Seferberlik Gruplarına katılmak için TIKLAYIN !

Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz. Devamını Oku...


Seferberlikte Bugün     24 Nisan 2025
Meryem Sûresi 1-11 (304. Sayfa)
Meryem Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 98 âyettir. Bazı tefsir bilginlerine göre 58 ve 71. âyetler Medine döneminde inmiştir. Sûre, Meryem’in, oğlu İsa’yı nasıl dünyaya getirdiğini anlattığı için bu adla anılmıştır. Sûre de başlıca, tevhit inancını yerleştirmek amacıyla bazı peygamberlerin kıssaları ve kıyamet sahneleri konu edilmektedir.
 Mushaftaki sıralamada on dokuzuncu, iniş sırasına göre kırk dördüncü sûredir. Fâtır sûresinden sonra, Tâhâ sûresinden önce, Mekke döneminin 4. yılında inmiştir. 58 ve 71. âyetlerinin Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (İbn Âşûr, XVI, 57-58).
Sûre genel olarak tevhid inancının doğruluğunu ve peygamberlik müessesesinin gerçekliğini ispatlamayı hedeflemektedir. Bu cümleden olarak sûrede yahudilerin Hz. Meryem ve oğlu Hz. Îsâ hakkındaki iftiralarının reddedilmesi, Zekeriyyâ aleyhisselâma –ihtiyar olmasına rağmen– oğlu Yahyâ’nın verilmesi, Hz. Meryem’in –Allah’ın bir mûcizesi olarak– Hz. Îsâ’yı babasız dünyaya getirmesi, Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ, Hz. Hârûn ve diğer bazı peygamberlerin hak dine davet yolunda harcadıkları çaba dile getirilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Meryem Sûresi 1. Ayet

كٓـهٰيٰعٓصٓۜ  ...


Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كهيعص Kaf ha ya ’ayn sad
Bazı sûrelerin başında bulunan bu harflere “hurûf-i mukattaa” adı verilmektedir (bilgi için bk. Bakara 2/1).

كٓـهٰيٰعٓصٓۜ

 

 كٓـهٰيٰعٓصٓ  hurûf-u mukattaa harfleridir.

كٓـهٰيٰعٓصٓۜ




Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Kur'an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

Başında hurûf-ı mukattaa bulunan surelerin hepsi vahiy ve nübüvvetin ispatıyla ilgili ayetlerle söze başladığı halde yalnızca üç tanesi, Meryem, Rûm ve Ankebût Sureleri bu genel üslubun dışında kalır. Meryem sûresi Hz. Zekeriya’nın, Rûm Suresi, uğradığı mağlubiyetten sonra Bizans’ın yakın bir gelecekte kazanacağı zaferin müjdesiyle başlamaktadır. Ankebût ise müminlerin birtakım fitne ve belalara uğratılıp imtihana çekileceklerini bildiren ayetlerle başlar ve kendisinden sonra yine başında “elif-lâm-mîm” bulunan diğer üç sure ile birlikte bir grup oluşturur. (TDV İslam Ansiklopedisi) 

 
Meryem Sûresi 2. Ayet

ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ  ...


Bu, Rabbinin, Zekeriya kuluna olan merhametinin anılmasıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذِكْرُ bu, anmasıdır ذ ك ر
2 رَحْمَتِ rahmetini ر ح م
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 عَبْدَهُ kulu ع ب د
5 زَكَرِيَّا Zekeriyya’ya
Zekeriyyâ aleyhisselâm, İsrâiloğulları’na gönderilmiş son peygamberlerden biridir. Ancak kendisine müstakil bir kitap verilmemiş, Hz. Mûsâ’nın şeriatıyla amel etmiştir. Kaynaklarda, Hz. Meryem’in teyzesinin kocası ve Beyt-i Makdis’in reisi olduğu, Tevrat nüshalarını yazarak çoğalttığı bildirilmektedir (bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/37-41).
 
 Duanın, emreder gibi ve yüksek sesle değil, mütevazı bir şekilde alçak sesle ve yalvarıp yakararak yapılması onun âdâbına daha uygun olduğu için alçak sesle dua ettiği belirtilen Hz. Zekeriyyâ, kendisinden sonra akrabalarının toplum önderi olma ve Allah’ın dinini yayma hususunda zaaf göstereceklerinden endişe etmiş; bu sebeple de duasında kendisine ve Ya‘kub (İsrâil) soyuna halef ve mirasçı olmak ve davetini sürdürmek üzere iyi ahlâklı, yetenekli ve âdil insan olacak bir halef lutfetmesini Allah’tan niyaz etmiştir. Zira o, bütün olumsuz şartlara rağmen Allah’tan ümit kesilmemesi gerektiğini biliyordu.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 588-589

ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ

 

İsim cümlesidir.  ذِكْرُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو veya  هذه  şeklindedir.  رَحْمَتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَبْدَهُ  kelimesi  رَحْمَتِ ‘nin mastarından mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  زَكَرِيَّا  kelimesi  عَبْدَهُ ‘dan bedel veya atfı beyan olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Atfı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ذِكْرُ  kelimesi takdiri  هو veya  هذا  olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, zamandan bağımsız, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir. 

عَبْدَهُ , masdar vezninde gelen ve fiil gibi amel eden  رَحْمَتِ ’nin mef’ûlüdür.

زَكَرِيَّاۚ , mef’ûl olan  عَبْدَهُ ’dan bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَبْدَهُ - رَبِّكَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

رَحْمَتِ - رَبِّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Peygamber (sav)’e ait  كَ  zamirinin,  ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ  izafetinde yer alması ona tazim ve tekrimdir. Rabb ismine muzâf olmaları  ذِكْرُ ’ya  ve  رَحْمَتِ ’ye de tazim ifade eder. 

عَبْدَهُ  izafeti, Allah Teâlâ’ya ait  هُ  zamirine muzâf olan  عَبْدَ ‘yi şereflendirmek yüceltmek içindir.

ذِكْرُ - زَكَرِيَّاۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sâmerrâî, surenin başı ve sonuyla genel psikolojik siyakı arasındaki uyumu da Kur’ânî siyakın anlatım özelliklerinden saymaktadır. (Sâmerrâî, et-Tabîru’l-Kur’ânî)

Buna da Yüce Allah'ın  ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ [Bu, senin Rabbinin Zekeriya  kuluna olan rahmetinin anlatımıdır] (Meryem/2.) ayetiyle başlayıp Meryem Suresi.96:

اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا [İman edip iyi işler yapmış  olanları ise Rahman sevimli kılacaktır] [Meryem/ 96.] ayetiyle sona eren Meryem Suresini örnek vermektedir. Surenin rahmetle başlayıp, rahmetle bittiğini ve açılışta zikredilen bu rahmetin sure ortamının tamamına yayıldığını belirtmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, et-Ta‘bîru’l-Kur'anî, s. 223)

Kelamın aslı şöyledir:  ذِكْرُ عَبْدِنا زَكَرِيّاءَ إذْ نادى رَبَّهُ . Ayette haber önemi dolayısıyla takdim edilmiştir. (Âşûr)
Meryem Sûresi 3. Ayet

اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِياًّ  ...


Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 نَادَىٰ yalvarmıştı ن د و
3 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
4 نِدَاءً bir seslenişle ن د و
5 خَفِيًّا gizli خ ف ي

اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِياًّ

 

اِذْ  zaman zarfı  رَحْمَتِ ‘ye müteallıktır.

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükun üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَادٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نِدَٓاءً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَفِياًّ  kelimesi  نِدَٓاءً  ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَادٰى  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  ندى ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

خَفِياًّ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِياًّ

 

Mazi manalı zaman zarfı  اِذْ , önceki ayetteki  رَحْمَتِ ’ye müteallıktır.

Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelam olan  نَادٰى  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.  نِدَٓاءً  mef’ûlü mutlaktır. Tekid ifade eder.

Zekeriya (as)’a ait olan  هُ  zamirinin,  رَبَّ  lafzına izafeti, ona şeref ve tazim içindir.

خَفِياًّ , kelimesi  نِدَٓاءً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

خَفِياًّ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

نَادٰى - نِدَٓاءً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Meryem Suresinin …اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِياًّ …قَالَ رَبِّ  ayetlerinde, nida (نَادٰى ) ile söz (قَالَ) ile birarada zikredilirken, Enbiya ayetinde nidayla yetinilmiştir. Dolayısıyla …اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِياًّ …قَالَ رَبِّ  şeklindeki bir ifadeye yer verilmemiştir. Meryem Suresinde dua ve nidada tafsile, Enbiya Suresinde ise îcâza gidilmiştir. Böylece tafsil, tafsili; îcâz da îcâzı gerekli kılmıştır. (İzzet Marangozoğlu , Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
Meryem Sûresi 4. Ayet

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِياًّ  ...


O, şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 إِنِّي şüphesiz ben
4 وَهَنَ gevşedi و ه ن
5 الْعَظْمُ kemik(lerim) ع ظ م
6 مِنِّي benim
7 وَاشْتَعَلَ ve tutuştu ش ع ل
8 الرَّأْسُ başım ر ا س
9 شَيْبًا ihtiyarlık aleviyle ش ي ب
10 وَلَمْ ve
11 أَكُنْ olmadım ك و ن
12 بِدُعَائِكَ sana du’a ile د ع و
13 رَبِّ Rabbim ر ب ب
14 شَقِيًّا bahtsız ش ق و

 Şe'ale  شعل :  شَعْلٌ ateşin alevlenmesidir. Kur'an-ı Kerim'de geçtiği tek ayette (إشْتَعَلَ) saçın ağarması renk yönünden alevlenmeye benzetme yapılarak böyle denmiştir.(Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de iftial babında fiil olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri meşale ve Şûle'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِياًّ

 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  رَبِّ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Nidanın cevabı   اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ ’dir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  وَهَنَ الْعَظْمُ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

وَهَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْعَظْمُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنّ۪ي  car mecruru الْعَظْمُ ‘nun mahzuf haline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اشْتَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الرَّأْسُ  fail olup lafzen merfûdur. شَيْباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

اَكُنْ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

اَكُنْ ‘un ismi müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  بِدُعَٓائِكَ  car mecruru  شَقِياًّ ‘e müteallıktır.

رَبِّ muzâf olup nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

شَقِياًّ  kelimesi  اَكُنْ ‘un haberi olup fetha ile mansubdur. 

اشْتَعَلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  شعل ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً 

 

Zekeriya (as)’ın sözlerini bize bildiren ayet beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlenin başındaki nida harfi mahzuftur. Bu harfin aradan kaldırılması, Rab’la olan muhabbetine işaret eder gibidir.

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي  cümlesi,  إنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. 

Haber üslubunda geldiği halde dua manasında olan cümle muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsned olan  وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Aynı üslupta gelerek nidanın cevabına atfedilen  وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  شَيْباً  temyiz olarak nasb olmuştur.

Kemiğin zayıflaması, kuvvetin gitmesinden, yaşlılıktan kinayedir. (Safvetü’t Tefâsîr) 

Beyzâvî ayetlerin tefsirinde bu manalara şu ifadelerle vurgu yapar:  اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ [Şüphesiz kemiklerim gevşedi] ibaresinde Hz. Zekeriya, zayıflığını ifade etmek için bedenin dayanağı ve vücut binasının temeli olan ve ondaki en sert aza olan kemikleri özellikle dile getirmiştir. Çünkü vücudu ayakta tutan, organları arasındaki birliği sağlayan kemikler yıpranınca tüm vücut da yıpranmış olur

Bir binada temel ne ise bedende de kemik odur. Temel zayıflarsa bina çöker. Bu ibare  إني وهنت  ya da  وهن بدنى  şeklinde de gelebilirdi. Fakat Zekeriya'nın acziyetini bildiren ifadesindeki mübalağa kaybolmasın diye  وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي  denilerek kemik lafzı özellikle zikredilmiştir.

Zemahşerî de aynı görüştedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Beyzâvî ayetin tefsirinde şöyle der: Saçın beyazlığı ve parlaklığı ateşin alevine; aklığın saçlarda yayılıp çoğalması, ateşin odunlar içerisinde yayılmasına benzetilmiş, sonra da istiare gibi kullanılmıştır. Tutuşma lafzı da mübalağa olsun diye ak saçın mekânı olan başa isnad edilmiştir. 

Konevî'ye göre burada iki istiare vardır. Birincisinde müşebbeh (شَيْباً ) zikredilip müşebbehün bih hazf edilerek onun mülayiminden olan bir husus (اشتعال) söylendiği için bu istiare, istiare-i mekniyyedir. İkincisinde ise aklığın saçlarda yayılması, ateşin yayılmasına benzetilmiştir. Burada müşebbehün bih zikredilip müşebbeh kastedildiği için bu istiare istiare-i tasrihiyyedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Bu ayet-i kerimede Hz. Zekeriya Rabbine fiziksel durumu hakkında bilgi vermek amacıyla değil, içinde bulunduğu zayıf ve aciz hali ifade etmek amacıyla seslenmektedir.

