | rızıklandığımız |
|
23 | مِنْ | -den |
|
24 | قَبْلُ | daha önce |
|
25 | وَأُتُوا | verilmiştir |
|
26 | بِهِ | onlara |
|
27 | مُتَشَابِهًا | ona benzer |
|
28 | وَلَهُمْ | Onlar için vardır |
|
29 | فِيهَا | orada |
|
30 | أَزْوَاجٌ | eşler |
|
31 | مُطَهَّرَةٌ | tertemiz |
|
32 | وَهُمْ | ve onlar |
|
33 | فِيهَا | orada |
|
34 | خَالِدُونَ | ebedi kalacaklardır |
|
İçinde suyu olan bahçeye hadika denir.
İçinde su olsun veya olmasın genel olarak bahçeye de cennet deniyor. Ahirette cennet dediğimiz zaman içinde suyu olmayabileceği ihtimalinin düşünülmesine karşılık özellikle altlarından ırmaklar aktığı ifade edilir.
Bu biraz da ballandıra ballandıra anlatmaktır, yemyeşil bahçeler dememiz gibidir.
Beşşir kelimesinin manası ‘müjdele’ dir. Beşâret, sevinçten yüz hatlarının değişmesine sebep olan sevindirici haber manasındadır. Beşer aynı zamanda cilt demektir. İnsanın bedeni özellikleri vurgulanmak istendiğinde ayetlerde insan için beşer kelimesi kullanılır. Nitekim Kur’ân’ı Kerim’in çeşitli yerlerinde geçen Peygamber Efendimiz’in ‘ben ancak sizin gibi bir beşerim’ ifadesinde vurgulanmak istenen de Onun insani özellikleridir.
Cennet kelimesinin kökü جن (cenne) olup ‘bir şeyin duyu organlarına saklı kalması’ demektir. Saklamak, örtmek manaları vardır. Görünmez (örtülü) oldukları için ecinni, cin ve can; benzer şekilde anne karnında olup ortalıkta olmadığı için cenin; bahçe manasına gelen ve ağaçla örtülü olduğu için (veya bir başka görüşe göre nimetlerinin bizden gizlenmesi sebebiyle) cennet; aklın örtülmesi söz konusu olduğu için mecnun ve cinnet kelimeleri bu kökten dilimize geçmiştir. Kur’ân’da cin için cân, cinne ve cin kelimeleri kullanılmıştır. Bunların mukabilinde de insanlar için nas, ins ve insan kelimeleri kullanılmıştır. Cinlerin varlığı ayet ve hadislerle sabittir.
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. بَشِّر sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذِينَ mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle بَشِّر fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
لَهُمْ car mecrur اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جَنَّاتٍ kelimesi, اَنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili جَنَّاتٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
تَجْرِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru, تَجْرِي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَار fail olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَشِّرِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
صَّالِحَاتِ kelimesi, sülâsi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ
كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfı olup, قَالُوا fiiline mütealliktir. رُزِقُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رُزِقُوا şart fiili olup, damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
مِنْهَا car mecruru رُزِقُوا fiiline mütealliktir. مِنْ ثَمَرَةٍ car mecruru رِزْقًا ikinci mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen قَالُوا cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi هٰذَا الَّذِي’ dir. قَالُوا fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i işaret هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذِي , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası رُزِقْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, مثل الذي رزقنا..(Bizim rızıklandırdığımız gibi) şeklindedir.
رُزِقْنَا sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir نَٓا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Mef’ûlü bih mahzuftur. Takdiri, رزقناه (Biz onu rızıklandırdık.) şeklindedir.
مِنْ قَبْلُ car mecruru رُزِقْنَا fiiline mütealliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
و harfi قَدْ takdiriyle itiraziyye veya haliyyedir. اُتُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. بِه۪ car mecruru اُتُوا fiiline mütealliktir. مُتَشَابِهًا kelimesi بِه۪ ‘deki zamirden hal olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُتَشَابِهًا sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefâ’ul babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
و atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. فِيهَا car mecruru mahzuf habere mütealliktir. اَزْوَاجٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. اَزْوَاجٌ kelimesi مُطَهَّرَةٌ ’ un sıfatı olup damme ile merfûdur.
هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ cümlesi لَهُم ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. فِيهَا car mecruru خَالِدُونَ ‘ye mütealliktir. خَالِدُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُطَهَّرَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi طهر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَزْوَاج kelimesi çoğuldur, her iki cins için de kullanılır. مُطَهَّرَة kelimesinin müennes gelmesinin sebebi اَزْوَاج kelimesinin çoğul olmasıdır.
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ
Atıfla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin önceki ayetle irtibatını şöyle açıklayabiliriz: Bir önceki ayette korkutma vardır. Bu ayette ise özendirme ve teşvik vardır. Korkutmanın peşinden teşvik etmenin, vaat etmenin peşinden tehdit etmenin, uyarmanın peşinden de müjdelemenin gelmesi, ya da bu durumun tam tersi olması Kur'an'ın adetindendir. Bunda, müminleri Allahu Teala’ya itaate teşvik, kâfirleri de Allaha isyandan engelleme vardır.
Her ne kadar و harfinin mutlak cem için olduğu, takip ve tertip gerektirmediği söylense de bu cümlelerin veya kelimelerin tertipsiz ve nizamsız rastgele atfedildiği manasına gelmez. Aksine matufların takdimi hedefe, maksada uygunluk arz eder. Üzerinde düşünülürse bunların sebebi anlaşılır.
Bu ayette, müjdele emriyle görevli bulunan kişi Rasulullah (sav) olduğu gibi, herkes de olabilir. İşte bu, daha güzel ve yerinde bir yorumdur. Çünkü burada söz konusu hususun, müjdeleyebilecek herkes tarafından müjdelenmeyi hak edecek kadar önemli ve muazzam bir husus olduğu iması söz konusudur. Aynı zamanda müjdele demek olan بَشِّرْ kelimesi, فَاتَّقُوا (sakının) kelimesine atfolunmuştur.
Zemahşerî burada müminlerin mükâfatını anlatan bir cümle olan بَشِّر cümlesinin, kâfirlerin cezasını vasfeden bir cümleye atfedildiğini söyler. Tabi bu cümlenin yine inşâ olan فَاتَّقُوا ‘ya atfı da caizdir. Üçüncü ihtimal de bu cümlenin kendisinden önce hazfedilmiş başka bir cümleye atfedilmiş olmasıdır. Bu durumda takdiri şöyle olur: فَانْذُرْهُمْ بِذآلِكَ وَ بَشِّرِ ألَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (Onları bununla uyar ve iman edip salih ameller yapanları müjdele)
İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
عَمِلُوا fiil, الصَّالِحَات kelimesi mef‘ûldür. Hazfedilmiş bir amel kelimesinin sıfatıdır. Aslında عَمِلُوا الأعَمَالِ الصَّالِحَات şeklinde gelmesi beklenirdi. آيَاتٍ بَيِّنَات ibaresi de böyledir. Çoğu zaman آيَات hazf olur, sadece بَيِّنَات gelir.
Burada sıfat, amelin sanki kendisi olmuştur. Bu ameller ıslah eden, hem kendisini hem başkasını düzelten işlerdir. İnsanın cennette bulacağı yemiş, onun bir ağaç gibi yetişen dünyevi amellerinin karşılığıdır.
Dünyada yapılanlar, orada cismani olur, cisimlenir. Ameller meyve veren bir ağaca iman da maddi hayatın menbaı olan suya benzetilmiştir. Kur’an’ın anlattığı cennet insanın amelleri ile yetişen bağdır. Cennete girenler onun yemişlerini aldıkça ‘’Bu evvelce yediğimiz’’ diyecekler. Çünkü bu yemiş onların evvelce yaptıkları amellerin bir semeresidir.
