Bakara Sûresi 26. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْـي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلاً مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يراً وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يراًۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ  ...

Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ muhakkak
2 اللَّهَ Allah
3 لَا değildir
4 يَسْتَحْيِي çekinecek ح ي ي
5 أَنْ
6 يَضْرِبَ misal vermekten ض ر ب
7 مَثَلًا bir örneği م ث ل
8 مَا gibi
9 بَعُوضَةً bir sivrisineği ب ع ض
10 فَمَا hatta olanı
11 فَوْقَهَا onun da üstünde ف و ق
12 فَأَمَّا gerçekten
13 الَّذِينَ kimseler
14 امَنُوا inanan ا م ن
15 فَيَعْلَمُونَ bilirler ع ل م
16 أَنَّهُ kesinlikle o
17 الْحَقُّ haktır (gerçektir) ح ق ق
18 مِنْ -nden
19 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
20 وَأَمَّا ve ise
21 الَّذِينَ edenler
22 كَفَرُوا inkar ك ف ر
23 فَيَقُولُونَ derler ki ق و ل
24 مَاذَا neyi
25 أَرَادَ istedi (kasdetti) ر و د
26 اللَّهُ Allah
27 بِهَٰذَا bu
28 مَثَلًا misalle م ث ل
29 يُضِلُّ saptırır ض ل ل
30 بِهِ onunla
31 كَثِيرًا bir çoğunu ك ث ر
32 وَيَهْدِي ve yine yola getirir ه د ي
33 بِهِ onunla
34 كَثِيرًا bir çoğunu ك ث ر
35 وَمَا -maz
36 يُضِلُّ saptır- ض ل ل
37 بِهِ onunla
38 إِلَّا başkasını
39 الْفَاسِقِينَ fasıklardan ف س ق
 

  Fâsık kelimesinin asıl manası birşeyden çıkmak demektir.

  Fe harfinin çatlama ve yarılma manasından bahsetmiştik. Fıskta da yine sapma, ayrılma manası vardır. Allah’a itaatten ayrılan kimseye fâsık denir. Fısk kelimesi küfrden daha geniş anlamlıdır. Fâsık daha çok dini hükümlere bağlanıp onları ikrar ettikten sonra onların tümünü veya bir kısmını ihlal eden kimse için kullanılır. Eğer kâfir olan kişiye de fâsık deniyorsa onun aklın ve fıtratın gerektirdiği hükmü ihlal etmesinden dolayıdır. Görüldüğü gibi bir kabuğunun dışına çıkma hali söz konusudur. Nitekim Araplar fısk kelimesini hurmanın kabuğundan çıkması için kullanırlar. İbnu’l Arabî, Arapların sözlerinde insanı niteleyecek şekilde fâsık kelimesinin kullanılmadığını söylemiştir. Arapça’da fareye yuvasından sürekli çıkmasından dolayı küçültme ismiyle fuveysika denir.

 

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَا يَسْتَحْي۪ٓ  cümlesi,  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَحْي۪ٓ  fiili  ي۪ٓ  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَنْ  ve masdarı müevvel, mahzuf  مِنْ  harfi ceriyle birlikte  يَسْتَحْي۪ٓ  fiiline mütealliktir.

يَضْرِبَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَثَلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

مَا  zaid harftir. مَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. بَعُوضَةً  kelimesi  مَثَلًا  için sıfat, bedel veya atfı beyan olarak mahallen mansubdur.  

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  فَ  ile  بَعُوضَةً ’e matuf olup mahallen mansubdur. 

Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekân zarfı  فَوْقَهَا  mef‘ûlun fih olup ism-i mevsûlün mahzuf sıfatına mütealliktir. 

يَسْتَحْي۪ٓ  fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi حيي ’dir. 

Bu bab fiile, talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

بَعُوضَةً  kelimesi, مَثَلًا  kelimesine atf-ı beyân olarak ya da يَضْرِبَ  fiilinin mef‘ûlü olarak mansubtur. مَثَلًا  ise nekre olan  بَعُوضَةً ’in hali olup ondan önce gelmiştir ya da  بَعُوضَةً  ve مَثَلًا  de  يَضْرِبَ ‘ nin mef‘ûlleridir ki bu durumda  يَضْرِبَ  fiili  جَعَلَ  fiili gibi iki mef‘ûl alan fiiller tarzında kullanılmış olur. (Keşşâf)


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ

فَ  istînâfiyyedir. اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)

Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa, o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu/ Nida Sultan Çelikkaya)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

يَعْلَمُونَ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef‘ûlü yerindedir. 