Burada ıtnâb vardır. Çünkü Zekeriya (as) yaşlandığını ifade etmek istemiştir. Ama görüldüğü gibi sözü çok uzatmıştır.  إنى كبرتُ  dese yeterliydi. Zayıflığını izhar etmek, güçsüzlüğünü pekiştirmek için bu ıtnâbı yapmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kemiğim Zayıfladı” Tabiri:  

Birinci makam, onun zayıf ve güçsüz oluşudur. Zayıflığın tesiri ya içte ya dışta görülür. İçte meydana gelen zayıflık, dışta meydana gelenden daha kuvvetlidir. İşte bundan ötürü Hz. Zekeriya önce içindeki zayıflığı beyan ederek işe başlamış ve ”Benim kemiğim zayıfladı” demiştir.

Zayıflığın dıştaki eseri ise, ağarmanın bütün başı sarmasıdır. Binaenaleyh bu ifadenin, zayıflığın bedenin hem içine hem dışına artık hükümran olduğunu gösterdiği anlaşılır. Bu ise, Allah’ın güç ve kudretine teslim olmayı ve zahiri sebepleri bir tarafa bırakmayı iyice ortaya koymak için, çokça dua etmeyi gerektiren hususlardandır. (Fahreddin er-Râzî)

Gevşeme, özellikle kemiklere isnat edilmiş, çünkü kemik, bedenin direğidir; ona zafiyet ve rehavet isabet edince, bedenin tamamına isabet eder. Yahut kemik, bedenin en sert kısmıdır; en dayanıklısıdır ve hastalıklardan en az etkilenen kısımdır. Bu itibarla kemikler gevşeyip zayıflayınca, diğer kısımları daha çok gevşer ve zayıflar.(Ebüssuûd)


 وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِياًّ

 

Menfi  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِدُعَٓائِكَ , amili ve  كَان ’nin haberi olan  شَقِياًّ ’e takdim edilmiştir. Takdim sebebi ihtimamdır.

بِدُعَٓائِكَ  izafetinde masdar, mef’ûlüne muzâf olmuştur. Takdiri;  بدعائي إيّاك  (Sana dua etmekle) şeklindedir.

Haber cümlesi şeklinde gelen bu ifadeler lâzım-ı faide-i haberdir. Bu durumda muktezâ-i zâhirin hilafına kelam olur. Lüzûmiyet  alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Hz. Zekeriya ile ilgili bu haber cümleleri dikkatli bir şekilde incelendiği takdirde zaaf ve acziyet içeren bir tür dua anlamı taşıdıkları görülecektir. Zira Hz. Zekeriya, gizli bir niyazında kemiklerinin gevşediğini, saçının ağardığını, iyice yaşlandığını ifade ederek yüce Rabbine zaafını ve acziyetini bir dua ile arz eder.

Hz. Zekeriya, aşırı yaşlılığı ve düşkünlüğü somutlaştıran (kemiklerin yıpranmışlığı) ve (başı ihtiyarlık alevinin sarması)  ifadelerini kullanarak acziyeti dolayısıyla duasının içeriğinin (çocuk sahibi olmak) mûtat olmadığını beyan etse de, tecrübelerinden hareketle duasına icabetin olağan olduğunu ve mahrum edilmeyeceğini, Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım sözleriyle ifade eder. Çünkü Allah Teâlâ onu icabete alıştırmış ve ümitlendirmiştir. Ümitlendirdiğini boş çevirmemek de kerem sahibine yaraşan bir iştir. (Beyzâvî) 

Münada konumundaki itiraziyye olan  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. 

رَبِّ  lafzının tekrarı ve nida harfinin hazfi, Zekeriya (as)’ın Rabbine muhabbetini, ona ne kadar içtenlikle niyaz ettiğini belirtir ve durumundaki çaresizliğin derecesine işaret eder. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Meryem Sûresi 5. Ayet

وَاِنّ۪ي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاء۪ي وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ  ...


5-6. Ayetler Meal  :   
“Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنِّي doğrusu ben
2 خِفْتُ korktum خ و ف
3 الْمَوَالِيَ yerime geçecek yakınlarımdan و ل ي
4 مِنْ
5 وَرَائِي arkamdan و ر ي
6 وَكَانَتِ ve ك و ن
7 امْرَأَتِي karım da م ر ا
8 عَاقِرًا kısırdır ع ق ر
9 فَهَبْ (Ne olur) lutfet و ه ب
10 لِي bana
11 مِنْ
12 لَدُنْكَ katından ل د ن
13 وَلِيًّا bir veli(aht) و ل ي
Halef” diye tercüme ettiğimiz velî kelimesi, kişinin “yakını, dostu, arkadaşı, yardımcı ve destekçisi” demektir (aynı zamanda Allah’ın isimlerinden olan velî kelimesinin diğer anlamları için bk. Bakara 2/257; Mâide 5/51; En‘âm 6/14; A. Saim Kılavuz, “Velî”, İFAV Ans., IV, 456; Hamza Aktan, “Velâyet”, İFAV Ans., IV, 453).
 
 “Yakınlar” anlamı verdiğimiz mevâlî kelimesi mevlâ kelimesinin çoğulu olup “kişiye vâris olan yakın akrabaları” mânasına gelir. Hz. Zekeriyyâ, halef istemesinin gerekçesini de açıklarken, övünmek veya faydalanmak için değil, dini tebliğ etmek gibi yüce bir gaye için halef istediğini ifade etmiştir. Başka âyetlerde bildirildiğine göre Zekeriyyâ şu duaları da yapmıştır: “Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle. Kuşkusuz sen duayı işitensin!” (Âl-i İmrân 3/38). “Rabbim! Geride kalanların en hayırlısı sensin, yine de sen beni yalnız (çocuksuz) bırakma! “ (Enbiyâ21/89).
 
 Bazı tefsirlerde Zekeriyyâ’nın hem mülküne hem de ilmine ve peygamberliğine mirasçı olacak sâlih bir çocuk istediği söylenmişse de Hz. Peygamber’in, “Biz peygamberler miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır” (Buhârî, “Humus”, 1; “Megâzî”, 14, 38) anlamındaki hadisi dikkate alındığında peygamberlerin mal ve servetleri için mirasçı istemeyecekleri anlaşılır. Hz. Zekeriyyâ’nın “Tarafından bana yerimi alacak bir halef ver; o, Ya‘kub hânedanına da vâris olsun” ifadesi de bu mânayı destekler. Burada Ya‘kub hânedanına vâris olmaktan maksat onların mallarına mirasçı olmak değil, Hz. Ya‘kub’un soyu olan İsrâiloğulları’nın misyonuna, peygamberliğin geride bıraktığı geleneğe ve ahlâka vâris olmak ve onların gittiği doğru yolu takip etmektir.
 