Peygamber Efendimiz (sav) bu nimetlerden bahsederken şöyle demiştir: Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiç kimsenin aklından, hayalinden dahi geçiremediği nimetlerdir. O yüzden buna dünyevi bir mahiyet vermek doğru değildir. (Ömer Rıza Doğrul)
الصَّالِحَاتِ kelimesi de, tıpkı, الْحَسَنَةُ gibi isim yerine geçen bir kelimedir. الصَّالِحَاتِ kelimesi de akıl, Kitap ve Sünnetin öngördüğü deliller çerçevesinde doğru olan her amele ya da şeye verilen isimdir. Başında yer alan, ال harfi cins içindir. Ayrıca bu ayet, amelleri iman olarak değerlendirip kabul edenlere karşı bir hüccet (kanıttır). Çünkü görüldüğü gibi salih amelleri iman üzerine atfetmiştir. Matuf, yani atfolunan ise matufun aleyhten yani üzerine atıf yapılan şeyden ayrı olan bir şeydir.
Masdar-ı müevvelle başlayan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Cümlede müsnedün ileyh olan جَنَّاتٍ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.
جَنَّاتٍ (cennetler) kelimesinin çoğul ve nekre olarak gelmesinin yorumu da şöyledir:
Cennet: tüm sevap yurdunun adıdır. Bu ise sayısız cennetleri bahçeleri içinde bulunduran bir yurttur ve herkesin amel durumuna göre kendilerine verilen mertebe ve dereceler demektir. Dolayısıyla her bir tabaka için söz konusu cennetlerden (bağ ve bahçelerden) oluşan cennetler vardır. الْاَنْهَارُ kelimesinin marife olarak gelmesi ise, bununla cennet nehirlerinin murad olunduğu ihtimaliyledir. Burada izafetle marifelik yerine harf-i tarifle marife kılınmıştır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
İçinde suyu olan bahçeye hadika denir. İçinde su olsun veya olmasın genel olarak bahçeye de cennet denir. Ahirette cennet dediğimiz zaman içinde suyu olmayabileceği ihtimalinin düşünülmesine karşılık özellikle altlarından ırmaklar aktığı ifade edilir. Bu biraz da ballandıra ballandıra anlatmaktır, yemyeşil bahçeler demek gibidir.
Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır. Ayetin [altından ırmaklar akan cennetler] cümlesinde fiilin mekânına isnadı kabilinden bir mecaz vardır. Çünkü nehirler akmaz, Allah’ın izniyle nehirlerdeki sular akar. Beyzâvî bu mecazı şu ifadelerle açıklar: “akmanın nehirlere isnad edilmesi mecazi isnadlardandır. Nitekim Allah Teâlâ’nın: وَأَخْرَجَتِ ٱلْأَرْضُ أَثْقَالَهَا [Ve yer ağırlıklarını çıkardığında…] Zilzal, 99/2 sözü de bunun gibidir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)
مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ Bu ifade orada otoritenin kişiye ait olduğunu ifade eder. Bu manada ‘’bu iş falanın elinde’’ denir. (M. Ebu Musa)
Nehirlerin marife olarak kullanılması ise, cins anlamının kastedilmesindendir. (Keşşâf)
Ayeti kerimede suyun akışı nehirlere isnad edilmiştir. Halbuki akan ‘’suyun yatağı’’ manasındaki ‘’nehir’’ değil sudur. Dolayısıyla mekan alakasıyla mecazı mürsel uslubu vardır. Bu da çok cömert olduklarını, her misafirin onlara geldiğini ifade eder.
Bu cümle, önceki cümle üzerine matuftur. Ancak bu atıf, belli bir şeyin bizzat kendisinin atfı kabilinden olmayıp bir kıssanın bir kıssa üzerine atfı kabilindendir. Burada mü'minlerin, Kur’ân karşısındaki durumu ve onların mükâfatının vasfı, kâfirlerin Kur’ân karşısındaki durumu ve onların cezasının keyfiyeti üzerine atfedilmektedir. Zira ilâhî sünnette terğib (teşvik) ile terhib (korkutmak) ve va'd ile vaîd (ceza tehdidi) çift olarak zikredilmektedir. İki cümle arasındaki üslûp değişildiği ise iki grubun halleri arasındaki farkın büyüklüğünü hayal ettirmek ve anlatmak içindir. (Ebüssuûd)
كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ
Ayetin bu cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ayet şart üslubunda haberi isnaddır.