İsim cümlesidir. أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

هُ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ  kelimesi, أَنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. 

مِنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  الْحَقُّ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اَمَّا , şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı  فَ  ile gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise, ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde, زَيْدٌ ذاهِبٌَ  dersin. Bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde  ا َمَّا  زَيْدٌ فَ ذاهِبٌَ (Zeyd’e gelince, mutlaka gidecek) dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi (v.180/796) bunun izahında “her ne olursa olsun Zeyd gidecektir” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir:

 İlki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

يَقُولُونَ  şart cümlesi olup  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi مَاذَٓا اَرَادَ ’dir. يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَاذَٓا  istifham ismi, اَرَادَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlu olarak mahallen mansubdur. Veya istifham harfi  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. Takdiri, فما الذي  şeklindedir. ذَٓا  kelimesi,  الَّذ۪ي  manasında ism-i mevsûldur. İsm-i mevsûlun sılası اَرَادَ  fiilidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَرَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. بِهٰذَا  car mecruru  اَرَادَ  fiiline mütealliktir. مَثَلًا  kelimesi ism-i işaretin hali veya temyizi olup fetha ile mansubdur. 

اَرَادَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مَاذَٓا  ifadesinin iki yorumu vardır: ذَٓا  kelimesi, الَّذ۪ي  anlamında ism-i mevsûl olabilir, bu durumda  ماذَا, iki kelimeden mürekkep olur. Ya da  ذَا  kelimesi, مَا  ile birleştirilip tek bir kelime haline getirilmiş olabilir. Birinci ihtimalde kelime mübteda olarak ref mahallindedir. Haberi de, devamındaki sıla cümlesi ile birlikte  ذَا ’dır. İkinci ihtimale göre ise kelime, sadece  مَا  hükmünde olup (yani ifade مَا اَرَادَ اللّٰهُ  şeklinde olup) mahallen mansubdur. Bir şart cümlenin cevabının ise, birinci ihtimale göre mahallen merfû, ikinci ihtimale göre ise mahallen mansub olması gerekir. Zira soru ile cevabın birbirine (îrab konusunda) mutabık olması gerekir. Ama bunun aksini de caiz görmüşlerdir.(Keşşâf)

 يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ

Cümle,  مَثَلًاۢ ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Fiil cümlesidir. يُضِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِه۪  car mecruru  يُضِلُّ  fiiline mütealliktir. كَث۪يرًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًا  cümlesi atıf harfi وَ  ile makabline matuftur. 

يَهْد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُضِلُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

كَث۪يرًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ

وَ  haliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُضِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِه۪ٓ  car mecruru  يُضِلُّ  fiiline mütealliktir. 

اِلَّا  hasr edatıdır. الْفَاسِق۪ينَ  mef‘ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim  kelimeler harfle îrablanır.

يُضِلُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَاسِق۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin ileyh tazim ve korkutmak için tüm kemâl ve celâl isimleri bünyesinde toplayan lafz-ı celâlle gelmiştir.  Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, الله isminde tecrîd sanatı vardır.

İki farklı görevdeki مَا larda tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. مَثَلًا kelimesindeki tenkir nev içindir. (Âşûr)

Haya, insanın, kınanma ve zemmedilme sebebi olan bir şeyden duyduğu endişe sebebiyle onu kaplayan bir kırgınlık ve yüz değişimidir. Hayat kelimesinden türemiştir. Allah Teâlâ’nın haya ile nitelendirilmesi caiz olamaz. Zira onun hakkında değişim, korku ve kınama gibi şeyler düşünmek câiz değildir. Burada temsilî bir kullanım söz konusudur. ‘’Allah bir sivrisineğin küçük ve hakir oluşuna bakıp onu misal olarak göstermekten utanan kimsenin yaptığı gibi yapmaz, sivrisineği misal göstermekten haya etmez” denilmek istenmiştir.

مَثَلًا مَا ifadesindeki مَا , müphemlik ifade eden مَا ’dır. Bu مَا nekre bir kelime ile birleştiği zaman onu tamamen müphemleştirir ve umûmîlik manası ilave eder. Sözgelimi أعطني كتابا مَا dediğinde, “bana bir kitap ver” demiş, fakat “hangi kitap olursa olsun fark etmez, bir kitap ver” anlamını kastetmiş olursun. (Keşşâf)

حَيّ canlı demektir. اِسْتَحْي۪ٓ da aynı kökten, utandı demektir. Canlı olan şeyin utanması gerekir. Utanmak imandandır.