 İbn Âşûr’a göre âyetlerin zâhirinden peygamberlere mirasçı olunabileceği anlaşılmaktadır. Ona göre başka bir âyetteki (Neml 27/16) ifade bu anlamı desteklemektedir ve yukarıdaki hadiste Resûlullah bütün peygamberleri değil, sadece kendisini kastetmiştir (bk. XVI, 66). Nitekim Hz. Ömer de “Resûlullah bu sözüyle kendisini kastediyor” demiştir (Buhârî, “Fardu’l-humus”, 1).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 589

وَاِنّ۪ي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاء۪ي وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ

 İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

خِفْتُ  fiili,  إنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. خِفْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

الْمَوَالِيَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنْ وَرَٓاء۪ي  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  كَانَتِ  nakıs mebni mazi fiildir.  تْ  te'nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

امْرَاَت۪ي  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَاقِراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olarak fetha ile mansubdur.

فَ  istînâfiyyedir.  هَبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ‘ dir.

ل۪ي  car mecruru  هَبْ  fiiline müteallıktır.  مِنْ لَدُنْكَ  car mecruru  هَبْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَلِياًّۚ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

عَاقِراً   kelimesi sülâsî mücerred olan  عقر  fiilinin  ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنّ۪ي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاء۪ي وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً 

 

Mütekellim Zekeriya (as), muhatap Allah Teâlâ’dır. Nidanın cevabına matuf ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

إنّ  ile tekid edilmiş, lâzım-ı faide-i haber, inkârî kelamdır.  اِنّ۪ ’nin haberi olan  خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاء۪ي  müspet mazi fiille gelmiş haberî isnaddır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Haber üslubunda geldiği halde dua manasında olan cümle muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

مِنْ وَرَٓاء۪ي  ifadesi, ölümümden sonra demektir. Ayette geçen  الْمَوَالِيَ  kelimesi, "benden sonra benim yerime geçecek kimseler" anlamına da gelebilir. (Beyzâvî)

خِفْتُ  fiili muzari sıygasıyla gelmesi gerekirken mazi sıygasıyla gelmiştir.

Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً  cümlesi  قد  takdiriyle haldir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Her iki cümle de muktezâ-i zâhirin hilafına olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette Zekeriya (as)’ın eşi için  زوج  değil de  امرئة  olarak bahsedilmesi çocuklarının olmayışıdır. İlgili ayetler incelendiğinde Kur'an’da zevc kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:

  • Sadakat
  • Allah’ın dinine inanmada birlik
  • Üreme imkânı bulunmak
  • Nikâhlı olmak

امرئة  kelimesi zevc için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır:

  • İhanet (Aldatma)
  • Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık
  • Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi)
  • Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (Nüsha Dergisi / İsmail Sökmen / Kur'an’da geçen zevc ve imrae kelimeleri üzerine)

 فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ

 

Mahzuf şartın cevabına dahil olan  فَ , rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; … إن كان هذا حالي  (Eğer bu halim … olsa ) olabilir.

Cevap cümlesi   فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir üslubunda gelmesine karşın cümle, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَدُنْكَ  izafeti muzâfın şanı içindir.

الْمَوَالِيَ  - وَلِياًّۚ  kelimelerinin arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Meryem Sûresi 6. Ayet

يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِياًّ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَرِثُنِي bana mirasçı olsun و ر ث
2 وَيَرِثُ ve mirasçı olsun و ر ث
3 مِنْ
4 الِ oğullarına ا و ل
5 يَعْقُوبَ Ya’kub
6 وَاجْعَلْهُ ve onu yap ج ع ل
7 رَبِّ Rabbim ر ب ب
8 رَضِيًّا razı olduklarından ر ض و
Maddi miras için ise Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Biz peygamberlere mirasçı olunmaz; bizim bıraktıklarımız sadakadır. 
( Buhâri, Farzu’l-humüs 1 , Megâzi 14,38; Müslim, Cihad 54).

يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِياًّ

 

Fiil cümlesidir.  يَرِثُن۪ي  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَرِثُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ اٰلِ  car mecruru  يَرِثُ  fiiline müteallıktır.

يَعْقُوبَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  اجْعَلْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘ dir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَبِّ  muzâf olup nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. 

رَضِياًّ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ 

 

Mütekellim Zekeriya (as), muhatap Allah Teâlâ’dır. Ayet Zekeriya (as)’ın sözlerinin devamıdır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki ayetteki  وَلِياًّۚ  kelimesinin sıfatı olarak fasılla gelen  يَرِثُن۪ي  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ  cümlesi sıfat cümlesine atfedilmiştir.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayetteki  اٰلِ  kelimesi, insanların işlerinin kendisine varıp dayandığı belli kimse, demektir. İnsanların işleri bunlara bazan akrabalıktan, bazan, Firavun'un “Âl-i Firavn” gibi arkadaşlıktan; bazan da, ÂI-in-Nebi” gibi, dinî birlikten ötürü varıp dayanır. Bil ki Zekeriya (as), bu istekte bulunmadan önce şu üç şeyi ileri sürmüştür: 

a)  Kendisinin zayıf, güçsüz, kuvvetsiz oluşunu;

b) Allah Teâlâ’nın duasını kesinlikle reddetmeyeceğini;

c) Dua ile istenen şeyin, dinî bir menfaate sebep olacağını. Bu üç şeyi ifade ettikten sonra, açıkça isteğini bildirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِياًّ

 

وَ ‘la gelen cümle Zekeriya (as)’ın duasına dahildir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada konumundaki itiraziyye olan  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manası ifade ettiği için muktezâ-i zâhirin hilafına olarak, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اجْعَلْهُ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  رَضِياًّ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Ayette  ورث  fiili hem  من  harfiyle, hem de  من  harfi olmaksızın kullanılmıştır. Buradaki  من  harf-i cerini müteaddîlik için değil de ba’diyet ifadesi olarak alırsak Zekeriya (as)’ın duasının İsrailoğullarından gelecek neslin salih olanlarını kapsayan bir kısmı için olduğu anlaşılır ki bu, ifadeye iltifat sanatı cihetiyle bakılmasının manaya kattığı güzelliği görmek açısından manidar bir örnek oluşturmuştur.

Beyzâvî, ayeti ’’Bundan maksat şeriata ve ilme mirasçı olmaktır. Çünkü peygamberler miras olarak mal bırakmazlar’’ şeklinde açıkladıktan sonra üç farklı kıraat vechi daha zikrederek her bir kıraate göre burada tecrîd sanatının var olduğunu net bir şekilde ortaya koyar. İki zamirden birinden hal olmak üzere  يرثونى وارث آل يعقوب ; küçük olduğu için tasgir sıygası ile  يرثى أويرث  fiilinin faili olmak üzere ve  وارث من  آل يعقوب  şeklinde de okunmuştur. Buna beyan ilminde tecrîd sanatı adı verilir. Çünkü varis, önce zikredilen şey (veli) murad edildiği halde, ondan soyutlanmıştır. Yani varis de aslında velinin bizzat kendisidir. Zahire göre birinci kıraatta olduğu gibi  يرثنى  fiilinin failinin  وليا  lafzına ait olan zamir olması gerekirdi. Ancak fail  ولى  lafzı olmakla birlikte bu üç kıraate göre de açıktan geldiği için burada tecrîd sanatı söz konusudur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

يَرِثُن۪ي - يَرِثُ  kelimeleri arasında  iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Meryem Sûresi 7. Ayet

يَا زَكَرِيَّٓا اِنَّـا نُـبَشِّرُكَ بِغُـلَامٍۨ اسْـمُهُ يَحْيٰىۙ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِياًّ  ...