رُزِقُوا - رِزْقًا kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip جَنَّـٰتࣲ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. Sıfatlar, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâbtır.
ثَمَرَةٍ ’deki tenvin, tazim, cins ve kesret ifade eder.
Bu, جَنَّات kelimesinin ikinci bir sıfatıdır. Yahut da yeni bir giriş cümlesidir. Çünkü kendilerine, ‘’gerçekten onlar için cennetler, bağ ve bahçeler vardır.’’ denildiği vakit bunu duyanların kalbine ya da aklına ‘’acaba bu bahçelerde yetişen meyveler de tıpkı dünyadaki bağ ve bahçelerde yetişenlere mi benzer veya sözü edilen cinslere benzemeyen başka cins ürünler mi var?’’ diye bir düşünce gelebilir. İşte buna verilen cevap: doğrusu o bağ ve bahçelerin meyveleri dünya meyvelerinin benzeridirler. Yani, onların cinsleri her ne kadar bir dereceye kadar değişiklik gösterseler de dünyadakilerin cinsleri gibidir. Fakat yine de mahiyetini yüce Allah’tan başkası bilemez. Ayetin bu kısmında yer alan birinci ve ikinci مِنْ harfinin her ikisi de ibtidaî gaye içindirler. Yani zarf-ı lağvdırlar. Çünkü rızık, bahçelerden (cennetlerden) ilk olarak çıkmaya başlar. Cennetlerden ilk olarak çıkan rızık da ilk defa meyve olarak çıkar.
Ayette yer alan ثَمَرَةٍ kelimesi bir tek meyve, yani elma demek değildir. Ya da bir tek nar meyvesi demek de değildir. Bundan asıl maksat meyve türleridir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Şartın cevabı olan...قَالُوا هٰذَا cümlesi, fiil ve mef‘ûlünden müteşekkil, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nasb mahallindeki mekulü’l-kavl ise isim cümlesidir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi هذا ile gelişi işaret edilene verilen önemi belirtir ve ona tazim ifade eder.
İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. Hal olarak gelen متشابها konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbtır.
بِهِ ’deki zamir hem dünyada hem ahirette rızıklananlara racidir. Çünkü, هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ cümlesi her iki dünyada da rızıklananları içermektedir.
بِهِ ’deki zamir rızka raci olabilir. Nitekim, bu aynı zamanda ona işaret de etmektedir. Buna göre mana şöyle olmaktadır: doğrusu o cennet meyvelerinden kendilerine yedirilenler, her meyvenin getirilişinde onlara adeta aynı cinsten imişler izlenimini verir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
و istînâfiye veya تجري cümlesine atıf içindir. Aynı üslupla gelen iki cümle birbirine atfedilmiştir.
İlk cümlede müsnedün ileyh olan اَزْوَاجٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.
Mübteda ve haberden oluşan son cümle haldir. Faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede car mecrur amiline takdim edilmiştir.
Her iki cümlede de takdim-tehir ve îcâz-ı hazf sanatları vardır.
Sıfat ve hal dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Burada sıfat, mevsuf gibi cemi olarak gelmedi. Çünkü her ikisi de dil açısından fasihtir. Ayrıca ayette, مُطَهَّرَةٌ yerine طَاهِرَةٌ kelimesi söylenmedi. Bunun nedeni ilk kelimenin ikinciye göre daha mübalağalı olmasıdır. مُطَهَّرَةٌ kelimesinin binası teksir (çokluk) içindir. Bir de bu kelimede şöyle bir mananın var olduğu görülmektedir. Onları tertemiz kılan, ak pak haline getiren bir mutahhir (temizleyen, tertemiz kılan) vardır ki, bu da elbette Allah’tan başkası değildir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
خَـلد Kinaye olarak “uzun süre, ebedi olarak” anlamındadır.
Pak ve nezih eşler: Bunlar ya müminlerin mümin zevceleridir, yahut da bu ahiret hayatının bambaşka bir nimetidir. Bu nimetten erkekler de, kadınlar da faydalanacaktır.