Sivrisinek küçük, aciz bir varlık olarak görülür.

Ayette ‘sivrisinek ve onun da ötesinde’ manası vardır. Ötesinden maksat ondan da daha ufak, daha küçük herhangi bir misaldir.

لَا يَسْتَحْي۪ kelimesi, zikr-i melzum irade-i lâzım kab­ilinden bir mecazdır. Terketmez manasınadır. Allah terk yerine haya kelimesini kullandı. Çünkü terk, hayanın neticesidir. Bir kimse bir şeyi yapmaktan haya ederse onu terkeder. (Safvetü't Tefâsir)

Haya değişkendir ve bozulabilir. Ayıplanmaktan ve kınanmaktan korkan insanın başına gelen bir durumdur. Allah için sözkonusu olmayan utanma fiili niçin Allah teala’ya isnad edilmiştir? Varlığı olmayan bir şey nefyedilemez. Kesinlikle olmayacak bir şey niye olumsuzlanmıştır?

Buna birkaç bakış açısıyla cevap verilebilir:

Evvela; ayet kafirlerin Muhammed’in sav rabbi kara sinek ve örümceği misal getirmeye utanmıyor mu şeklindeki sorularına münasip olarak gelmiştir. Soruya verilen cevap, onların kelamına mutabık olarak gelmiştir.

Bu; müşakele olarak isimlendirilen bedî’ bir sanattır.

Bu, belagat alimlerinin görüşüdür. (Mu’cemu’l Mustalahâti’l Belağiyye, Dr. Ahmed Matlûb, 621: Bedî’ sanatındaki bir problem: Bir şeyi birlikte vuku bulması dolayısıyla lafzen veya takdiren başka bir lafızla ifade etmektir. Bunun delillerinden biri de bu ayettir.)

İkinci olarak: Eğer Allah Teala, kullarına ait, bedenlere mahsus vasıflardan birisiyle vasıflandırılırsa bu, sıfatın başlangıç değil, gaye ve netice anlamı yüklenmesidir.

Bunu şöyle açıklayabiliriz:

Öfkenin başlangıcı ve alametleri vardır. Bunlar; kalpteki kanın galeyana gelmesi ve intikam şehveti uyandırmasıdır. Bunun gayesi veya sonucu kızılan kişiye ceza vermektir.

Allah Tealayı gadabla vasıfladığımız zaman kastedilen bunun başlangıcındaki durum değildir. Yani, kullarda olduğu gibi kalbin galeyana gelmesi ve intikam isteği değildir.

Kastedilen; sonucun yani cezanın gerçekleşmesidir. Allah Teala'nın utanmakla vasıflandırılması da buna benzer. Bu sözle kastedilen kendisine çirkin bir şeyin isnad edilmesinden korkan insandaki değişim, kırılganlık ve korku halleri değil, bu sıfatın sonucu, yani fiilin terk edilmesidir.

Üçüncü olarak: Utanmanın Allah’a isnadı hakiki ve zahiri manası yönünden değildir. Çünkü Allah teala mahlukatın sıfatlarından ve bu sıfatların O’na hakiki manada isnad edilmesinden münezzehtir. 

Dördüncü bakış açısı da: Haya’nın Allah Teala’ya isnadı hakikat değil mecaz yoluyla gelmiştir.

Şüphesiz Allah, saçı sakalı ağarmış bir müslümana azap vermekten haya eder hadisi şerifinde olduğu gibi, Allah Teala’nın yaşlı müslümana azap etmekten utanmasından murat, terk etmesidir. Bunun manası, Alah Teala’nın azabı terketmesinin sebebinin, insanların utandıklarında onları etkileyen aynı duyguya maruz kalması olmadığıdır. Çünkü utanan mahlukatının yaşadıkları Allah teala’nın başına gelmez. Burada da terk etmek utanmaya benzetilmiştir. Ciheti camia her iki fiilin de neticeye ulaştırmasıdır. Allahu alem.

Ayet اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً (Bir sivrisineği misal olarak getirmekten...) manasındadır. Zâid bir harf olan مَا tekid amacıyla  zikredilmiştir.

Davete karşı çıkanlar ve şüphe içinde olanlar sözlerini اِنَّ ile tekid ederek ve isim cümlesiyle söylemişlerdir. Böylece ikna olmadıklarını, kibir ve inatlarını ifade etmişlerdir.