(Allah, şöyle dedi:) “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا زَكَرِيَّا Zekeriyya
2 إِنَّا şüphesiz biz
3 نُبَشِّرُكَ sana müjdeleriz ب ش ر
4 بِغُلَامٍ bir oğul غ ل م
5 اسْمُهُ onun adı س م و
6 يَحْيَىٰ Yahya’dır
7 لَمْ
8 نَجْعَلْ yapmadık ج ع ل
9 لَهُ ona
10 مِنْ
11 قَبْلُ daha önce ق ب ل
12 سَمِيًّا adaş س م و
Yüce Allah, Hz. Zekeriyyâ’nın duasını kabul etti ve Yahyâ adında bir oğlunun olacağını ona müjdeledi (krş. Enbiyâ 21/90). Âyette geçen “semiyy” kelimesi hem “isimlendirilmiş” hem de “benzer” mânasına gelir. Birinci mânaya göre âyet Yahyâ adının daha önce kimseye verilmediğini ifade eder; ikinci mânaya göre ise, Yahyâ’nın benzeri bir oğulun kimseye verilmediği anlamına gelir. Tefsirciler, böyle bir anlayış Yahyâ’nın, kendisinden önceki Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ gibi büyük peygamberlerden de üstün olmasını gerektireceği için birinci mânayı tercih etmişlerdir (Şevkânî, III, 363). Bununla birlikte Yahyâ’daki bazı özellikleri birlikte taşıyan bir peygamber daha önce gelmemiştir. Bu özellikler, onun ihtiyar bir baba ile kısır ve yaşlı bir anneden dünyaya gelmesi, Yahyâ adının ondan önce hiç kimseye verilmemiş olması, çocukluğunda ona “hikmet” (peygamberlik veya kutsal kitabı anlama yeteneği) verilmesi (bk. âyet 12) şeklinde açıklanmaktadır. Bir başka âyette efendi ve peygamber olarak nitelenmiş; haramdan sakınmada güçlük çekmemesi için Allah ona özel bir lutufta bulunmuş, onu iffet ve zühd sahibi kılmış, Hz. Îsâ’nın risâletinin müjdecisi olmuştur (bk. Âl-i İmrân 3/39). Bununla beraber bu meziyetler onun mutlak mânada en üstün peygamber olduğunu değil, anılan niteliklerden dolayı farklı olduğunu ifade eder.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 590

يَا زَكَرِيَّٓا اِنَّـا نُـبَشِّرُكَ بِغُـلَامٍۨ اسْـمُهُ يَحْيٰىۙ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِياًّ

 

يَا  nida harfidir.  زَكَرِيَّٓا  münada olup elif üzere mukadder damme üzere mebni müfred alem isimdir mahallen mansubdur. Nidanın cevabı  اِنَّـا نُـبَشِّرُكَ بِغُـلَامٍ ‘dir.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  müekellim zamiri  اِنَّ ‘nin  ismi olarak mahallen merfûdur. نُـبَشِّرُكَ  fiili,  اِنَّ ‘nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

نُـبَشِّرُكَ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِغُـلَامٍ  car mecruru  نُـبَشِّرُ  fiiline müteallıktır. اسْـمُهُ يَحْيٰى  cümlesi  بِغُـلَامٍۨ ‘ın sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْـمُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَحْيٰىۙ  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

لَمْ نَجْعَلْ  fiili,  بِغُـلَامٍ ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  نَجْعَلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

لَهُ  car mecruru  نَجْعَلْ  fiilinin müteallıktır.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  نَجْعَلْ  fiiline müteallıktır. قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye  hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 سَمِياّ   mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَا زَكَرِيَّٓا اِنَّـا نُـبَشِّرُكَ بِغُـلَامٍۨ 

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap, Hz. Zekeriya’dır. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.

Cümle nidâ üslubunda talebi inşai isnadtır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan  اِنَّـا نُـبَشِّرُكَ بِغُـلَامٍۨ  cümlesi nidanın cevabıdır. Cümlenin azamet zamiriyle gelmesi tazim ifade eder.

اِنَّ ’nin haberi   نُـبَشِّرُكَ بِغُـلَامٍۨ , müspet muzari fiil sıygasında cümle olarak gelerek hükmü takviye, hudûs, tecedddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِغُـلَامٍۨ ‘deki tenvin tazim içindir.

Bu, Cenab-ı Hak’tan onun nidasına bir cevaptır ve duasının kabul edildiğini vadetmektir. (Beyzâvî)


اسْـمُهُ يَحْيٰىۙ 

 

Fasılla gelen isim cümlesi  بِغُـلَامٍۨ  için sıfattır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle sübut ve istimrar ifade etmektedir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِياًّ

 

بِغُـلَامٍۨ ‘ın ikinci sıfatı olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamiriyle gelmesi tazim ifade eder. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Zaman zarfı  قَبْلُ ‘nun muzâfun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki ötre, muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir.

سَمِياًّ ‘deki tenvin tazim içindir.

سَمِياًّ - اسْـمُهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cenab-ı Hakk'ın, doğacak çocuğu ismiyle bildirmesi Hz. Yahya için bir teşriftir. (Beyzâvî)

Hazret-i Yahya'nın isminin tayin edilmiş olması, ilâhi vaadi pekiştirmek ve kendisini şereflendirmek içindir. Daha önce Yahya isminin hiç kimseye verilmeyip bu ismin ona tahsis edilmiş olması, Hazret-i Yahya'ya ilave bir şeref ve saygınlık kazandırmaktadır. Zira insanların isimlerinden farklı olarak garip ve mümtaz bir ismin verilmesi, hiç şüphesiz isim sahibine şeref kazandırmaktadır. (Ebüssuûd)

Meryem Sûresi 8. Ayet

قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِياًّ  ...


Zekeriyya, “Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken, benim nasıl çocuğum olur?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 أَنَّىٰ nasıl olur? ا ن ي
4 يَكُونُ ك و ن
5 لِي benim
6 غُلَامٌ oğlum غ ل م
7 وَكَانَتِ ve ك و ن
8 امْرَأَتِي karım da م ر ا
9 عَاقِرًا kısırdır ع ق ر
10 وَقَدْ ve gerçekten
11 بَلَغْتُ ben ulaştım ب ل غ
12 مِنَ
13 الْكِبَرِ ihtiyarlığın ك ب ر
14 عِتِيًّا son sınırına ع ت و
Hz. Zekeriyyâ özellikle çocuk değil, kendisine mânen vâris olacak bir halef istemişti, Allah çocuk vereceğini müjdeleyince sevinmiş ve şaşkınlığını ifade etmiştir. Alâmet olarak sapasağlam olmasına rağmen, üç gece insanlarla konuşamayacağı hususu, Âl-i İmrân sûresinde ise insanlarla üç gün, işaretten başka bir şekilde konuşamayacağı şeklindedir. Şu halde burada geceler gündüzleriyle birlikte, Âl-i İmrân’da ise günler geceleriyle birlikte kastedilmektedir. Aynı zamanda işaretle konuşabileceği de bildirilmiş ve sabah akşam Allah’ı çokça zikretmesi emredilmiştir (bu konuda ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/41).
 
 Şüphesiz ki kâinatı yoktan var eden, Âdem’i topraktan yaratan o yüce kudret için ihtiyar ana babadan bir çocuk dünyaya getirmek zor bir şey değildir. Zira o, bir şeyi yaratmak istediği zaman “ol” der, hemen oluverir (bk. Yâsîn 36/82).
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 590

قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِياًّ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli  رَبِّ ’dir. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Nidanın cevabı   اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ ’dur.  اَنّٰى  istifham ismi  كَيْفَ  manasındadır. Hal olarak mahallen mansubdur veya  اَيْنَ  manasındadır.  يَكُونُ  fiiline müteallıktır.

يَكُونُ  tam nakıs fiildir.  ل۪ي  car mecruru  يَكُونُ  fiiline müteallıktır.  غُلَامٌ  ise يَكُونُ 'nun ismidir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كان  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تْ  te’nis alametidir.

امْرَاَت۪ي  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَاقِراً kelimesi  كَانَتِ ‘in haberi olup lafzen mansubdur. 

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. بَلَغْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْكِبَرِ  car mecruru  بَلَغْتُ  fiiline müteallıktır.  عِتِياًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و ”   gelir. Nadiren  “و ”  sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِياًّ

 

Fasılla gelen ayette fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ  cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnattır. İstifham üslubunda geldiği halde hayret ve şaşkınlık ifade eden cümle soru manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Mekûlü’l-kavl Hz. Zekeriya’nın Rabbine seslenişidir.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

İstifham ismi  اَنّٰى  mekân zarfı olarak mahzuf habere veya  غُلَامٌ ‘un mahzuf haline müteallıktır.  ل۪ي , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  غُلَامٌ  ise muahhar ismidir.  غُلَامٌ ’daki tenvin herhangi bir manasında cins ifade eder.

وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً  cümlesi hal وَ  ‘ıyla gelen tetmim ıtnâbıdır. Car mecrur  ل۪ي ’deki zamirden hal olan cümle, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِياًّ  cümlesine dahil olan  وَ , haliyye veya atıf harfidir.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber, talebî kelamdır. Hz. Zekeriya’nın sevinç ve şaşkınlığını belirten bu cümle lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Haberî isnad; asıl geliş sebebinden çıkıp da bu ayette olduğu gibi başka manalar ifade ettiği zaman hakiki mana ifade etmemiş olur. Bir kelamdan hakiki mana murad edilmediği zaman mecaz olur. Bu manalar; haberin lâzımı olduğu için, lüzumiyet alakası ile mecâz-ı mürsel mürekkeb olur. Bu mecaz-ı mürsel mürekkeb, haber cümlesinde olduğu gibi inşâ cümlesinde de olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَكُونُ - كَانَتِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عِتِياًّ ’daki tenvin kesret ifade eder.

Burada, Âl-i İmrân sûresindekinin aksine, Hz. Zekeriya, önce kendi karısının halini anlatmış, çünkü kendi hali, duası içinde zikredilmiştir. Burada daha önce zikredilene tamamlayıcı olarak dile getirilen, ihtiyarlığın en uzak mertebesine erişmesidir. Anılan surede ise, duasında kendi halini anlatmamaktadır. İşte onun için orada kendi halini, karısının halinden önce anlatmaktadır. Çünkü kendi halinin kusurlu olduğunu hemen anlatması daha münasip olmaktadır. (Ebüssuûd)

 
Meryem Sûresi 9. Ayet

قَالَ كَذٰلِكَۚ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـٔاً  ...


(Vahiy meleği) dedi ki: Evet, öyle. (Ancak) Rabbin diyor ki: “Bu, bana göre kolaydır. Nitekim daha önce, hiçbir şey değil iken seni de yarattım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 كَذَٰلِكَ öyledir
3 قَالَ dedi ق و ل
4 رَبُّكَ senin Rabbin ر ب ب
5 هُوَ O
6 عَلَيَّ bana
7 هَيِّنٌ kolaydır ه و ن
8 وَقَدْ ve gerçekten
9 خَلَقْتُكَ seni de yaratmıştım خ ل ق
10 مِنْ
11 قَبْلُ daha önce ق ب ل
12 وَلَمْ ve değilken
13 تَكُ sen ك و ن
14 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا

قَالَ كَذٰلِكَۚ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـٔاً

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  كَذٰلِكِ  cümlesidir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

كَذٰلِكِ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri;  الأمر كذلك (Durum böyledir.) şeklindedir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harftir.  ك  hitap zamiridir.

قَالَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli  هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.   

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَلَيَّ  car mecruru  هَيِّنٌ ‘e müteallıktır.  هَيِّنٌ  haber olup lafzen merfûdur.  وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و ”  gelir. Nadiren  “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  خَلَقْتُكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl  zamiri  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

قَبْلُ   cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  خَلَقْتُ  fiiline müteallıktır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَلَمْ تَكُ شَيْـٔاً  cümlesi atıf harfi  و ‘la makabline matuftur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir.  تَكُ ‘nun ismi, müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  شَيْـٔاً  kelimesi  تَكُ ‘nun haberi olup fetha ile mansubdur.

Beyzâvî bu ayetteki  لَمْ يَكُ  kelimesi için şu açıklamayı yapar:  يَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ’dür. Cezm edatı  لَمْ ’den dolayı ‘nûn’un harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazf edilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için  نْ  da hazf edilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, C. 3, S. 115-116)

هَيِّنٌ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ كَذٰلِكَۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  كَذٰلِكَ , takdiri  الأمر (Durum) olan mahzuf bir mübtedanın haberine müteallıktır. Bu takdire göre cümle, sübut ifade eden isim cümlesidir.  كَ  teşbih harfidir. Car mecrur  كَذٰلِكَۚ ‘nin müteallakının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

ك  teşbih harfidir.  ذٰلِكَۚ  müşebbehün bihdir. Müşebbeh zikredilmemiştir. Müşebbehin konumu öyle yüce bir yerdedir ki, ona benzeyecek bir şey yoktur manasındadır. Bu ifadede mübalağa sanatı vardır.


قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin faili, veciz anlatım kastıyla gelen  رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Zekeriya (as) şan ve şeref kazanmıştır.  Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.  

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيَّ , amili olan  هَيِّنٌ ’a siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هَيِّنٌ (kolay basit) lafzının Allah hakkında kullanılması mecazîdir. Çünkü bu, ancak bir şeyin kendisine zor geldiği kimseler için kullanılabilir. Bilakis bundan murad, “O bir şey dilediğinde, o şey olur” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـٔاً

 

Cümle hal وَ ‘ıyla gelen tetmim ıtnâbıdır.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

مِنْ قَبْلُ  ibaresindeki damme, mahzuf muzâfun ileyhden ivazdır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. 

وَلَمْ تَكُ شَيْـٔاً  cümlesine dahil olan  وَ , haliyye veya atıf harfidir. Menfi  كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için gelen ve  vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

قَالَ  fiilinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Meryem Sûresi 10. Ayet

قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِياًّ  ...


Zekeriyya, “Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver”, dedi. Allah da, “Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece konuşamamandır” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 اجْعَلْ (öyle ise) ver ج ع ل
4 لِي bana
5 ايَةً bir işaret ا ي ي
6 قَالَ dedi ق و ل
7 ايَتُكَ senin işaretin ا ي ي
8 أَلَّا
9 تُكَلِّمَ konuşamamandır ك ل م
10 النَّاسَ insanlarla ن و س
11 ثَلَاثَ üç ث ل ث
12 لَيَالٍ gece ل ي ل
13 سَوِيًّا sapasağlam olduğun halde س و ي

قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli  رَبِّ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. Nidanın cevabı  اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ ’dir.

اجْعَلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

ل۪ٓي  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.  اٰيَةً  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِياًّ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli  اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اٰيَتُكَ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  masdar harfidir.  لاَ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُكَلِّمَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur

ثَلٰثَةَ  zaman zarfı,  تُكَلِّمَ  fiiline müteallıktır.  لَيَالٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

سَوِياًّ  kelimesi  تُكَلِّمَ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur. 

تُكَلِّمَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كلم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar

قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Mütekellim zamirinin mahzuf olduğu  رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ  cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اٰيَةًۜ ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.


  قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِياًّ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ  cümlesi, isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh  اٰيَتُكَ , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. 

Cümlenin haberi konumunda olan masdar-ı müevvel  اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِياًّ , menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî  kelamdır. 

Cümlenin müsnedi muzari fiil cümlesi olarak gelmiş ve hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

سَوِياًّ  kelimesi  تُكَلِّمَ ‘deki failin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Bu kelimenin sıfat olduğu da söylenmiştir.

تُكَلِّمَ  fiili,  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlar; kesret, mef’ûlu bir vasfa nispet etmek, izale, sayruret ve fiilin muayyen zamanda meydana gelişi, tevcih, huzur, isimden fiil türetmedir. Bunlardan en fazla öne çıkanı fiilde veya failde olan kesrettir. 

Alimler,  سَوِياًّ  kelimesinin kime ait bir sıfat olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları bunun, “üç gece”nin sıfatı olduğunu ileri sürerlerken, müfessirlerin ekserisi bunun, Zekeriya (as)’a ait bir sfat olduğu kanaatindedirler. Buna göre mana “Senin alâmetin, sende bir hastalık olmayıp sapasağlam olduğun halde, bu müddet içinde insanlarla konuşamamandır’’ şeklinde olur. 

Ayet kelimesinin tekrarı, önemi dolayısıyladır. 

قَالَ  ve  اٰيَةًۜ  kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Meryem Sûresi 11. Ayet

فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ مِنَ الْمِحْرَابِ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِياًّ  ...


Derken Zekeriya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı. (Konuşmak istedi, konuşamadı) ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَخَرَجَ çıkıp خ ر ج
2 عَلَىٰ karşısına
3 قَوْمِهِ kavminin ق و م
4 مِنَ -den
5 الْمِحْرَابِ ma’bed- ح ر ب
6 فَأَوْحَىٰ işaret etti و ح ي
7 إِلَيْهِمْ onlara
8 أَنْ diye
9 سَبِّحُوا tesbih edin س ب ح
10 بُكْرَةً sabah ب ك ر
11 وَعَشِيًّا ve akşam ع ش و
Mâbed diye tercüme ettiğimiz mihrâb, “özel ibadet yeri” anlamına gelmektedir. Burada Zekeriyyâ’nın özel ibadet ve dualarını yaptığı yeri ifade eder; Zekeriyyâ özel ibadetlerini burada yapar, toplu ibadet için Beyt-i Makdis’e çıkardı (ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/37). Kendisine bir oğlu olacağına dair müjde burada verilmiştir. Bunun üzerine Zekeriyyâ, Beyt-i Makdis’teki ibadet yerinden çıkarak halkın yanına gelmiş ve işaret yoluyla onlardan sabah akşam Allah’ı anmalarını, O’nu tesbih etmelerini istemiştir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 591

 

Bekera بكر :Kelimenin aslı günün ilk saatleri demek olan بُكْرَة dır. Sülasi fiil olarak kullanıldığında manası günün başlarında çıkmak demektir. Kur'an-ı Kerim'de de geçen بِكْر sözcüğü hiç doğum yapmamış demektir. Yine kadınlar arasında tercih yapılacağında dul olana önceliği olmasından dolayı bekareti bozulmamış kıza da بِكْر denmiştir. بِكْر kelimesinin çoğulu أبْكار şeklinde gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri bekâr, bâkir, bekâret, makara ve Bekir'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ مِنَ الْمِحْرَابِ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِياًّ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَرَجَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir.

عَلٰى قَوْمِه۪  car mecruru  خَرَجَ  fiiline müteallıktır.  مِنَ الْمِحْرَابِ  car mecruru  خَرَجَ  fiiline müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  اَوْحٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  اَوْحٰٓى  fiiline müteallıktır.

اَنْ  tefsiriyyedir. سَبِّحُوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بُكْرَةً  zaman zarfı,  سَبِّحُوا  fiiline müteallıktır.  عَشِياًّ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

سَبِّحُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ مِنَ الْمِحْرَابِ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِياًّ

 

Ayet önceki ayetteki ikinci  قَالَ  fiiline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Aynı üslupta gelen  فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِياًّ  cümlesi, …فَخَرَجَ عَلٰى  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

أنْ  masdar harfi ve akabindeki  سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِياًّ  cümlesi, masdar teviliyle  اَوْحٰٓى  fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.  