مَثَلاً مَا sözündeki مَا müphem bir isimdir. Nekra bir isme birleştiği zaman onu tamamen müphemleştirir; kayıt ve hususilikten uzaklaştırır ve umumilik manası ilave eder. Sanki ayette şöyle denilmiştir: ‘Hangi misali getirirseniz getirin farketmez.’

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ

Cümle şart üslubunda haberi isnaddır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tazim ve teşvik ifade eder.

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

رَبِّهِمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrîd sanatı vardır.

اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekit sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince, mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi (v.180/796) bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ

Cümle şart üslubunda haberi isnaddır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca tahkir ifade eder.

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Kâfirlerin sözleri olan mekulü’l-kavl cümlesi istifham olarak gelmiş, gayrı talebî inşaî isnaddır.

Kâfirlerin “Allah bu misali vermekle ne murad eder ki?!” şeklindeki ifadelerinde bir küçümseme, hafife alma bulunmaktadır.

الْحَقُّ; inkârı mümkün olmayan sabit şeydir. (Keşşâf)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ - وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

رَبِّ - اللّٰهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette iki cümlenin اَمَّا ile başlatılmış olmasında müminlerin haline yönelik büyük bir övgü, burada verilen misalin hak olduğunu onların bildiğinin ifade edilmesi, buna karşılık kâfirlerin inatçı ve nasiplerinden gafil bulunuşlarının ve ahmakça konuştuklarının belirtilmesi söz konusudur. (Keşşâf)

 يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  

Ayetin bu kısmı daha önce geçen ve اَمَّا ile başlayan iki cümleyi tefsir edip açıklar mahiyettedir. Onun hak olduğunu bilenler grubu ile bunu bilmeyip cahillik ederek alaya alanlar grubu olarak her ikisi de كَث۪يرًا kelimesiyle nitelendirilmiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

كَث۪يرًا cümlede tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا cümlesi ile وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Hamidullah söyle demiştir: ‘’Allah’ın birini saptırması, iyi ve kötünün tanrıları farklıdır diyen dualizme reddiyedir. Kimini saptırır, kimini hidayete erdirir. Biz Maturidi itikadındayız. Buna göre: Ben sapmak isterim, Allah da benim sapmamı gerçekleştirir. Benim sapmamı Allah istiyor olsaydı, zaten cennet ve cehennemin bir manası olmazdı, benim için bir imtihan manası da olmazdı.’’

يُضِلُّ [dalalete düşürür] fiilinin Allah’a atfedilmesi fiilin sebebe atfı türündendir. Çünkü Allah bir misal verip de bir grup insan o misal sebebiyle sapıtmış, bir grup insan da hidayete ermiş olduğu için bu misal ilk grubun sapmasına, ikincisinin de hidayetine sebep olmuştur. (Keşşâf)

يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًا “Allah onunla birçoğunu saptırır birçoğunu da doğru yola iletir” cümlesinde; onların kulağına gelen ilk cevabın, onların maneviyatını bozacak ve güçlerini kıracak korkunç bir şey olduğunu vurgulamak için ‘sapmayı’ ifade eden يُضِلُّ kelimesi, یَهۡدِی kelimesinden önce zikredilmiştir.

 يُضِلُّ - يَهْد۪ي , اٰمَنُوا - كَفَرُوا kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ

Atıfla gelmiş menfi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. مَا ve اِلَّا ile oluşan kasır, fiille mef‘ûlü arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır.

Şeriatta الْفَاسِق۪ , büyük günah işleyerek Allah’ın emrinden çıkan kimse demektir. Böyle biri iki konum, yani mümin ile kâfir konumları arasındadır (el-menzile beyne’l-menzileteyn.) Kişinin bu iki konum arasında bulunması şu demektir: bu kimse zahirde mümin muamelesi görür. Nikâh ve miras işlemlerinde, cenazesinin yıkanması, cenaze namazının kılınması, Müslüman kabristanına defnedilmesi gibi hususlarda mümin kabul edilir. Ancak kendisinin zemmedilmesi, lanetlenmesi, kendisinden ve inancından berî olunması, inancına düşmanlık ızhar edilmesi, şahitliğinin kabul edilmemesi gibi hususlarda kâfir muamelesi görür. Asi ve inatçı kâfirlere de fâsık denilir. Allah’ın kitabında bu iki kullanım da yer almıştır. (Keşşâf)

يُضِلُّ - الْفَاسِق۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Mürâât-ı nazîr; birbiri ile alakalı kelimelerin birbirini takip etmesi, aynı cümlede bulunmasıdır.

Ayette مَا - أَمَّا - یُضِلُّ - ٱللَّهُ - مَثَلاۘ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.