Masdar-ı müevvel, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Car mecrur  اِلَيْهِمْ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

بُكْرَةً - عَشِياًّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab  sanatları vardır.

الْمِحْرَابِ ‘den murad namaz kıldığı yer veya oda olabilir. Başka bir ayette ancak remzen konuşabilirsin (Al-i imran, 41) denilmesinden anlaşıldığı  üzere, burada ayetin metninde geçen  فَاَوْحٰٓى  kelimesi "işaret etmek" anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)

Müfessirler, Hz. Zekeriya (as)’ın  سَبِّحُوا  [tesbih edin] ifadesiyle, namazı kastettiği hususunda müttefiktirler ki bu, dil bakımından da caizdir. Ebu’l-Aliye’den  بُكْرَةً ’nin, sabah namazı;  عَشِياًّ ’nın da ikindi namaz olduğu rivayet edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

خَرَجَ  fiili  طَلَعَ  manası taşımaktadır, bunun için  عَلى  harfiyle gelmiştir. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
Kur'an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir. Başında hurûf-ı mukattaa bulunan sûrelerin hepsi vahiy ve nübüvvetin ispatıyla ilgili âyetlerle söze başladığı halde yalnızca üç tanesi, Meryem, Rûm ve Ankebût sûreleri bu genel üslûbun dışında kalır. Meryem sûresi Hz. Zekeriyyâ’nın, Rûm sûresi, uğradığı mağlûbiyetten sonra Bizans’ın yakın bir gelecekte kazanacağı zaferin müjdesiyle başlamaktadır. Ankebut ise müminlerin birtakım fitne ve belâlara uğratılıp imtihana çekileceklerini bildiren âyetlerle başlar ve kendisinden sonra yine başında “elif-lâm-mîm” bulunan diğer üç sûre ile birlikte bir grup oluşturur. Mekke'de, büyük işkencelere uğrayan müminlerden büyük bir çoğunluğun Allah Rasülü'nün risaletinin 5'inci yılında muvahhid Hıristiyan bir kral tarafından yönetilen Habeşistan'a hicretinden önce nazil olmuştur. Kureyş, Abdullah ibn Rabia ve Amr ibn ÂS'ı bu mü'minleri iade etmesi için Habeşistan'a göndermiş, Kral'ın muhacirlere inançlarının mahiyetini ve Hz. İsa hakkındaki inançlarını sorması üzerine, muhacirler arasında bulunan Hz. Cafer ibn Ebi Talip, cevap olarak 'bu sürenin 39'inci âyetine kadar olan ilk bölümünü okumuştur. Sûre'nin ilk bölümünde Hz. Zekeriya, Hz. Meryem ve Hz. İsa hakkındaki gerçekler açıklanırken, daha sonra, hayatı hicretlerle geçmiş bulunan Hz. İbrahim'e temas edilmekte, ardından Peygamber Efendimiz'in önceki peygamberlerden farklı bir yol izlemediği beyan buyurulmakta, son olarak da, Allah Rasülü'nün İslâm'ı tebliği karşısında müşriklerin ortaya koydukları kötü tavır şiddetle tenkit edilmekte ve Sûre boyunca olduğu gibi, Sûre'nin sonunda da müminler hem teselli edilmekte, hem de nihai başarının kendilerine ait olacağı gökte ve yerde kalplere kendileri için sevgi konacağı müjdesi verilmektedir. İsmini Hz. Meryem'den alan Sûre, 98 âyettir.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Uzun ince bir yolda yürürken, gelip geçenlere de bakıyordu. Herkesin sırtında bir yükü vardı. Lakin kendisininki hepsininkinden daha ağırdı. Bundan hiçbir şüphesi yoktu. Yükünün ağırlığından dolayı oldukça rahatsız ve mutsuzdu. Ya ağlıyordu, ya da şikayet halindeydi. Allah’tan yükünü hafifletmesi için dua ediyordu. Şüphesiz imtihan dünyasındaydı ama dua etmesine ve beklemesine rağmen hiçbir istediği olmuyordu.

Yolun kenarındaki adamı görünce, o da dinlenmeye karar verdi ve yanına oturdu. Yükünü inceledi ama ortada küçük bir kutudan başkası yoktu. İçindeki çocukla beraber ‘benim yüküme, bir de adamınkine bak’ diyerek acıyla dalga geçti. Bir süre sonra, adam tam gidecekken, yanlışıkla kutuyu kucağına düşürdü. O an kalbi, öyle bir ezildi ki, nefes alamadı ve bütün benliğinin dengesi şaştı. Adam bir kaç saniye içerisinde kutuyu geri almıştı ama sanki o saatlerce acı çekmişti. 

Bir şey söylemek için enerjisini toplayana dek, adam gözden kaybolmuştu. İdrak etmişti. Kimsenin yükü ya da hali, dışarıdan yorum yapılacak ya da anlaşılacak kadar basit değildi. Aklı başına gelmişti. Aslında Rabbi ona hep yardım ediyordu ve hep onun yanındaydı. Yüklerini ilk yüklendiği günü hatırladı ve gülümsedi. Güçlenen bedenine ve kalbine baktı. Rabbi onu öyle güzel yaratmıştı ki. Ona alışma potansiyeli ve başa çıkma gücü vermişti. Şüphesiz Allah, güce göre yükü verendi ve zamanı gelince her duasını karşısına çıkarandı. Yoluna devam ederken kalbine bir dua dolandı.

Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Aceleciliğimden dolayı düştüğüm hataları ve nankörlüğümü affetmen için rahmetine sığındım. Gördüm ki; maddi manevi yaralarımı zamanla saran da, yükümü hafifleten de, başa çıkmamı nasip eden de, yüzüme tebessümü yerleştiren de, gönlümü ferahlatan da, bana alışma nimetini veren de Sensin. Beni; şikayet etmektense, Sana hamdedenlerden; imtihanlarına takılıp kalmaktansa, güzellikleri ve kolaylıkları görenlerden; dünyevi sıkıntılardansa, manevi ferahlıkları ve dünya nimetlerini hatırlayanlardan; kendisini başkalarıyla kıyaslamaktansa, her halin içinde rızanı kazanmaya çabalayanlardan eyle. 

Nefsim ne derse desin! Şeytan hangi vesvesesiyle kandırmaya çalışırsa çalışsın! Hz. Zekeriyya’nın dediği haktır: Ben sana ettiğim dualarda hiç eli boş dönmedim.

Amenna ve Saddakna!

Dualarının ardından kalan, elindeki dolulukları görenlerden olmak duasıyla.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji